06.10.2018 Cumartesi
CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan´ın çarşamba günü yeni akademik yılın başlaması dolayısıyla yaptığı konuşmada üniversitelerdeki ?nicelik-nitelik´ meselesini gündeme getirmesi üzerine Türkiye´nin bilimde dünya sıralamasındaki yerini görebilmek amacıyla incelediğim tablolar, karşıma çok çarpıcı bir durum çıkardı.
Bu, Çin Halk Cumhuriyeti´nin bilimsel yayınlarda, özellikle temel bilimler ve mühendislik gibi alanlarda son 15-20 yıl içinde kaydettiği olağanüstü sıçramaydı.
Sözünü ettiğim durumla, akademik yayınlar ve bu yayınların aldığı atıflar üzerinden ülkelerin bilimsel üretim performansını ölçümleyen SJR veri tabanındaki sıralamaları incelerken karşılaştım.
*
Önce yönteme açıklık getirelim. SJR veri tabanında 1996-2017 yılları arasındaki dönemde toplam 27 akademik alan değerlendiriliyor. Her bir alanda ülkelerin bilimsel üretkenliğini, yıllar itibarıyla nereden nereye geldiklerini somut veriler üzerinden izleyebilmeniz mümkün.
SJR endeksinin ölçüme başladığı 1996 yılında 27 alanın hepsinde de ABD, tartışmasız dünya lideri. Ancak, özellikle 2000´li yılların başlamasıyla birlikte, Çin Halk Cumhuriyeti yukarı doğru bir tırmanış kaydederek, birçok alanda ABD´nin önüne geçiyor.
Örneğin, 1996 yılında 27 alanın tümünde de birinci olan ABD, 2017 yılı sonunda birinciliği yalnızca 16 alanda koruyabiliyor. Toplam 11 alanda ilk sırayı Çin´e kaptırmış. ABD´nin önüne geçtiği şu alanlar Çin´in yönelişi hakkında yeteri kadar fikir verici: Enerji, mühendislik, çevre bilimleri, kimya mühendisliği, kimya, bilgisayar bilimi, karar süreçleri bilimi, yer ve gezegen bilimleri, materyal bilimi, matematik, fizik-astronomi...
Çin, ABD´yi materyal biliminde 2007, bilgisayar biliminde 2009, matematikte 2012 ve fizik-astronomide 2013 yıllarında geçmiş. Ayrıca, Çin´in birinci olamadığı diğer alanların çoğunda ikinci sırada durarak, ABD´ye rekabet baskısını hissettirdiği gözleniyor.
Çin´in bu etkileyici performansı, bir ülkenin uyguladığı sistematik bilim politikalarıyla çok da uzun olmayan bir zaman dilimi içinde ne kadar önemli bir fark yaratabileceğini gösteren, örnek alınması gereken bir başarı öyküsü.
*
Gelelim ülkemize. Dünkü yazımızda vurguladığımız üzere, Türkiye, 2017 yılında bütün alanların toplamında dünya sıralamasında 19´uncu geliyor. Buna karşılık 1996 yılında dünya sıralamasında 26´ncı sıradaymış. Geçen 22 yıl zarfında Türkiye 7 basamak yükselerek 19´uncu sıraya çıkmış.
Daha detaylı bir okumada, Türkiye´nin 1996´dan 2004´e kadar genel bir yükseliş çizgisi izlediğini, bu tarihten sonra 18-20 bandında yerini sabitlediği görüyoruz. 2004 yılında ilk kez 20´nci basamağa çıkan Türkiye, 13 yıl sonra geçen yıl 19´uncuydu.
*
Bütün bu sıralamalarda göze çarpan bir nokta, İran´ın 1996´da Türkiye´nin çok gerisinde, 52´nci sırada olmasına karşılık, sonrasında büyük bir atağa kalkması, istikrarlı bir şekilde adım adım yükselerek Türkiye´ye yaklaşması ve ardından Türkiye´yi geçmesidir. İran, genel sıralamada Türkiye´yi 2011 yılında geçerek 17´nciliğe çıkmış. Türkiye o yıl da 19´uncu sırada. İran 2017´de 16´ncı sıraya yükselmişti.
SJR endeksindeki toplam 27 alana bakıldığında, İran, tam 21 alanda akademik yayınlarda ve alınan atıflarda Türkiye´nin önüne geçiyor. Türkiye´nin İran´ın önünde olduğu yalnızca 6 alan var: Sanat-beşeri bilimler, ekonomi, tıp, psikoloji, sosyal bilimler ve veterinerlik... İran, bunun dışında çoğu temel bilimler ve mühendislik gibi alanlarda olmak üzere her alanda Türkiye´yi geçiyor.
Tek bir alandan örnek vermek gerekirse: Türkiye, 1996 yılında matematikte dünya sıralamasında 33´üncü, İran ise 47´nci sıradaymış. Geçen yıl İran matematikte 13´üncü sıraya çıkarken, Türkiye 20´nci basamaktaydı. Kimyada sıralama 11-20 İran´ın lehine. Fizik-astronomide ise 13´e 21.
*
Bu tabloya bakınca, İran´ın ciddi bir devlet politikasıyla akademik yayınları teşvik ederek, anlamlı bir sıçrama gerçekleştirdiğini teslim etmemiz gerekiyor.
Türkiye´de ise son yıllarda üniversite sayısında büyük bir artış kaydedilmesine karşılık, akademik yayınların, yani bilimsel üretimin bu niceliksel artışı izleyemediği, aksine dünya sıralamasındaki yerinden de görüleceği gibi bir durağanlaşmanın yaşandığını söylemek mümkün.
Üniversitelerdeki öğretim üyesi kayıplarının, beyin göçünün önümüzdeki yıllarda bu yönelişe daha da olumsuz etki yapması muhtemeldir.
Her halükârda bilimde fark yaratabilmek açısından Çin ve İran örneklerinden çıkarmamız gereken pek çok sonuç var.