Faik Öcal, Frederic De Towarnicki’nin,“Anılar ve Günlükler Martin Heidegger” adlı eserini değerlendirdi.
Towarnicki'nin "Anılar ve Günlükler-Martin Heidegger" kitabı 12 bölümden oluşuyor. Yazar birinci bölümde Heidegger'e yaptığı ziyareti ve Düşüncenin Görevi'ni açıklıyor. Daha ilk sayfalarda Heidegger'in (Nisan 1933-Şubat 1934) Freiburg Üniversitesindeki rektörlüğü için "yanılsama" diyerek, tavrını ve duruşunu belli ediyor ve Heidegger'in o dönem için söylediği tek sözünden (Ne açıdan bakılırsa bakılsın bir yanılgıydı!) başka bir şey demiyor.
İkinci bölümde (Modern Dünyanın Şu Tuhaf Balkıması) Towarnicki Heidegger'in Hitler'in "ulusal atılım"ın etkisinde kaldığını belirterek onun Hitler faşizmi gölgesinde felsefe yapmasını mazur göstermeye çalışıyor ve şöyle diyor: "Ekim 1945'te görüştüğümüzde, bu öngörü eksikliğinden ötürü kendisini bağışlamadığını söylemeye çalışmıştı." (Sayfa; 28).
Beşinci bölümde yazar Heidegger'in Karl Jaspers ile Elisabeth Blochmann ile olan yazışmalarına yer veriyor. Bu yazışmalarda da görüyoruz ki Towarnicki'nin amacı Heidegger'i aklamak; fakat aklı başında her okur bu mektuplardaki muhatapların durdukları yerlere ve yazdıklarına bakıp gerçeği görebilir. Gerçek. Heidegger Almanya'nın ilerlemesi için ne pahasına olursa olsun gerekirse şeytan ile masaya oturmaya hazırdır. Bu defa şeytanın ismi Hitler olmuştur, başka sefer başka bir isim olur. Burada değişmeyen gerçek, Heidegger'in Almanya için her şeyi yapmaya hazır olduğudur. Heidegger Almanya'yı kendi dahil herkesten ve her şeyden üstün tutmuştur.
Altınca bölümde yazar Heidegger'in hocası Edmund Husserl ile varoluşçu felsefenin kurucusu Jean Paul Sartre ile olan ilişkisine değiniyor; gerçekte iste Heidegger'in hocası Husserl arasında neler geçtiğini ve Sartre Heidegger'den neden uzaklaştığı hakkında hiçbir şey söylemiyor. Öte yandan yazar Sartre da töhmet altında bulunduran ifadeler kullanması ilginçtir: "Sartre'ın çok geçmeden baskı rejimlerine ve Küba hapishanelerine göz yumup, Soğuk Savaş sırasında Stalinci komünistlerin bir 'yoldaşı' durumuna geldiği yükümsel katılımı…" (Sayfa; 61). Towarnicki sanki Heidegger'in "tarihsel yanılgısı!"nın yanınan arkadaş yapıyor.
Yazar yedinci bölümde Heidegger'in Ernst Jünger ile geçmişini anlatıyor şu ifadelerle basite indirgiyor: "Ernst Jünger'den, Heidegger'in rektörlük dönemi (Nisan1933-Şubat1934) ve siyasal hatasından söz etmesini istediğimde, takılarak, 'Ah! Yine başıma dert açmak mı istiyorsunuz?' dedi." (Sayfa; 65). Ve Jünger'den şu sözleri aktarıyor: "Heidegger 1933'te yanıldı ve yanıltıldı… Bir yazar, bir sanatçı, bir filozof, onu yolundan saptırmakla kalacak her türlü siyasal katılımdan uzak durmalı. Düşünür siyaset bataklığına batmamalı ve onun kendisine bulaşmasına izin vermemeli. Heidegger'le bunu sık sık konuştum; yanılgısı için hiçbir mazeret göstermiyordu, üstelik bu yanılgı onun gözünde düşünceye karşı yapılmış bir hata, ağır bir düşünsel yanlıştı. Bunu yapmakla 'kötü güçler' diye adlandırdığı kişilerin kefili durumuna düşmüştü. Heidegger'in doğası onu suskunluk içinde çalışmaya itiyordu. Oysa bir biçimde kendini gösterebilir, hiç değilse 1938'de, Kristal Gece'den sonra da olsa bir işaret verebilirdi…" (Sayfa; 69).
Öncelikle açıklığa kavuşturmak gerekir, siyasete girmek ayrıdır, siyaset felsefesi yapmak ayrıdır. En büyük filozoflar siyaset felsefesi yapmıştır, Platon'un Devlet'ini buna örnek verebiliriz. Yazar yine Heidegger'in gerçekliğini çarpıtmaktadır. Heidegger'in siyaset felsefesi Almanya'nın güçlenmesi üzerine kurulu.
Yazar on birinci bölümde Heidegger ile çek filozof Jan Patocka ilişkisine yer veriyor. Fakat şunu biliyoruz ki Heidegger ile Patocka'nın durdukları yerler tamamen farklıdır. Patocka şunu söylüyor: "Özgürlüğü, özveride bulunacak kadar, bilgeliğin son sınırına varana dek korumak, toplumla dayanışmaktır; filozofun ahlaksal doğrusu budur." (Sayfa; 97). Tarih bize göstermiştir ki Heidegger'in ahlaksal doğrusu yoktur; onun sadece "Varlık ve Zaman" felsefesi ve Alman devletine iman doğrusu vardır.
Patocka Sapkın Denemeler'de şunu söyler: "Yapılması gereken, hep onurlu davranmak, korkutma ve sindirmelere yenilmemektir. Söylenmesi gereken, hakikattir…" (Sayfa; 98). Hitler hakikati söylemedi, korkusundan değil; bizzat anti-hakikatin içinde yer aldığı için.
Asıl sorumuza cevap aryalım: Hiedegger faşist miydi? Hitler karanlığında felsefe yapabilir miydi? Heidegger'in yaptığı bundan başkası değil. O belki felsefe yaptı, özgün bir filozof; ama etik değerlerine sahip değildi, çünkü dokuz ay rektörlük tecrübesinde sonra sessiz sedasız köşesine çekildi, felsefe yaptı. Doğru mu yaptı? Hayır. Martin Heidegger gibi bir filozofun yapması gereken büyük günahını affettirmek için Hitler zulmüne tepki göstermekti, bir şekilde onlara karşı olduğunu ifade etmekti; ama o böyle yapmadı anti-hakikatçi olduğu için, geride durdu, sessizce köşesinde felsefe yaptı. Belki düşünsel açıdan önemli yapıtlar ortaya koydu ama insani açıdan sınıfta kaldı. Milyonlarca Yahudi öldürülürken bir insan sessizce kıyıda köşede felsefe yapamaz. Heidegger Kara Ormanları'na saplanıp kaldı. Kara Adam-Hitler'in zulmünü uzaktan izlemekle yetindi. Kara Adam'ın kara adımları dünyanın dengesini bozmuşken bir insan nasıl kıyıda köşede durup felsefe yapabilir.
Heidegger'i yargılamak haddimize değil; biz sadece insan olarak görüşümüzü ifade ediyoruz. İnsanlar gaz odalarında öldürülürken, insan dumanları göğü kaplamışken bunu görmemezlikten gelemezsin, ben bunu tasvip etmiyorum ama işimi yapıyorum diyemezsin; çünkü anti-hakikatçi kara lekesi olduğu gibi duruyor. Bu kara lekeyi ancak beyaz eylemler temizleyebilirdi, fakat biliyoruz ki anti-hakikatçi olan Heidegger beyaz eylemlerde bulunacak biri değildir. Beyaz eylemleri açık ve net olarak hakikatin safında yerini belli eden Jan Patocka gibi adamlar ölümleriyle yapabilirler.
Heidegger'in "Ne açıdan bakılırsa bakılsın bir yanılgıydı!" demesi onun anti-hakikatçi olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Başının üzerinde siyah insan bulutları asılıyken insanca nefes alıp veremezsin, öğrencilerine gönül rahatlığıyla ders anlatamazsın, iyi bir eş ya da ebeveyn olamazsın.
Başının üzerinde siyah bulutlar asılıyken ruhunu günahlardan arındırmazsın, ruh hakkında felsefe yapamazsın; çünkü ruhunu devletin için feda etmişsindir.
Başının üzerinde siyah bulutlar asılıyken insan olmaktan, mutlu yarınlardan, tekniğe bağlı olarak insanlığın başına gelecek sibernetik tehlikesinden bahsedemezsin; çünkü insanlık mahkemesinde ilk yargılanan ve mahkûm edilen vicdanın olmuştur.
Anılar ve Günlükler Martin Heidegger
Frederic De Towarnicki
Yapı Kredi Yayınlar
Çev. Zeynep Durukal Sayfa 122
İstanbul, 2008