Babam imam ? hatip okulunda çalıştığı için okul müdürümüz Gündüz Akbıyık´ın hanımı babamı tanırdı. Zira zaman zaman Teşvikiye´deki evine bazı işler için gittiği olurdu. Bir iki kere beni de götürmüştü. Bu nedenle hanımı beni de tanırdı. Gündüz Bey´in vefatının sene-i devriyelerinden birinde hocamız için bir hatim indirilmesini istemişti. Ben de iki arkadaşımla beraber hoca için bir hatim indirip duasını yapmak üzere evine gittim. Hoş beşten sonra bizi yemeğe davet ettiler. Odanın ortasında dikdörtgen bir masa vardı ve üzeri beyaz bir örtü ile örtülüydü. Hayatmda ilk defa porselen tabaklar, kristal bardaklar, çelikten mamul çatal ve kaşıklar görüyordum. Benim en çok dikkatimi çeken şey ise masanın ortasındaki salatadaki iri yeşil zeytinlerdi. Canım o zeytinlerden yemek istiyordu ama çekirdeğini ne yapacağımı bilmiyordum. Zira masanın üstünde beyaz bir örtü vardı. İmdadıma bizimle beraber yemek yiyen birinin zeytini çatalı ile alıp, yedikten sonra, yine çatalı ile çekirdeğini ağzından alıp tabağın kenarına koyması yetişmiş olmasaydı belki de o zeytinlerden yiyemeyecektim. Ben de o kişinin yaptığını yaptım ve zeytinden birkaç tane yedim. Sonunda yemek yenildi, hatim duası yapıldı ve evden ayrıldık. Çıkarken bize para vermek istedilerse de almadık. Bizim imam-hatip okulu öğrencisi olma ayrıcalığımız vardı, bize bu gibi durumlarda para alınmasının yanlış olduğu bilinci aşılanmıştı. Kapıya çıkınca üç arkadaş aynı anda ve hep birden ?Zeytin çekirdeğini ne yaptınız?? dedik. Birimiz ?Ben yuttum? dedi, diğeri ceketinin yaka cebinden çıkardı çekirdeği. Ben de çatalla tabağın kenarına koyduğumu anlattım. Hep birlikte halimize gülüştük.?
Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi eski dekanı, Prof. Dr. Celal Kırca işte bu cümlelerle anıyor öğrencilik yıllarını. Onun anıları İstanbul İmam Hatip Okulu´nun ve Yüksek İslam Enstitüsü mezunu olan neslin ortak hikayesi aynı zamanda. Kırca, 1950´lerden, 1960´lardan aktardıklarını ?Bir Nesle Mensubiyetin Hikayesi? başlığıyla bir hatırat olarak Çamlıca Yayınları´ndan yayımladı.O yıllarda imam hatip okulundan mezun olmak, yüksek İslam enstitüsünde okumak demek henüz çiçeği burnunda olan bu okulların ruhunu da oluşturmakta görev üstlenmek anlamına da geliyor.
Prof. Dr. Kırca, Giresun Espiyeli. İlkokul yıllarının ardından İstanbul´a gelerek önce çalışmaya başlamış. Ardından da İmam Hatip okulunda okumaya... O dönemlerde henüz imam hatip okulları yaygın değil. Hatta böyle bir okul olduğu çokça bilinmiyor da. İstanbul imam hatip okulunun açılmasının üzerinden çok zaman bile geçmemiş. Celal Hoca´nın babası İhsan Toksarı´nın bir vaazını dinlediği esnada imam-hatip olan hikayesi de başlıyor: ?Şehzadebaşı Camii´ne gitmiştik. 1959 yılının Aralık ayının son haftasıydı. Bir genç vaaz ediyordu. Babam bu genci sevmiş ve vaazını da beğenmişti. Yanındakine ?bu kim?? diye sordu. O adam da ?İhsan Toksarı? dedi. Camiden çıktıktan sonra sordu soruşturdu ve İhsan Toksarı´ın İmam-Hatip Okulu mezunu olduğunu öğrendi. Sonra İmam-Hatip Okulunu araştırdı ve nerede olduğunu öğrendi. Ertesi gün Eminönü´nden Draman otobüsüne binerek İmam-Hatip Okuluna geldik ve doğrudan Müdür Başmuavini´nin odasına girdik.?
Celal Hoca için o gün başlayan macera uzun yıllar devam etmiş. 1967´ye kadar imam hatip okulundaki eğitimine devam etmiş. ?Benim için imam hatipli olmak, ?çift kanatlı kuş, hem dini ilimleri hem de pozitif ilimleri öğrenen bilen biri olmak demekti. Bu duygu, sırf talebe olmanın ötesinde bir başka duyguyu ifade ediyordu. Bu duygu, hem dini hem de pozitif bilimleri birlikte öğrenmenin sağladığı özgüvendi. Bizim neslimiz bilgiye susamış bir haleti ruhiye içindeydi. Hasbilik içindeydik. Birbirimize karşı bu tutumumuzu hiç yitirmedik.?
O yıllarda yetişen neslin ortak değerlerinden biri de Tohum dergisi. 1963 yılında, imam hatip okulunun öğrencileri tarafından çıkarılmaya başlayan bu dergi, uzun yıllar okuyucusuyla buluştu. Kırca, Tohum dergisinin kendi nesilleri üzerindeki etkisini şu cümlelerle anlatıyor: ?Tohum´un ofisine herkes gelirdi. Tanıdık bir sürü yazar-çizer. Said Çekmegil, Osman Yüksel Serdengeçti, Emin Saraç hoca aklıma ilk gelenler. Orası bizim için bir mektep haline gelmişti. Sadece orası değil tabi. Beyazsaray´ın altındaki kitapçıların böyle bir havası vardı. Şule Yüksel Şenler´in abisinin ofisi yanımızdaydı. Seher Dergisi´ni çıkarırlardı. Kadir Mısıroğlu´nun bürosu da oradaydı. O dönemde buralar bir merkez, toplanma noktası vazifesi görüyordu. Hüsrev Subaşı´nın babası, İstanbul´un eski vaizlerinden İbrahim Subaşı da orada olurdu, onun yanına gider gelirdik. Enderun, Sabri Dereli´nin Tuğra´sı... Bizim dönemimizde bir Cağaloğlu kitapçılığı, bir de Beyazsaray kitapçılığı vardı. Tabi sonra Beyazsaray bitti. Tohum dergisindeki çalışmam benim farklı insanlarla tanışmamı sağladı. Aynı şekilde Tahir Kutsi Makal´ın Tarla dergisinde de bulundum. Beni geliştiren iki vesile oldu bunlar. Bizim camianın dışındaki insanlarla tanışmak, onların fikirlerini anlamak adına önemli oldular.?
Kırca, 1967 yılında İstanbul Yüksek İslam Enstitüsüne girer. Arkadaşlarıyla bir araya geldikleri yerlerin başında ise MTTB gelir: ?Bizim en çok gittiğimiz yerler, Yüksek İslam Enstitüsü Talebe Federasyonu ve tabi MTTB´ydi. Ancak en önemlisi Marmara Kıraathanesi´ydi. Küllük derdik oraya. Ben orada rahmetli Nihat Keklik hocamızı dinlerdim. Dündar Taşer, Mehmet Kaplan´ı hep orada tanımış, dinlemişimdir. Biz öğrenci olduğumuzdan çok konuşmaz, onları dinlerdik. Yüksek İslam Enstitüsü´ne başlayınca Bekir Topaloğlu Hocam da beni çok etkiledi. Mehmet Kaplan´la beni o tanıştırmıştı. Mümtaz Turhan´la da... O dönem Garplaşmanın Neresindeyiz? isimli kitabı elimizden düşmezdi. Mahir İz´in kitapları hakeza.?
Kırca ?içimdeki okuma sevgisini oluşturan hocalarımdan biri Nahit Babaoğlu´dur? diyor ve başlıyor anlatmaya: ?Daha İmam -Hatip 1´ci sınıftayken yolda ayağımıza takılan bir gazete parçasını dahi okumamızı, mutlaka işe yarayacağını söylemişti. Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum, arkadaşlarımızla gezmeye çıkmıştık ve okula geri dönerken gerçekyen ayağıma bir kağıt parçası takıldı. Hayat Mecmuası´nın ?Mevlana Celaleddin Rumi? yi anlatıldığı bir sayfasıydı. Yazıyı sonuna kadar okudum. O hafta Türkçe hocamız derse geldiğinde, ?Çocuklar bu hafta Mevlana Haftası. Mevlana kimdir? Kim ne biliyor?? dedi. Ben de okuduklarımdan aklımda kalanları anlatmaya çalıştım. Hayatımda ilk not ödülünü, o gün almış oldum.?
İmam hatip okulundaki edebiyat öğretmeni Lütfullah Sami Akalın´ın ?gözlem yapınız? tavsiyesi üzerine vapurlarda gözlem yapmaya başladığını söyleyen Kırca şunları aktarıyor: ?Hüseyin Rahmi Gürpınar, romanlarını gözlemleri üzerine yazarmış. Lütfullah Sami Bey de bize bunu tavsiye etmişti. Sırf bu nedenle bir gün Üsküdar vapuruna bindim. O zaman vapurlarda mevkiler vardı. İlk olarak ikinci mevkiye baktım. Oturan ve ayakta yolcular vardı. Çoğunluk konuşuyor, bu nedenle de bir uğultu meydana geliyordu. Talebe olduğunu sandığım bir-iki kişi kitap, gazete okuyordu. Birinci mevkide ise herkes oturuyor, bazıları fısıltı halinde konuşuyordu. Tek tük kitap okuyan da vardı. Daha sonra bir gün Kadıköy vapurunu gözlemledim. Kadıköy vapurunun ikinci mevki Üsküdar vapurunun birinci mevki gibiydi. Birinci mevki ise çok farklıydı. Bir defa konuşan yok denecek kadar azdı. Çoğunluk dergi- gazete okuyordu. Aralarında hiçbir şey yapmadan düşünenler vardı. Bir ara bazı insanların da üst kata çıktıklarını gördüm. Ben de çıktım. Burası daha seçkin görünen insanların olduğu bir mevki gibiydi. Orada oldukça şaşırdım. Hatta kıyafetimin uygun olmadığını düşündüm. Herkes kitap okuyordu. Ben ise elimde kitabım olmadığı için oldukça utanmıştım. Birden fazla kişinin elinde Kelebek romanı olduğunu gördüm. Karaköy´e inince ilk yaptığım şey gidip bu kitabı almak oldu. Daha sonra hep aynı vapurda, aynı mevkiye binip, okudukları kitaplara bakmaya başladım. Erich Von Daniken´in Tanrıların Arabaları, Cemil Sena´nın Hz. Muhammed´in Felsefesi ve daha farklı kitaplarla yine bu yolculuklarda tanıştım. Vapura biner, insanların okuduğu kitaplara bakar, Karaköy´de inip koşarak sahaflarda bu kitapları arardım.? O yıllarda yaşananların kendi nesilleri kadar günümüzü de etkilediğini anlatan Kırca, ?Bunlar sadece benim değil, aynı zamanda 1960´lı yıllardaki imam hatip ve Yüksek İslam Enstitüsü´nde eğitim alanların da hikayesi? diyor.