Türkiye Cumhuriyeti´nin Avrupa Ekonomik Topluluğuna ortaklık başvurusu ile ilk adımı atılan Türkiye-Avrupa Birliği (AB) üyelik süreci, henüz nihayete er(e)meyen uzun ve sancılı bir yola dönüşmüş durumda. 31 Temmuz 1959´da başlayıp 60 yılı bulan inişli çıkışlı asimetrik ilişkiler ağı, birçok kırılmaya maruz kaldı. 1965 yılında Gümrük Birliği sürecinin başlaması; 1987 yılında üyeliğin gerçekleşmesi talebiyle Türkiye´nin Avrupa Topluluklarına ayrı ayrı müracaat etmesi ve 1995 yılında yaklaşık 30 yıldır süren Gümrük Birliği geçiş dönemini tamamlamış olması, Türkiye-AB ilişkileri sürecinin ?tarih?ini oluşturdu.
Giderek yaşlanan beraberliğin ikinci baharı ise, 1999 yılında Helsinki´de gerçekleştirilen zirve sonucunda Türkiye´ye adaylık statüsü tanınmasıyla başladı. Oysa ki 1997 yılında gerçekleştirilen Avrupa Konseyi Zirve Toplantısında Türkiye´nin adı genişleme hamlesinde dahi zikredilmemişti. Bu dönemle birlikte Türkiye-AB ilişkileri, tarihinin en dinamik sürecine girmiş oldu. Katılım müzakerelerinin başlatılması hedefiyle Türkiye, 1990´ların ataletinden kurtularak AB merkezli yeni bir ivme kazandı. Özellikle 1999-2005 arası dönemde gerçekleştirilen yasal reformlarla temel hak ve özgürlüklerin kapsamı genişletildi; Türkiye´de AB uyum yasaları çerçevesinde Birlik ile katılım müzakerelerine başlamak için ön koşul niteliğindeki Kopenhag siyasi kriterlerinin yerine getirilmesi için yoğun bir reform sürecine girişildi ve demokrasi, hukukun üstünlüğü, ifade özgürlüğü ve insan hakları gibi birçok önemli başlıkta ilerlemeler kaydedildi. Bu dönemde uyum yasalarından hareketle 1982 Anayasası´nın üçte biri değiştirildi. AB süreci, Türkiye´de gerçekleştirilmesi hedeflenen reformlar için aynı zamanda yasal dönüşümü meşrulaştırıcı bir kuvvet vazifesi gördü ve hayata geçirilen uyum yasa paketlerinde ?AB çıpası? karar alıcılar için meşru bir dayanak oldu.