AKP-MHP ortaklığının aldığı karar ile birden bire Türkiye´nin gündemine seçim geldi. İktidarın önünde daha 1,5 yıl varken bir baskın seçim kararının alınmasının makul bir izahı yoktu. Aslında, izahı vardı ama iktidarın söylemlerine dayanarak izahı yoktu diyorum. Çünkü iktidar özellikle ekonominin giderek çıkmaza girdiğini, bunun için baskın seçim kararı alındığını söyleyen muhalefete karşı ekonominin gayet iyi olduğunu, muhalefetin felaket tellallığı yaptığını ileri sürüyor. O zaman da insanın aklına, mademki Türkiye´nin ekonomisi ve dış ilişkileri gayet iyi durumda niçin birden bire yangından mal kaçırırcasına baskın seçim kararı aldınız? sorusunu geliyor. Bu soruya verilen cevap ise iktidarın çizdiği pembe tablonun gerçeği yansıtmadığını gösteriyor.
Öte yandan yürütülen seçim kampanyasını AKP ve MHP kanadının bir ayrıştırma yaklaşımı üzerine bina etmiş olması da kafalardaki soruları daha da artırıyor. Çünkü kampanya öylesine bir çizgiye oturtuldu ki, Cumhur ittifakçıları dinlediğinde ülkede iki kesim var, birisi kendileri ve yanlarında yer alanlar, diğeri ise onlarla aynı ittifakta yer almayanlar. İktidar kanadına göre yanlarında yer almayan partilerin hepsi hainlerden oluşuyor. Böyle bir yaklaşımın izahı mümkün değil. Çünkü ittifak düzenlemesini yapanlar da kendileri. Hâlbuki böyle bir düzenleme yapılmadan, yapılsa bile yüzde 10 barajı kaldırılmış olsaydı söz konusu kamplaşma gündeme gelmeyecekti. Eğer, tüm partilerin kendi yanlarında yer almasını sağlamak için ittifakları hukuki bir zemine kavuşturmuş iseler bunu makul bir akla sahip olanların düşünmesi mümkün olmaz. Çünkü tüm partilerin ille de iktidar kanadının istediği gibi tavır belirlemesi ve hepsinin kendilerini desteklemesini istemesinin yanlışlığı ortadadır. Kaldı ki, gündeme getirilen ittifak yasası ile toplum kamplaştırılmış ise bunun birinci dereceden sorumlusu da AKP-MHP´dir. Belli ki, iktidarlarını koruyabilmek için ülkenin kamplaşmasını istemişlerdir.
Dikkat çekmeye çalışacağım bir başka husus ise anayasa ve yasalar çerçevesinde seçimlere girme ve Cumhurbaşkanı adayı gösterme ve olma hakkına sahip partilerin iktidar mensupları tarafından hukuk dışı ilan edilmesi en hafif ifadesiyle hukuka saygısızlık, kendi çıkarları uğruna hukuku bir kenara itmek anlamına gelir. Böyle bir yaklaşımın ülkeyi ne gibi badirelere sürükleyeceğini söylemeye bile gerek yok. Dileğimiz bunca çirkinliği sergileyenlerin biran evvel makul bir çizgiye gelmeleridir. Onların kendi haline bırakılmaları halinde makul çizgiye gelmelerini beklemenin en azından şimdiki şartlarda mümkün olmadığı görünüyor. Bu bakımdan bu görevi insanımız yarın sandık başında yerine getirecektir.
Bu noktada seçimlerin bir savaş değil bir yarış olduğunu bir kez daha hatırlatmak isterim. Kim hangi düşüncede olursa olsun bu ülkede hep birlikte yaşamak durumunda olduğumuza göre bir seçim kampanyasını parti çıkarları uğruna insanlarımızı birbirin yüzüne bakamaz hale getirmemek gerekiyor. Bu duygularla yarınki seçimlerin sükûnet içinde geçmesini temenni ediyorum. Çünkü hiç kimsenin bir başkası karşısında üstünlüğü yoktur. İnsanların konumunu sadece yasalar belirler ve suçlu olduğu düşünülenler ile ilgili kararı da mahkemeler vermek durumundadır. Böyle bir karar olmadan kimseyi suçlu ilan etmek söz konusu olamaz. Bunun aksine davrananlar kendileri suçlu duruma düşerler.