Tarih: 06.08.2019 07:58

Bir Siyah Bir Beyaz

Facebook Twitter Linked-in

Rabbimiz bu yılda evini ziyaret etmeyi bizlere nasip etti. Ve yine nasip ederse yakın bir zamanda Arafat´a çıkıp, birkez daha mahşeri prova etme tecrübesine sahip olacağız.

Burada geçireceğimiz gün ve gecelerde duamız belli. Kişinin derdi ne ise duası o olur. Bizim derdimiz haliyle ümmet. Ümmetimizin hali, pûr melali. Düşmüş olduğu bu aciz durumdan kurtulmanın çareleri ve aynı zamanda yetersiz kalışımızın nedenleri... Acziyetimizin, Rabbimize arzuhali.

Böylesine bir derdin sahibi olarak yalnız olmadığımızın farkındayız. Ama milyonlar içerisinde aynı duygu ve düşünce dünyasına sahip kaç kişi olduğumuzu, olacağımızı bilmiyoruz. Aslında bu sorunun cevabını tahmin edebileceğimiz bir yerdeyiz: Mekke´de, Mescid-ul Haram´daki görüntüye bakarak belki bir karara varabiliriz. Ama o kararın çok acı verici olacağı da kesin. Bunu biliyoruz!

Neyseki kendimiz dışında aynı derdi taşıdığına şahid olduğumuz birini daha Mekke´de görüyoruz. Onunla beraber olmanın sevinciyle biraz olsun rahatlıyoruz. Bugüne kadar aynı derdin sahibi olarak onlarca kitaba, yüzlerce konferansa, binlerce yazıya imza atan Ramazan Kayan Hocamızla aynı oteli paylaşıyoruz. Günlük sohbetlerinden istifade ediyoruz.

***

Yine bir sohbet sonrası... Otelde olduğumuz bir vakit. Bizler yanımızda getirdiğimiz kitaplarımıza dönüyoruz. O sırada Ramazan Kayan Hocamız yanımıza geliyor. Elinde son çıkan kitabı var. Kitabını bizlere hediye ediyor. Daha bir seviniyoruz. "Davet Yolunda Bir Siyah Bir Beyaz" kitabını uzatıp, okuduktan sonra düşüncelerimizi öğrenmek istiyor. Şerefyab oluyoruz. Elimizdeki kitabı bitirir bitirmez, Hocamızın son çıkan kitabını okumaya başlıyoruz.

"Davet Yolunda Bir Siyah Bir Beyaz." ÇIRA  Yayınlarından çıkan kitap, iki İslami şahsiyeti anlatıyor. Biri sonradan ihtida eden ve evvelinde Afrika´da misyonerlik faaliyetlerinde bulunmuş eski bir papaz. Adı, Musa Bangura. Bir diğeri ise Avrupa´nın kirlenmişliğine nazire yaparcasına kullanabildiği sadece üç parmağıyla güller dağıtan bir hasta. Onun da adı, ismiyle müşahhas Gülseren Gümüş.

***

Yakın tarihimizde biz gençlere örnek olabilecek şahsiyetler bulmakta maalesef güçlük çekiyoruz. Bu eksikliğe her yıl şehadet gecelerinde şahitlik yaptığımız bir hakikat. Uzun yıllardır hep aynı isimleri (ki değerlilerimiz) anmamız, bu durumun en bariz göstergesi artık. Bizim jenerasyonun en büyük handikapı bu galiba. Yakın dönemde yeterince örnek şahsiyetlerimizin olmayışı veya olanların da bir şekilde yok edilişi; itibarsızlaştırılması; haysiyet cellatlığı yapılarak katledilmesi!

Böylesine bir vasatta, Ramazan Kayan Hocamız, imdadımıza son kitabıyla yetişiyor. Bizlere iki güzide insanı tanıtıyor. Kitabımızda umutsuzluğa yer olmadını yineden ve yeniden hatırlatıyor. Özellikle Türkiyeli Müslümanların suni gündemlerle meşgul oldukları; hatta tabiri caizse birbirlerini yedikleri şu günlerde, zamanlarını Allah´ı razı etmek için uğraşan iki insanın örnekliğine bizleri şahit kılıyor. Milyon adet imkansızlığa karşın nasıl bu denli koşturduklarına hayran bırakıyor. Kıskandırıyor. Utandırıyor. Silkelenmemiz, kendimize gelmemiz için bir meltem rüzgarı oluşturuyor.

Ramazan Kayan Hocamızın neredeyse tüm kitaplarını okuyan biri olarak diyebilirim ki, bu kitabın dili oldukça akıcı. Öykü tadında da denilebilir. Bu sıcak yaz günlerinde, kitabı bitirmeniz birkaç saatinizi alacak tarzda kaleme alınmış. Fıkhi, kelami, ibadi tartışmalardan bir anlığına sıyrılıp; bir şeyler üretmeye yarayacak dolulukta olduğunu ayrıca ifade etmek gerekiyor.

Kitabın elimizdeki hali ilk baskısı. Yazarın ile yapmış olduğumuz değerlendirmede tashih hatalarını kendisi de itiraf ediyor. Şuan ikinci baskısı tashih edilmiş haliyle raflardaymış. Bununla beraber eleştirdiğimiz iki yer daha var. Kayda değer bulunursa daha iyi olacağını düşünüyoruz.

Bir; Musa Bangura´nın anlatıldığı bölümün sonunda, Afrika´da İslam´ın doğuşunun ve Afrikalı Müslümanların kısa tarihi anlatılıyor. Çağrı filmindeki bir sahneyi de hatırlatan bu başlığın, bölüm sonu yerine başa alınması, bölüme giriş babında uygun düşeceğinin kanaatindeyiz.

İki; Gülseren Gümüş´ün anlatıldığı bölümün sonundaki, "Yakın Dostlarının Diliyle" başlığı açmak yerine; yazarın, tanıkların anlatımını bölüm içerisinde kendi duygularıyla harmanlayarak serpiştirmesinin okuyucuyu daha bir sarsacağı düşüncesini taşıyoruz.

Bitirirken;

İnsanız... Aciziz... Sınırlıyız... Yoruluyoruz. Bıkıyoruz. Heleki Müslümanlar olarak bazı vakitler umudumuzu yitirdiğimiz anlar oluyor.  Hayallerimiz heyulaya, rüyalarımız kabuslara dönüşüyor. Her şeyden el etek çekmek istiyoruz. Böylesine bir haleti ruhiye içinde ise hep birilerini arıyoruz. Sığınabileceğimiz, dertleşebileceğimiz, "çay koy Keçeli yeniden başlıyoruz" diyebileceğimiz bir liman olsun arzusunu taşıyoruz. "Davet Yolunda Bir Siyah Bir Beyaz" kitabı da eleştirdiğimiz birkaç husus dışında -Rabbimize hamdolsun- bu isteği barındırıyor. Hem de çok yakın bir tarihten iki Müslüman şahsiyetle!

Okunması ve yaşanması duasıyla...

28 Zilkade 1440 / Mekke

 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —