Çağımızın temel sorunlarından biri de bilgi ve değer ilişkisidir. Çağdaş toplumun “bilgi toplumu” olarak lanse edilmesinin içerimlerinden biri de bu toplumun değer temelli değil, bilgi temelli bir toplum olduğudur.
Peki, bilgi toplumu nedir?
1956-57 yılları, Harvard Üniversitesi’nden sosyolog ve gelecek bilimci Daniel Bell Amerika’da toplumsal bir dönüşüm olduğunu görmüş ve bu dönüşümle birlikte “post endüstriyel toplum”un ortaya çıktığı tezini ortaya atmıştır. Ancak Amerikan toplumundaki temel eğilimleri belirleyen John Naisbitt bu isimlendirmenin hiçbir şey ifade etmediğini belirterek, isimlendirme yapamadığımız her dönemi “post” veya “neo” olarak adlandırmanın doğru olmadığını söylemiştir. Bu tür isimlendirmeler bir dönemin sonunu ifade eder, ama yeni dönemi adlandırmaz. İşte, bu isim sorununu çözmek üzere yazar post-endüstriyel toplumun “bilgi toplumu” olarak ifade edilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Bununla toplumda hizmet sektörünün sanayi sektörünü solladığı bir sektörel bir kaymaya işaret edilir, ama olayın özü gizlenir. Eğer bu sektördeki gelişmeler dikkatle incelenirse, hizmet sektörü de değişim geçirmektedir. Geleneksel hizmet sektörü küçülürken, yeni bir hizmet sektörü de doğmaktadır.
Eğer bilgiyle çalışan meslekler çıkartılırsa, geriye kalan hizmet sektörü çok küçük kalır. Yazara göre 1950’de yüzde 17 oranında bilgiyle çalışan meslek grubu varken, bu oran 1960 yılında yüzde 60’a kadar çıkmıştır. Bilgi meslekleri arasında programcılar, eğitimciler, avukatlar, bankacılar, teknisyenler, sekreterler, muhasebeciler ve memurlar başta gelmektedir. Şu an çoğu Amerikalı zamanının büyük kısmını bilginin üretimi, toplanması ve dağıtımıyla harcamaktadır. Akademik eğitimden geçmiş olanların hemen hemen hepsi bilgi sektöründe çalışmaktadır.
Endüstriyel toplumda finansal araçlar her şeyin etrafında döndüğü eksen iken, enformasyon toplumunda “know-how” merkeze gelip yerleşmiştir. Bu kelime genel anlamda bilgiyi, özel anlamda ise teknik bilgi ve beceriyi ifade etmektedir. Hatta bazen işletmelerin sahip olduğu gizli bilgileri de kapsamaktadır. Kapital-yoğun bir işletmecilikten düşünce-yoğunluklu bir işletmeciliğe geçiş olmuştur. Bu noktada işletme sayılarında da müthiş bir patlama olmuştur. 1950 yılında Amerika’da 93.000 yeni işletme açılmışken, 1960 yılında yıllık 600.000 yeni işletme kurulmuştur. Bu endüstriyel ekonomiden bilgi ekonomisine geçişe işaret etmektedir.
Bu bilgiler ışığında “bilgi toplumu” sözcüğünün günlük kullanımı yetersizdir ve ekonominin etrafında döndüğü yeni ekseni anlatmaktadır. İktisat bilimi açısından bu yeni gelişme ne ifade etmektedir?
Bilginin sürükleyici faktör haline geldiği ekonomide, Naisbitt’e göre klasik ekonomistlerin formüle ettikleri emek değer teorisi eskimiştir, bunun yerine bilgi değer teorisini koymanın tam da vakti gelmiştir. Çünkü bilgi toplumunda bilgi sayesinde mal ve hizmetlere değer katılmaktadır. Dışarda pazarların gerilediği dönemde bile, Amerikalılar know-how, uzmanlık ve menajerlik satımında zorluk çekmemektedirler.
Bilgi toplumu sözcüğünün insanlarda yarattığı yanılgı, bilginin değerleri gereksiz kıldığı yönündedir. Gerçekte bilgi ne kadar çoğalıp etkin bir güç haline gelse de değer problemini çözmez, hatta bu problemi derinleştirir. Çünkü hayatımızı bilgi değil, değerler düzenler. Değerler iyi ve kötü hakkındaki soyut düşüncelerimizdir. Değerleri ete kemiğe bürünmesini sağlayan şey, normlardır. Kültürü bir madalyonun iki yüzü olarak görebiliriz: Kültürün bir yüzünü değerler, diğer yüzünü de normlar oluşturur. Değerler toplumun ruhu, normlar ise bedenidir. Ruh çökmüşse normlar işlemez hale gelir. Bunun böyle olacağını klasik sosyologlardan Emile Durkheim haber vermiştir ve o bu gelişmeyi “anomi” olarak nitelemiştir.
Türkiye toplumunda normların işlememesi, modernleşme ve toplumsal değişme yüzünden bir değerler krizine girmiş olmamızdan kaynaklanmaktadır. Geleneksel değerler yeni kuşaklara aktarılamadığı gibi bunun yerine yeni değerler de konulamamıştır. Çünkü Cumhuriyet modernleşmesi eğitim yoluyla toplumda büyük bir yanılgı yaratmayı başarmıştır. Bu yanılgı, değerlerin yerini bilginin alacağı tezidir. Oysa Türkiye toplumunda eğitim ve buna bağlı olarak bilgilenme arttıkça, değer problemi çözülmemiş ve giderek çıkmaz bir sokağa girilmiştir. Şimdiler bütün toplumsal ve politik kesimlerde bir ahlak sorunumuz olduğu kabul edilmektedir.
Bugün eğitim sistemi başta olmak üzere tüm kişi ve kurumlar bilgi ve değer ilişkisi konusunda yeniden düşünmek zorundadır. Bilgi, “olguların bilgisi”dir ve bu bilgi bilimsel disiplinlerin ürettiği bir şeydir. Bizim gerçeklik hakkındaki bilgimiz arttıkça, gerçeği kontrol etme imkânımız da artar, ama bu bizi daha medeni ve nezaket sahibi bir toplum haline getirmez. Tam tersine elimizdeki bilgi ve teknoloji, üst değerler tarafından denetlenmediği sürece tabiatı ve toplumu tahrip etme imkânlarını artırır.
Değerleri üreten disiplinler din, ahlak ve hukuktur. Bunlar betimleyici ve açıklayıcı disiplinler karşısında normatif disiplinler olarak tanımlanır. Şerif Mardin’in işaret ettiği gibi Kemalist ideoloji değerler ve estetik gibi konularda herhangi bir teklif getirmemiş ve insan hayatına dokunamamıştır.
Artık şunun anlaşılmış olması lazım: Bilgi ve değerin hayatımızdaki yeri ve işlevi farklı farklıdır. Biri diğerinin yerine geçmez ve birinin toplumda yarattığı boşluğu diğeri dolduramaz. Bu bakımdan ilahiyatçılardan bilimsel bilgi üretmesini beklemek ne anlamsızsa, bilim insanlarının da değer üretmesini ve aktarmasını beklemek de aynı derecede anlamsızdır. Zaman zaman kamuoyunda duyduğumuz “cami yerine okul inşa etmek” tezi kadar “okul yerine cami inşa etmek” de abesle iştigalden başka bir şey değildir. Çünkü bu iki kurum birbirinin yerine geçmez, birinin eksikliğinde ortaya çıkan sorunları diğeri çözemez!
Buraya kadar anlattıklarımızdan bilgi ve değer arasında bir uçurum olduğu şeklinde bir sonuç da çıkmaktadır. Gerçekten de bu böyle midir? Felsefede değer ve bilgi ilişkisi çıkmaza girmiştir. İskoç filozof David Hume olgusal önermeler (olan) ile ahlaki önermeler (olması gereken) arasında önemli bir fark olduğunu ve olgusal alandan ahlaki alana geçişin muğlak olduğunu savunmuştur. “Hume yasası” veya “Hume’un giyotini” de denen bu yasa, ahlaki ve değerlendirici olmayan olgusal önermelerden, mantıksal olarak ahlaki önermelerin çıkamayacağını söyler.
Olgusal ve ahlaki önermeler arasındaki uçurumu çözmek için yola çıkan 19. yüzyıl pozitivizmi bugüne kadar vaat ettiği hiçbir sorunu çözememiştir. Pozitivist söylemden sadece “Mümkün olan şey, olması gerekendir” şeklinde bir sonuç çıkmıştır ki, 20. yüzyıl boyunca tabiata ve topluma karşı işlenecek cinayetleri meşrulaştırmaktan başka bir işe yaramamıştır. Bugün bu bilimsel determinizm Nuh Harari gibi popüler yazarların da geçim kaynağını oluşturmaktadır. Ona göre insanlık uzun bir evrim sürecinden sonra, şimdi tanrılaşma noktasına gelmiştir. Homo sapiens devri kapanıyor ve Homo deus devri açılıyor. Ona göre insanları tanrı mertebesine yükseltecek üç mühendislik dalı önemlidir: Biyoloji mühendisliği, siborg mühendisliği ve organik olmayan varlıkların mühendisliği. Buna göre yenidünyayı ve insanı, mühendisler ve mühendislikler inşa edecektir. Burada 19. yüzyıla özgü sosyal mühendisliğin yerini yeni bir mühendisliğin aldığı açıktır!
Bu işin başka bir yolu var mıdır?
Bize göre değer ile bilgi arasındaki uçurumu çözecek olan kavram insani ve toplumsal “pratik”tir. Nasıl iman eyleme dönüşmeyince pratik bir değer taşımaz ve kurtarıcı olmazsa, bilgi ve değer de pratiğe aktarılmadan ne sonuç verir ne de kendi aralarında var olan uçurumu kapatamaz. Bir değer ancak pratiğe aktarılınca gerçeklik haline gelir ve bilimsel disiplinlerin konusu haline gelir. Bunun gibi, bir bilgi de hayata aktarılınca onun sonuçlarını gözlemler ve bir yargıya varabiliriz. Değer ve bilgi ancak pratik sonuçları bakımından değerlendirilebilir. Birinin diğerine dönüş olasılığı da pratik üzerinden görülebilir.
Bilgi ve değer ilişkisi konusunda ulaştığımız sonuçları şu üç madde halinde özetleyebiliriz. İlk olarak bilgi disiplinleri değer üretemez, değerleri üreten disiplinler normatif disiplinlerdir. Bunların da başında din, ahlak ve hukuk gelir. İkinci olarak bilgiyi yönlendiren değer olmak zorundadır. Değerden bağımsız bilgi, modernitenin kurucularından biri olan Bacon’ın da dediği gibi “güç”tür ve güç olarak bilgi sadece egemen güçlere hizmet eder.
Üçüncü ve sonuncu olarak bilgi ve değer arasındaki uçurumu aşmanın mümkün yolu, bu iki olguyu pratik açısından görmektir. Pratik, değer ve bilginin sınandığı, birbirini denetlediği ve önemli ortaya çıkardığı bir alandır.
Kaynak: Fafklı Bakış