Tarih: 08.06.2021 01:16

BİBERİLER - DİN’LE DEĞİŞİK İLİŞKİLER

Facebook Twitter Linked-in

Üstün Bol yazdı;

Ticanilerin Türkçe ezan eylemleri hep dikkatimi çekmişti. Aklımın bir köşesinde bir gün üzerine yazmak fikri dönüp dolaşıyordu. Ticanilerle ilgili yazıyı (https://hertaraf.com/koseyazisi-ustun-bol-chp-ve-din-le-degisik-iliskiler-1-2341) araştırırken karşıma 1972 tarihli Sıkıyönetim Komutanlığı “Teokratik Devleti Savunan Örgütler Yapılanmalar” raporu çıktı. Bu raporda bildiğimiz Nurcular, Süleymancılar, Kadiriler, Nakşiler gibi cemaat ve tarikatların yanında ‘Biberilik’ maddesi de yer alıyordu. Bu adı ilk kez duyuyordum ve nasıl bir yapı olduklarını merak ediyordum.

“Teokratik Devleti Savunan Örgütler Yapılanmalar” adlı istihbarat raporunda Biberiler hakkında: ‘Sözde tarikatların bir diğeri de ‘Biberilik’ adlı örgüttür. Liderleri İsmail Emre, Şevket Kutkan’dır’ deniliyordu. Biberiler tarikat olduklarını ısrarla reddetseler de tarikatın bir yol olduğu düşüncesinden hareketle ve aslında ‘örgüt’ gibi bir kelimeyi kullanmamak için yazı boyunca Biberiler’den bahsederken tarikat kelimesini tercih edeceğim. Öte yandan tarikat söylemine ilişkin şerhlerini de belirtmek isterim:

S. – Size tarîkatçı diyorlar; ne dersiniz?

Emre – Ben tarîk marîk bilmem. Bu iş, bir kelâmdır, anlayabilirsen anla; bir maneviyyettir, yürüyebilirsen yürü.

Tarîkatlar, büyük adamlar göçtükten sonra onların büyüklüklerini anlayamayan kimseler tarafından menfaat için kurulmuş herhalde. O büyük adamların isimleri, sonradan gelenlere menfaat vâsıtası olmuş. Hâlbuki işin hakikatini anlamayanlar, onların ektikleri nûr-u ilâhî’nin menfaat tanelerini toplamışlardır.

Anlayışın, idrâkin tarîki olur mu ki, biz tarîkatçı olalım?..

(http://ismailemre.net/13-aralik-1954-sayi-114/)


Biberilik?

Bütün tarikatlar ve cemaatler özü itibariyle dini bir damardan beslenir. Kadiriler, Nur Talebeleri, Nakşibendiler bir geleneği sürdürür. Nevzuhur yapılar ise küçük, marjinal ve gizli olarak kalır. Biberiye tarikatının kurucusu, Diyanet İşleri Başkanlığına göre Tarsus doğumlu Hafız Halil Develioğlu’dur. İstihbarat kayıtlarında ise tarikatın kurucusu İsmail Emre olarak geçmektedir.

Üstün Bol

Halil Develioğlu, Rifai, Kadiri, Bektaşi birçok tarikatı takip etmiş ve nihayetinde Nakşibendi tarikatının Halidi koluna mensup Seydişehirli Hacı Abdullah Efendiye bağlanmıştır(1). Halil Develioğlu Biberiye tarikatını bir dönem memuriyet yaptığı Adana’da kurmuş, tarikatın Biberi adını ise müntesiplerinin acı biberle çile çıkarmaları ve baharatlı yemekleri tercih etmeleri sebebiyle vermiştir.

Halil Develioğlu’nun dini yolculuğu izlendiğinde ilk başlarda tasavvuf çizgisini takip ettiği görülür. Ancak; Biberilerde bugün dikkati çeken Bektaşi vurgusu onda görülmemektedir. Halil Develioğlu her ne kadar tarikatın kurucusu kabul edilse (http://ismailemre.net/sevgili-hafiz-develi/ http://ismailemre.net/gelin-yemek-yiyelim/ http://ismailemre.net/asik-gozlerini-yumar/ ) ve ondan saygıyla bahsedilse de tarikata asıl yönünü veren ve çizgisini belirleyen kişi İsmail Emre’dir.

İsmail Emre ve DOĞUŞ’ları!

İsmail Emre Adana’nın ulemalarından kabul edilen Hoca Hakkı Efendinin oğludur. 1900 yılında Adana’da dünyaya gelmiştir. Adına açılan internet sayfasında söylendiğinde göre mektep, medrese yüzü görmemiştir. Eski harfleri bir olağanüstülükle tabelalardan fotoğraflardan görerek öğrenmiştir! Sonradan öğrendiği ‘Eski Harf’lerle Niyazi Mısri ve Yunus Emre divanlarını ‘şöyle böyle’ okumuştur. İslam ve peygamber tarihini dinleyerek, doğru dürüst eski yazı bilmemesine rağmen Ahmediyye, Muhammediyye, Şahmaran, Kan Kalesi gibi tasavvufi kitapları okuyarak öğrenmiştir!

İsmail Emre, Halil Develioğlu’ndan öğrendiği tasavvuf yolunu sürdürdüğünü iddia etmektedir. Sohbetlerinde, şiirlerinde buna vurgu yapmaktadır. Bununla birlikte hayatı boyunca yaptığı en büyük vurgu Yunus Emre’yedir. Kendisini Yeni Yunus Emre diye tanıtır ve bunu tesis etmek için adının sonuna Emre soyadını bu yüzden alır. Yunus Emre’ye yapılan bu atıf tarikatın ileride bahsedeceğimiz yöneticilerinin de isimlerine Emre eklemesi ile adeta bir ritüel olacaktır (Tarikatın kadın önderlerinden Atiye Emrecan’ın, Yunus Emre’den ‘Emre’ ve Alevi ritüelinden gelen ‘Can’ı alarak ‘Emrecan’ soy ismini seçmesi de tesadüf değildir.).

İsmail Emre şairlik iddiasındadır. Yunus Emre gibi şairdir ama Yunus Emre ve benzerlerinden onu farklı kılan bir durum vardır. Şairler, münevver iseler şiirlerini ölçüp biçerek, düşünüp taşınarak yazarlar. İsmail Emre ise şiir söylerken kendinde değildir! Yani, ne söylediğinden kendisinin de haberi yoktur. Ağzından çıkan sözleri kulağı işitmez, bu durumu Emre ve sevenleri şöyle anlatır:

‘Emre'nin manevi ihata ve vukufu içine giren hadiseler vesilesiyle ve ilahi bir tazyikle söylediği bu tasavvufi şiirlerin gerek lafzi, gerek fikri inşasında kendi iradesinin hiçbir rolü ve tesiri yoktur. Yani, tıpkı hamile bir kadının, çocuğunu doğurması veya doğurmaması nasıl elinde değilse, bu şiirleri söylemek veya söylememek de Emre'nin elinde değildir. Bunun içindir ki o, kendisinin olmayan bu şiirlere Doğuş adını vermektedir. Ve Emre, kendi varlığının, bu doğuşları söyleyen Kudret ile onları dinleyenler veya okuyanlar arasında sadece bir vasıta vazifesi gördüğünü daima söylemektedir.’ İsmail Emre bu durumu şöyle anlatır: ‘Emre bir neydir ve o Kudret zaman zaman gelip bu neyi üflemektedir.

Üstün Bol

Emre bu doğuşların kendi iç âleminde daima ve hiç durmadan söylendiğini, ancak icap edenlerin ses ve söz halinde dışarı çıktığını söylemektedir.

Emre, bu halin kendisine gelişini şöyle anlatmaktadır: Doğuş söylemeden evvel, bana tatlı bir ağırlık geliyor, vücudumda bir cereyan hissediyorum. Bu cereyan beni birkaç sefer elektrik çarpar gibi sarsıyor, ondan sonra ne dünya, ne ahiret, ne bilgi, ne görgü, ne işittiği,, ne de duygu kalıyor...

Doğuş bitip Emre kendisine geldikten sonra: Okuyun bakalım, biz de dinleyelim de istifade edelim diyor. Doğuş bitiminde Emre! diye mahlasını söylerken yavaş yavaş kendine geliyormuş.

Emre, bu hali hiçbir lisan tarif edemez diyor. Akl-ı cüz', akl-ı küll'e yaklaşır ve akl-ı küll söyler.

Doğuşlar görüş ve arzularımıza göre doğar. Doğuşlar aşk kelamıdır. Aşka bürünmüş sözler nazımla çıkar. Doğuşları anlayabilmek için aynı hale bürünmek lazım.’ http://ismailemre.net/09-subat-1953-sayi-66/ (DOĞUŞLAR 2, 1965, Doğan Basım Evi Adana, Şevket Kutkan'ın önsözünden.)

Görüldüğü gibi Halil Develioğlu tarikat içinde mistik-romantik bir kurucu olarak yer alırken, tarikatın asıl yönlendirici ve manevi önderi olarak İsmail Emre öne çıkarılmaktadır. Tarikatın web sayfalarında, kitaplarında, dergilerinde, tarikat adına konuşan söz sahibi bağlılarında hep İsmail Emre’nin öne çıkarıldığı, her ortamda İsmail Emre’ye atıf yapıldığı görülmektedir. Kendisinin olmayan, ‘doğuş’ adını verdiği şiirler O’na onun da kontrolü dışında söyletilmiştir! İlahi bir anlam verilen ve kutsal bir metin gibi görülen bu doğuşlar İsmail Emre söyleminin/dilinin/sohbetinin adeta kutsal metinleridir!

Kemalist Bir Tarikat!

İsmail Emre Tarikatın yayın organı Düşünüyorum dergisinde kendisiyle yapılan sohbetleri yayınlamaktadır. http://ismailemre.net/sohbetler/ sayfasında 7 Nisan 1952 tarihinden 15 Şubat 1957 tarihine kadar 41-166. sayıların tamamı yayınlanmaktadır.

İsmail Emre bu sohbetlerinde Yunus Emre aşkından, tasavvuf anlayışından ve İslami camianın ‘yobaz’lıklarından sıklıkla bahseder! Ve yine sıklıkla bahsettiği hususlardan biri de Mustafa Kemal’dir! Sohbetlerin Demokrat Parti iktidarında yapıldığı, özellikle iktidarın ilk yıllarında dini özgürlükler alanında geniş zamanların yaşandığı düşünüldüğünde bu sözlerin bir korku veya korunma nedeniyle söylenmediği, İsmail Emre’nin samimi duygularını yansıttığı anlaşılmaktadır.

İsmail Emre’nin Mustafa Kemal’le ilgili düşüncelerini ve M. Kemal’le ilgili sorulara cevaplarını yazım hatalarını düzeltmeden birlikte okuyalım:

-Bursa'da bir adam, Atatürk'ün mâneviyetini kara bir levha olarak görmüş. Siyah levhada küçük bir beyaz nokta varmış, bu da yaptığı sevapmış.

Emre- O adam kendi kalbini görmüş. Atatürk lâyık olmasaydı, Allah onu, Milletimizin kurtulmasına sebep olarak halk etmezdi. Ne güzel, bir zaman câmilerde secde edilecek yerleri ayakla basılmaktan kurtarmıştı. Oralara yerden biraz yümsekçe tahtalar döşetmişti. Şeriat çok güzel: Elinin pis kaldığından şüphe ediyorsan, o yaptığın tahâreti tahâret saymıyor. Bizim dindarlar değil, dîni darlar şerîatın bu titizliğini görmezler, duymazlar. Sâdece bir sevap bellemişler. Hâlbuki sevap, vicdânın, aklın huzûrudur, günâh da vicdânın azabıdır.

Yaptığımız bir suçu unutabilir miyiz?

Velhâsıl, Atatürk'e dinsiz diyenler, onun yıktığı taassup binâsının kerpiçleri, enkaazıdır.

-Atatürk Konya'da asabî bir haldeyken, Mevlânanın ziyâretinde bulunmuş. Orada bir levhadaki yazıyı okuyunca, bütün asabiyeti geçmiş.

Emre- Mevlânânın kendisi gibi olmuş ki onun sözünü duymuş. O seviyeye gelmese, o sözü anlıyabilir mi? Bir de o sözü tutabilir miydi? Onun aleyhinde bulunmak, millî nankörlüktür.

-Mebusun biri, Atatürk'ün yaptığı inkılâplara muhalifmiş.

Emre- O muhakkak hoca takımındandır. Vatan için çalışan bir insanın heykelini vatana dikerler ki, onun gibi çalışacak olanlara bir teşvik olsun. "Resim olan yerde namaz kılınmaz" sözünü de yanlış anlıyorlar. Namazda Allahın huzurunda olduğumuz hâlde, kalbimizde ve kafamızda başka düşüncelerin, başka kimselerin resimleri varsa, o namaz kılınmış sayılır mı? Cahil ne kadar koyu ise, insan o kadar zâlimdir. Cehâlet kalktıkça, ortalık o kadar ışır.

Yobazların Atatürk'e ve inkılâplara karşı olmaları, cehaletlerindendir.

Gaazi'ye sûikast yapmak istiyenlerin yakalandığı günmüş. Develioğlunu dinliyorduk, birisi geldi: "Gaazi'yi öldürmek istiyen iki adam çıkmış, birisinin adı mehmet miş" dedi.

Sohbette bulunanlar hayrette kaldılar. Develioğlu: "Gazi'yi Allah, kahhar sıfatına mazhar etmiştir. Kötü niyetle ona parmağını uzatan mahvolur, onu kimse öldüremez. Ona sûikast edenleri asarlar" dedi. https://www.facebook.com/55683236277/photos/atat%C3%BCrk-ile-ilgili-ismail-emre-hazretlerinin-bir-sohbeti-bursada-bir-adam-atat%C3%BCr/10152308087961278/ (Bu adresten topluca alıntıladığımız görüşler www.ismailemre.net sayfasında sohbetler başlığı altında yer alan kısımda farklı farklı sayfalarda yer almaktadır.)

Yine başka bir sohbetinde ise İsmail Emre Mustafa Kemal hakkında ne düşünüyorsunuz sorusuna şu cevabı vermektedir:

S. – Atatürk için ne düşünürsünüz? Atatürk, beşeriyyete yarar bir eser bıraktı mı?

Emre – Bıraktı. Atatürk’ün manevîyyeti cidden büyüktü. Bilirsiniz ki ben riyâ bilmem. Atatürk başka bir âlemdi. Uyanık ve büyük bir adamdı… “Allah’ta fânîydi o”. Gerek maddî gerek mânevî olarak büyük bir adamdı. O Allah’ın irâdesiyle yaptı yapacaklarını. Bazı kimseler ise kendi kuvvetlerine güvenerek iş yapmışlardır. Onların işleri, kendileriyle beraber bu âlemden gitmiştir… Neron’un nesinden istifâde ediyoruz? Canavar gibi hücum etmiş.

http://ismailemre.net/28-haziran-1954-sayi-102/

Devamı >>>




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —