Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Bilinç Katili Popülizmler

Atasoy Müftüoğlu, “Bilinç Katili Popülizmler” başlıklı bir yazı kaleme aldı.

Bilinç Katili Popülizmler

İslam’a, Müslümanlara, insanlığa dair her şeyin; çok ağır, çok derin, çok boyutlu, çok trajik bir sınavla karşı karşıya bulunduğu; İslam toplumlarının/ülkelerinin İslam’ı temsil ve tecrübe iradesine sahip olmadığı; yerli-milli popülizmlerin İslam’ın yerine geçtiği, İslami ve insani yanımızın aşındığı; çıkarcı yanlarımızın güçlendiği; dindar-muhafazakar siyasetin her şey mübah oportünizmine/pragmatizmine dönüştüğü; oportünist araçsallığın büyük bir yükselişe geçtiği; zihinleri ve ruhları tutsak eden putperestliklerin hayat tarzına dönüştüğü; mezhep karşıtlıklarının, etnik karşıtlıkların toplumsal histeri şeklinde sıradanlaştığı; patolojik hayranlıkların bilinç körlüğüne neden olduğu, varoluşsal insani/ahlaki sorunların görmezden gelindiği, kötülüklerin iyilikleri ezip geçtiği, tarihsel bir dönemden geçiyoruz. Bu dönemde, yerli-milli retorik, ümmet fikrini-idealini geçersiz kılıyor.

İslam’ı ve insanlığı, yerli-milli sınırlara kapattığımız için, hem medeniyet-bilgelik kültürüne, hem de gerçek-somut evrenselleşme sürecine yabancılaşıyoruz. İslam dünyası toplumlarının, yapısal bir edilgenlik içerisinde bulunmaları, bu toplumları, sömürgeleştirilmeye elverişli hale getiriyor. Bu durum, bütün emperyalizmlere cesaret veriyor, cesaret vermeye devam ediyor. Bu nedenle de, İslam dünyası içerisinde yer alan ulus-devletler, varoluşlarını/hayatiyetlerini, emperyalist sistemin “müttefiki” olarak konumlandırmak suretiyle sürdürebiliyor. Günümüzde, İslam ülkesi olarak anılan ülkelerde/toplumlarda, ortak İslami anlamlar ve önyargılar ısrarla sürdürülüyor.

İslam toplumlarında otoriter iktidarları içselleştiren/meşrulaştıran güçlü bir gelenek yürürlükte olduğu için, bu gelenek eleştirel söylem kültürü içermediği için, otoriter iktidarların yalanları ve ihanetleri hiçbir biçimde sorgulanamıyor, yargılanamıyor. Eleştirel söylem kültürüne sahip olmayan İslam toplumlarında, sömürgeci sistem İslam’ı kendi siyasal/ideolojik çıkarları doğrultusunda kullanabiliyor. Günümüz İslam toplumlarında, İslami bilinç ilke-ahlak katili, yerli-milli popülizmler, sağcılıklar, İslami bütünlüğe, bütünlük ufkuna yabancılaştırdıkları için halklar, İslami bütünlüğü temsil etmek yerine, mezhepçi-etnik parçaların bağnazlığını temsil mücadelesi veriyor. Bu derin bağnazlıklar sebebiyle, halklar, Suriye’de Baas diktatörlüğünün yıkıldığı günleri “Suriye Devrimi” olarak tebcil ederken, aynı günlerde İsrail’in Suriye’yi işgal ederek, Suriye’nin tarihi boyunca edindiği askeri varlık ve mevcudiyeti tümüyle imha etmesini, Suriye’nin geçmişini ve geleceğini yağmalamasını, uğursuz bir sessizlikle karşılayabiliyor. Kendi kırılganlıklarını, zaaflarını, edilgenliklerini hissetmedikleri için, büyük bir yanılsamalar dünyasında yaşayan iktidar sahipleri, Suriye’de gerçek iktidarın, Amerika/İngiltere ve İsrail iktidarı olduğunu görüyor.

Eski Ahit merkezli, adım adım ilerleyen-genişleyen Büyük İsrail projesi ve Yahudi şeriatının hakimiyeti projesi karşısında, İslam dünyası toplumlarından bir gök gürlemesi şeklinde somut/fiili tepkiler beklenirken, bu toplumların nasıl yerli-milli popülizmlerle kısıtlandığını, engellediğini ve zayıflatıldıklarını gösterir. İslam dünyası olarak bilinen, ancak, İslami iradesi olmayan dünya, İslam’ın gereği olan İslami dayanışmayı gerçekleştirmiş olsaydı, insanlık tarihinin en büyük trajedisi Filistin trajedisi hiç yaşanmamış olacaktı. Bugün, aziz Filistin halkı, İslami bağımsızlık ve özgürlük için kurban vermeye devam ediyor. İslami iyiliklerden söz edebilmek için, İslami bütünlük için sorumluluk almak gerekir. Kendilerini İslam’a nispet eden parçaların bencillikleri, putperestlikleri kötülüğe hizmet eder. Emperyalist-sömürgeci irade bugün, özellikle Ortadoğu toplumlarını mezhep karşıtlıkları rekabetleri temelinde yeniden yapılandırıyor. Sözünü ettiğimiz emperyalist-sömürgeci projenin gönüllü olarak bir parçası olmayı seçen ülkeler, bu tercihlerini İslam’a ihanet pahasına yapıyor. Yerli-milli çıkarlar- patolojiler sebebiyle, aziz Filistin halkı yetmiş altı yıldan beri, Haçlı-Siyonist emperyalizmlerin saldırılarına tek başına direniyor. Bu durum utanç verici bir durum adıdır. Bütün bunlar yaşanırken, İslam toplumlarında akılsız iyimserlikler, yerli-milli iyimserlikler toplumsallaşıyor. Akılsız iyimserlikler, Müslüman halkları, hiç gelmeyecek olanı beklemeye sevk ediyor.

Günümüzde evrensel İslami bilinç ve ufuk, yerli-milli retoriğe, mezhepçi retoriğe yenik düşmüş bulunuyor. Bugün, evrensel bilinç ve dayanışma bir umut krizi içerisindedir. Umut krizini aşabilmek için dayanışma ve direniş kültürünün bütün imkanlarını hayata-harekete geçirmek gerekir.  Umudun kalbi dayanışma ve direniştir. Yerli-milli patolojiler evrensel İslam ailesi fikrinden, ümmet idealinden ne kadar çok uzaklaştığımızı gösterir. Bu uzaklaşmanın, yerli-milli sağcı muhafazakâr aparatçıkların barbarlığına neden olduğunu görmek gerekir. Evrensel İslami müştereklerin yerini etnik müştereklerin, mezhepçi müştereklerin aldığı bir dünya, İslam’ı bütünüyle işlevsiz-etkisiz kılan, derin bir ihanet dünyasıdır. Müslüman genç kuşakların evrensel İslami müşterekler üzerinde yoğunlaşmaları, geleceğe hayat verir. Mezhepçi etnik ayrımlar/ayrımcılıklar üzerinde yoğunlaşmak, ölümcül sonuçları olabilecek tehlikeli bir tercihtir. Bugün, hiç kimse, tercihlerinin ahlaki/entelektüel değerine bakmıyor, maalesef, piyasa değerine bakıyor. Hiçbir yerli-milli popülizmin, kapsayıcı bir gelecek vizyonu oluşturamayacağını, kapsayıcı bir tarihsel proje oluşturamayacağını bilmek/görmek gerekir. Popülizminler, fikirlerle, niteliklerle, bilgeliklerle ilgilenmezler; yalnızca, propaganda etkinlikleriyle ilgilenirler, her alanda yeni bir başlangıç, entelektüel bağımsızlık mücadelesi ile hayata geçirilebilir.

Hamaset-romantizm enflasyonu içerisinde yaşayan toplumların, varoluşsal-evrensel etkiler ürettikleri görülmemiş duyulmamıştır. İçerisinde yaşadığımız toplumsal-kültürel, siyasal gerçekliği dünyanın/tarihin gidişatını, küresel sömürgeci gerçekliği bütün boyutlarıyla eleştirel bir dikkatle takip ederek, İslami çözümlemeler üretmediğimiz taktirde, içsel karşıtlıklara, yıkımlara, hezeyanlara maruz kalmaya, akılsız iyimserlikleri sürdürmeye devam edeceğiz. Sadece, Haçlı-Siyonist emperyalizmi karşısında yaşanan ezici acımasızlıkları derinden hissederek, bunların nedenleriyle yüzleşme iradesi gösteren toplumlar, iyi bir gelecek için iyi bir başlangıç yapmış olurlar. Daha iyi, daha doğru, daha tutarlı bir zihinsel-entelektüel varoluş için, çok ufuklu, bir tefekkür hayatına ihtiyacımız olduğunu unutmamalıyız. İnsanlığın iyiliği için kullanmamız gerekirken kullanmadığımız/yaşamadığımız İslami bilgi-ahlak sebebiyle; insanlığın mahvı için üretilen/kullanılan bilgiye maruz kalıyoruz. Bilimin, hukukun ahlaktan, koparılması, bugün çok karanlık bir nostalji konusu haline getiren araçsalcılıkları içselleştirebiliyor. İnsanlıktan çıkmış bir çağda, dünyada, toplumda, İslam, ne yazık ki, milliyetçilikler ve mezhepçilikler adına araçsallaştırılabiliyor, bu durum, evrensel İslam’ı kültürü ve varoluşsal umutları yok ediyor. Milliyetçi-mezhepçi sapmalar, evrensel İslami düşünce ve dayanışma bilincini insanların zihinlerinden silip süpürüyor. Radikal emperyalizm Siyonizm’in İslam ümmetini topyekûn aşağıladığı, istiskal ettiği bir dönemde bile, bu aşağılanmalardan, ne yazık ki birleştirici bir sorumluluk ve bilinç çıkmıyor, çıkarılamıyor. Kaderci bir edilgenlikten ve tekrarlardan oluşan bir tarihe maruz kalan İslam toplumları, yerli-milli parçalara bölündükleri için, bugün, İslam’ın küresel bir alternatif olarak ortaya çıkışı imkânsız görünüyor. Yerli-milli bütün parçalar, bir medeniyet tutulması içerisinde yaşadıkları için, İslam’ı dayanışmaya, İslami bir toplumun nasıl tasavvur edileceğine ilişkin bir projeye ihtiyaç duymuyor.

Dünyayı değiştirmek isterken, modernliklere, küreselleşmeye, ideolojik-sömürgeci kültür teknolojilerine, ulus-devlet çıkarlarına maruz kalarak dönüştürülen, aynılaştırılan, modernleştikleri için aynı zamanda sekülerleştirilen Müslüman halklar, bugün, İslam’ı sadece nostaljik bir kültür olarak yaşatmaya çalışıyor. İslam’ı dayanışma bilincine yabancılaştırıldıkları için, bugün, yerli-milli parçalar Filistin’in maruz kaldığı tarihte benzeri görülmeyen soykırımı uzaktan izliyor ve dışarıdan tanımlıyor. Kendilerini İslam’a nispet eden toplumlar halklar karşı karşıya bulundukları tarihsel yenilgilerin farkındalığına sahip değiller. Yerli-milli algı masallarıyla, hurafeleriyle büyülenen halklar, İslami gelecek için, İslami başarılar için sorumluluk almaktan imtina ediyor. Günümüzde, insanlığın dünyası da, İslam dünyası da çok korkunç bir tarih tablosu ile karşı karşıyadır. İslam toplumları etnik- mezhepçi fanatizmlerle bütünleştikleri için, bu fanatizmin yıkıcı/yakıcı sonuçlarını öngöremiyor. Mezhep farklılıklarını derin bir soruna ve çok ilkel bir düşmanlığa dönüştüren zihin dünyası, hiçbir şekilde bir medeniyet iklimi/ortamı/topluluğu oluşturamaz. Bunları gerçekleştiremediği gibi, tarihsel bir özne olmayı da başaramaz. Maruz kaldıkları yenilgilerle yüzleşebilecek, bu konuda   aziz İslam’ın hatırı için, acımasız özeleştiriler yapabilecek evrensel zihinler yetiştiremeyen toplumlar ontolojik ve epistemolojik emperyalizme katlanmaya, tarihin bilinçsiz nesneleri olmaya devam ederler.

Günümüz dünyasında, bilgi-bilim-teknoloji özgürleştirici amaçlar için değil, araçsal amaçlar için üretiliyor. İslam toplumlarında da, yerli-milli tiranların İslam’ı araçsal amaçlar doğrultusunda kullanıyor olmaları, İslam’a yapılan büyük bir kötülüktür. Liberal-piyasa demokrasilerinin bir propaganda söylemi olarak yücelttikleri çoğulculuk, hoşgörü, insan hakları gibi kavramlar, Filistin halkına yönelik soykırım sürerken hiç gündeme gelmemiştir. Filistin halkı bugün hak sahibi olma hakkı olmayan bir halk muamelesi görüyor. Modernlik ve modern uygarlık, emperyal bir tahakküm sistemi olarak bugün dönüştürücü etkisini sürdürüyor. Dünyayı cehenneme çeviren emperyalizmler sıradanlaşıyor, normalleşiyor. Bağımsızlıklarını tamamlayamadıkları halde, kendilerini İslam’a nispet etmeye devam eden ülkelerin, emperyalistler tarafından kendilerine dayatılan, mezhep rekabetleri-karşıtlıkları temelinde bir konumu içselleştirmeleri, İslami direniş hareketlerini ve mücadelelerini dışlamaları tarihsel bir çelişki ve tutarsızlıktan ibarettir.

İslami bütünlük inancına/iradesine/düşüncesine bütünüyle yabancılaşan, yerli-milli bir hamaset iklimine kapatıldığımız için, radikal/sahici-evrensel bir İslami varoluş/duruş sergileyemiyoruz. Kendilerini Müslüman olarak tanımlayan çevreler, derin bağnazlıkların ve önyargıların kurbanı oldukları için, bugün düşünce-sorumluluk alışverişi yapmak yerine, nefret ve düşmanlık alışverişi yapıyor. Toplumlarımızda sistematik bir biçimde yerli-milli algı manipülasyonlarıyla, yerli-milli-muhafazakâr aparatçıklar/otomatlar üretiliyor. Günümüz İslam toplumları/ülkeleri arasındaki ilişkiler, İslam’ı yok saymak pahasına, acımasız çıkarcılıklar temelinde sürdürülüyor. Acımasız çıkarcılıklar, İslam toplumlarını istikrarsızlaştırıyor. Bu acımasız çıkarcılıklar, etnik farklılıkları, mezhep farklılıklarını içerecek şekilde tahkim ediliyor. Muhafazakâr/dindar çevreler, İslam’ın evrensel kuşatıcılığını, insanlık ölçeğindeki kuşatıcılığını inkâr edecek ölçüde, etnik-mezhep farklılığı söz konusu olduğunda, psikolojik açıdan faşizme sonu kadar açık bir tavır sergiliyor. Psikolojik açıdan faşizme açık olan toplulukların ahlaki hayatları, manevi hayatları, düşünce-tefekkür hayatları olamaz.

İslami varoluş, varoluşsal İslami bütünlüğü koruyarak, tamamlayarak, onurla temsil ederek, bu bütünlüğü somut olarak temsil ederek, bu bütünlük bilincinin peşinden giderek gerçekleşir. İslam toplumları, sözünü ettiğimiz varoluşsal bütünlüğü içselleştirme, temsil ve tecrübe etme iradesini kaybederek, yerli-milli algı hikayeleriyle yollarına devam ettikleri için, bugün, Haçlı-Siyonist emperyalizmi karşısında, bu emperyalizmlerin iradeleriyle ve dayatmalarıyla uzlaşarak varlıklarını sürdürmeye çalışıyor. İslam toplumları, Türkiye’de de müşahede edileceği üzere, karşı karşıya bulundukları büyük ve derin kırılmaları hiçbir şekilde toplumsal-entelektüel tartışma konusu yapamıyor. Büyük ölçüde sıradanlaşan teslimiyetçi uzlaşmalarla, ilgili ülkeler, olağanüstü durumları, konumları, ilişkileri olağanlaştırıyor. İslami düşünce-kültür ilahiyat hayatına, gerçeklerle yüzleşmek adına, gelecekle yüzleşmek adına, olağanlaştırılan teslimiyetçi uzlaşmaları tartışmaya cesaret etmeleri gerekir. İslami dayanışmanın yerini mezhep dayanışmasının, etnik dayanışmanın aldığı bir dünya, zihin/ruh/ahlak dünyası patolojik bir dünyadır. Bu patolojiler sebebiyle, bugün, İslami kesimler, evrensel İslami bütünlük bilincinin tükendiğini görmüyor. Toplumlarımızda, İslami ufukları genişletme çabası içerisinde olanlarla, İslami ufukları daraltma çabası içerisinde olanlar arasında yeni karşıtlıklar oluşuyor. Erdemli toplumlar olarak anılması gereken İslam toplumları, barbarlık toplumlarına dönüştürülüyor.

Günümüz Türkiye’sinde kendilerini muhafazakâr/dindar olarak tanımlayan kesimler, içerisinde yaşadığımız ahlaki anlamda mutlak toplumsal çöküş-tükenişle acilen yüzleşmeleri gerekirken, büyük bir aymazlıkla bütünleştikleri için, mezhep düşmanlıklarıyla ilgileniyor, evrensel bir kimliğin adı olan, kuşatıcı-kapsayıcı İslami kimliği bir yana bırakarak, İslam’ı değersizleştirmek/itibarsızlaştırmak pahasına, kendilerini dışlayıcı-ötekileştirici alt kimliklerle sınırlandırabiliyor. Mezhepçi üstünlükçülük şizofrenisi, mutlak öteki olarak konumlandırdığı mezhepleri iğrenç bir dille aşağılamaya/alçaltmaya çalışıyor. Bu konuda, iftira ve küfür eşiği bilinçli bir biçimde aşılabiliyor. Hangi mezhep adına gerçekleştirilirse gerçekleştirilsin, mezhepçi karşıtlık-acımasızlık temelinde sürdürülen linç kampanyaları, linç kültürü, utanç verici bir tarih oluşturuyor. Bu kültürsüzlük-tefekkürsüzlük-erdemsizlik ikliminde, ahlaki ayrımcılık temelinde siyaset yapılabiliyor, muhalif-eleştirel çevrelerin hak sahibi olma hakları tanınmayabiliyor, eşitsizlikler kurumsallaştırılabiliyor, özel adalet yapılanmaları meşrulaştırılabiliyor, siyasal muhalifler için özel ceza sistemleri geliştirilebiliyor.

İslam toplumlarında popülist propagandanın gücü, hakikatin ışığını söndürebiliyor. Toplumlarımızda yaşanan bayağılık-yozlaşma-yalan kasırgaları, bütün bilgelikleri esip geçiyor, geçebiliyor. İnsanlık tarihi boyunca yaşanan bütün kötülükleri/zulümleri mumla aratacak, Siyonist canavarlıkların, soykırım ve işkencelerin, Filistin’i bir enkaz yığını haline getirdiği; hiçbir şekilde bir suç işleme iradesine sahip olmayan masum çocuklarımızın gelecekte suç işleyebilecekleri mülahazasıyla soykırıma tabi tutulabildiği; insani bir hukuktan söz edilemeyen, yalnızca emperyalist hukukun geçerli olduğu; orantısız ve canavarca yürütülen Siyonist saldırılar karşısında, İslam ülkelerinde iktidarda bulunan vicdansız sosyopat tiranlar ve onlar yardakçıları, bugün, bütün bu büyük kötülükler hiç yaşanmamış gibi, İsrail’le diplomatik ve ekonomik ilişkilerini sürdürebiliyor.

Bugünün tarihi, kötülük, istismar, zulüm, soykırım üreterek geriye doğru ilerliyor. Bütün bunlar yaşanırken evrensel anlamda İslami bir alternatif arayışı olmaması, dehşet verici bir İslam dünyası tablosu ile karşı karşıya bulunduğumuzu gösterir. Toplumlarımızda, İslami doğrultuda gerçek/yapısal bir değişim/dönüşüm yaşanmadığını, görmek/anlamak gerekir. Türkiye, Cumhuriyet tarihi boyunca, seküler milliyetçilikten ancak, muhafazakâr-dindar bir milliyetçiliğe geçebilmiştir. Oportünist ve pragmatik politik tercihlerin mutlak tutarsızlıklarla malûl olduğu somut bir gerçektir. Modernliğin, modern uygarlığın, sekülerizmin derin krizini, küresel adalet duygusunu bütünüyle yok ederek, hukukun mutlak biçimde araçsallaştırılmasına neden oldu. İslam toplumlarında, bugün, dini duyguları istismar temelinde yapılandırılan propaganda/manipülasyon sisteminin toplumsallaşması, yani imkanların, yeni başlangıçların, yeni projelerin ve hesaplaşmaların ufkunu kapatıyor.

İçerisinde yaşadığımız toplumlara hâkim olan yıkıcı-ötekileştirici-dışlayıcı politik propaganda söylemi, toplumsal ve siyasal mutabakatı imkânsız kılıyor, toplumsal ayrışmaları derinleştiriyor, toplumsal sağduyuyu bütünüyle yok ediyor.

Toplumlarımızda anlamlı/sorumlu/adaletli bir dil-söylem hâkim oluncaya kadar hiçbir şeyin mümkün olmayacağını idrak etmek gerekir. İslam ve Müslümanların yerelliklerin ve geçmişin sınırları içerisine kapatıldığı günlere kadar, evrensel anlamda etkileşim ve iletişimi çok değerli, çok önemli ve öncelikli buluyordu. Bugün, İslam, kabileci-mezhepçi barbarlıklar tarafından terörize ediliyor. Bu durum, kuşatıcı-kapsamlı İslami farkındalığın yerini kitlesel fosilleşmelerin aldığını gösterir. Müslümanların, İslam toplumlarının acil/hayati İslami dayanışmanın nasıl inşa edilebileceği üzerinde yoğun-kapsamlı çalışmalar yapmaları gereken, benzeri görülmemiş zamanlarda bu varoluşsal sorumluluk, sözünü ettiğimiz çok yönlü fosilleşmeler sebebiyle yerine getirilemiyor. Fosilleşen yapılar, emperyalist/sömürgeci/soykırımcı tarihin gidişatına müdahale eden İslami direniş hareketlerini-mücadelelerini yalnızlığa terkediyor. Günümüzde, ortak aidiyet, ortak paylaşım bilincine dayalı ilişkilerin yerini, ideolojik/politik/hizipçi/kabileci ilişkiler alıyor. Sözünü ettiğimiz kabileci ilişkiler, toplumlarımız, sorumlu İslami dayanışma sorumluluğuna kayıtsız kaldıkları için sürdürülebiliyor. Kabileci/hizipçi/mezhepçi putperestlikler, İslam toplumlarının tamamının paylaşabileceği bir gelecek vizyonu-projesi oluşturmazlar. Yeni bir insani-İslami gelecek, kabileci-mezhepçi putperestlikler aşıldığında konuşulabilir hale gelecektir.

Dini motifler ve hamaset yoluyla, popülist kitle kültürü yoluyla harekete geçirilebilen kitleler, düşünme, sorgulama ihtiyacı duymazlar. Hamaset ve kitle kültürü yoluyla harekete geçirilebilen, hamaset-kitle kültürü doğrultusunda tercihler yapan, akıl yürüten halklar, milliyetçi-mezhepçi hezeyanlarla büyülendikleri için, içerisinde yaşamakta bulundukları varoluşsal çelişkileri, savrulmaları, yozlaşmaları, tutarsızlıkları, ihanetleri hiçbir şekilde seçeneğin kalmadığını, dayanışmasızlığın sonunun büyük bir hiçlik olduğunu idrak edemiyor. Günümüz İslam dünyası, kendilerini nesneleştiren modern uygarlığın ve tarihin rövanş ve intikam uygarlığı-tarihi olduğunu öğrenerek, bu doğrultuda bağımsız bir konum- irade belirlemeye başlayabilmelidir. Modern dünya sistemi, bu sistemin edilgen parçaları olmayı reddeden direnişçi bütün yapıları ve mücadeleleri yok etmek istiyor. Bu nedenledir ki, bugün, emperyalizmleri/sömürgecilikleri/soykırımları, toplama kamplarını/işkence kamplarını sorgulayan, adalet isteyen bir dünya yok. İslam toplumları edilgenliğe/teslimiyetçiliğe alıştıkları için, araçsal/ırkçı/ideolojik hesaplar tarafından sistematik bir biçimde işlevsiz hale getirilebiliyor.

 

Kaynak: farklibakis.net



Anahtar Kelimeler: Bilinç Katili Popülizmler

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER