Tarih: 07.05.2021 02:01

Biçim ve ruh arasında insan…

Facebook Twitter Linked-in

İnsan, insan olma özelliğini beden ve ruh bütünlüğü sayesinde elde eder. Tek başına beden veya tek başına ruh insanı temsil edemezler. Ama her ikisi kendi kıvamında varlık kazandığı zaman nitelikli bir insanın oluşumu temellenir. Biçim, varlığın kendisini somutlaştırmasıdır. Biçim olmadan var olma özelliği kazanılamaz. Burada var olma maddi ve somut bir duruma göndermedir. Ruh ise o bedene hareket kabiliyeti kadar anlam yüklemesini teminat altına alır. İnsanı robot olmaktan kurtaran ruhudur. Salt manevi bir varlık oluşundan kurtaran ve insanı insan kılan ise bedene sahip oluşudur. Ancak tarih boyunca beden/biçim ve ruh gerilimi farklı eğilimleri, kültürleri ve medeniyetleri inşa etmiştir. Batı biçimi, doğu ise ruhu/ soyut olanı temsil etmiştir. Kültürler, somut ve soyut arasındaki gerilimin niteliğine göre ağırlığı bazen somut ve bazen ise soyuta doğru kaydırır. Hatta aynı kültürün iki veçhesi olarak ruh ve biçim öne çıkabilir. Modern düşüncede idealist olanlarla realist ve materyalist olanlar arasında da aynı gerilimi gözlemleyebiliriz.

Biçim, karakteristik özelliği olarak üç boyutlu dünyada varlığını gözler önüne seren bir formu içerir. Gözlemlenebilir, tanınabilir, tanımlanabilir olma özelliğini kazandıran biçim, onu diğerlerinden ayırtan özelliği de işaret eder. İlahi Esmanın tecelli edişinde farklı biçimlerin meydana geldiği aşikârdır. Biçim, tecellinin varlığını insan zihnine yakınlaştıran ve algılatan bir özellik taşır. Aynı şey insan içinde geçerli; kişi, yaptığı şeyler ile görülür olduğu gibi tanımlanabilir hale geliyor. Özün kendini üç boyutlu dünyada görünür kılmanın tek imkânı olan biçim, özü şekillendirerek özün algılanabilirliğini sağlar.

İnsan, yapıp ettikleri ile bilinir. Eylem, belirli bir biçimi ihtiva ederek niyetin somutlaşmasına zemin oluşturur. İnsanın yapıp ettiği ise ruhu tarafından anlamlandırılır. Eğer, ruh yerine başka şey anlamı koyarsa kişi o zaman o anlama göre tanımlanır olacaktır. İşte insana dair farklı tanımlamaların imkân haline dönüşmesini sağlayan şey budur. İnsanı, yalancı, doğrucu, kıyıcı, yapıcı, sağlam veya çürük kılan şey; yaptıklarını hangi ruh ikliminde yaptığı ile orantılıdır. İnsanın yaptıklarına verilen anlam, o yaptığı şey ile şeyin yapılmasını sağlayan irade, niyet ve anlamadır. Bu temel gerçeği dikkatten kaçırmamak lazım! Farklı insan tanımları, farklı insan karakterlerinin varlığı, farklı insan betimlemelerinin dayanağı burasıdır.

İnsanın ruhu elinden alındığı andan itibaren o bir hayvana dönüşür.  İnsan o zaman sadece yer, içer, ürer, çoğalır, ölür gider… İnsanı, bedenden arî kıldığınızda ise onu atıl, tembel, işe yaramaz, küskün, içine çekilmiş ve işe yaramaz biri haline getirirsiniz. Çünkü insan biçim ile ruh bütünlüğü içinde insan olma anlamını kazanıyor. Hayatının bütün katmanlarında ve evrelerinde de bu biçim ve ruh arasındaki gerilim üzerinden varlığını ortaya koyarken kendini gerçekleştirip gerçekleştirmediği meselesi de izaha kavuşur.

İnsan biçimsel boyutu ile öne çıktığı zaman, yürüyen, konuşan, hareket eden, oturan, iş yapan, yolculuk yapan, eve dönen, selam veren, salt bir hareket olarak varlık kazanan bir şeyden söz etmiş oluruz. Gözlerimizin önünde gelip giden, gördüğümüz ve anlam yüklemediğimiz bir şey, yabancı mı, tanıdık mı olduğunun önemini kaybettiği bir zemin doğar. İşte modern dönemde biçimin bu kadar öne çıktığı bir zeminde ilişkiler de biçimsel bir karakter taşımak zorunda kalıyor. O zaman ilişkiler, sıcak, ılık, sarmalayıcı, yumuşak, çekici olmaktan çok, kurumsal, soğuk ve yabanıl olmak zorunda kalıyor. Yani ilişki çok biçimsel oluyor. Bu da zorunlu bir ilişkiyi doğuruyor ve doğal bir ilişkiyi ortadan kaldırıyor. İlişki, ya bir iş ilişkisi oluyor, ya da alışveriş ilişkisi sınırları içinde kalıyor. Gülümseme bile çok yapay kalıyor. İlişkide zemin ve zaman sınırlı, doyum sağlama konusunda zaaf taşıyor. Aslında bu ilişki biçimine ilişki bile denebilir mi, emin değilim!

İnsan etkileşim içinde varlık kazanır. Bu etkileşimin tarafları çokludur. Aşkınlığın ve içkinliğin bütün katmanları ile bu etkileşime dâhil edildiği dikkate alınmalı. Biçim, bu etkileşimi açıkça tezahür ettiren boyuttur. Biçim, farklı tezahürlerin etkileşimi altında sürekli yenilenen bir özellik gösterir. Bu değişimi mümkün kılan bir yapıyı işaret eder. Ruh, kendi derinliğini dışa doğru açığa çıkartırken biçime olan ihtiyacını izhar eder. Ruh, somuta doğru harekete geçtiğinde biçimlenme açığa çıkar. Burada ruhu etkileyecek şey biçimin oluşumunu de etkileyecektir. Ruh, etkileşimde baskın olan taraftır. Ama ruh da hem diğer ruhlar tarafından, hem de biçimin ayartıcı karakterin kendisini baskılaması ile etkileşime açık olur.

Yaşam bir kombinezondur. Birden fazla etkenin devrede olduğu ve iç içe geçen katmanların bir biri ile etkileşimi sayesinde oluşan yaşamın bu dinamizmini insanda yaşar. İnsanda çok farklı kompozisyonları iç içe yaşayarak sürekli yeni bir kompozisyonu üretme ve inşa etme potansiyelini harekete geçirmekten kendini alamaz. Bu onun alın yazısıdır. Hiçbir şey yapmadan duramaz. O zaman sürekli kendisine yönelik hamlelere maruz kalır. Fakat insan, bütün biçimsel yapılara dur diyecek ve yeni bir biçimlenmenin zeminini kuracak bir ruh ve iradeye sahip olan bir varlıktır. Burada ruhun gücü ve etkileme imkânı/potansiyeli devreye girer. Tarihin tek başına yapıcısı olan insan karakterlerinin gücü ruhlarının gücünden ve bu ruhun biçimlendirme potansiyeline dayanır. Ruh, en büyük kapasite ile hayata müdahil olduğunda biçim, şekillenmeye açık bir kıvamda ruhun önünde secdeye varır. Ruh eğer doğru biçimi gerçekleştirmezse kendini yaralar. Bu ruhun yaralanması, biçimin ruhu belirleyecek bir pozisyonu eline geçirmesi anlamına gelecektir. İnsan bu diyalektik içinde biçim ve ruh ile aralarındaki dengeyi kurmayı başarmalıdır.

İşte insanın çok boyutluluğu içinde bu boyutlar arasındaki korelâsyonu sağlayacak olan aklın önemi açığa çıkıyor. Ruh ve biçim arasındaki dengeyi ve gerilimi belirli bir düzeyde tutarak hem ruhu ve biçimi kendi otantik yapısı içinde kalmayı sağlayacak bir zemini muhafaza için akıl insanın olmazsa olmazıdır. Akıl, bağ kurandır. İnsanın çok boyutluluğu içinde ve yaşamın çok boyutluluğu ile doğru ilişkiler kurma sorumluluğu akla yüklenmiştir. Ama aklın, bütün bu hengâmede etkileşimin dışında kalacak bir iradeyi taşıması elzemdir. İşte bu iradeyi de ancak ‘güven’ üzerinden tesis edebilir. Güven, yaşamın çok katmanlılığı ile insanın çok katmanlılığı arasındaki dengenin kurucu unsuru olan aşkınlığın varlığına olan itimattır. Yani varlığı ve çok katmanlılığı bir amaçlılık içinde anlamlandırdığı zaman kişi, aklını vasatın üstüne çıkartır ve o güven ile ilişkilerdeki mantığı doğru kurarak doğru bir ilişkinin temelini kurar.

İnsan bu çok katmanlılık karşısında şaşkına dönmeden, katmanlar arasında farklı ilişkilerin kurulabileceği gerçeği ile yüzleşmeyi sağlamalıdır. Biçim ve ruhun değişime açık yapısı ile yaşamın sürekli bir değişim dizgesi içinde varlığını idame etmesi birlikte düşünülmesi gerekli olana işarettir. Akıl, bu döngüsel katmanlar arasındaki değişimi ve etkileşimi kavrayarak kendi çok katmanlılığı içinde ilişkiler kurabilecek zemini inşa edebilir. Bu yüzden akıl, sürekli kendisini tamamlayacak olan aşkınlığa itimat ederek kendini ona bırakmalıdır. Bu onu daha dinamik kılacağı gibi süreklileşen bir gelişim dinamiğine sahip olarak varlığını güçlendirerek aradaki bağı hep irade lehine dönüştürme imkânını kazanır. İşte insan, bu aklın sağladığı dinginlik içinde kendini gerçekleştirirken hem ruhunu ve hem de bu ruhunun biçim kazandığı eylemi/ yaşamı güvenle idamesini sağlar.

Devamı >>>




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —