Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta 4 Temmuz’daki patlamanın üstünden bir ay geçti. Bu süre içinde şehir de, Beyrutlular da yaralarını sarmaya çalışıyor. Onlardan biri Hrag Avedanian. Avedanian “Patlamadan sağ çıksak bile herkes biraz öldü” diyor.
DUVAR – Hrag Avedanian 26 yaşında. Lübnanlı Ermeni bir aktivist. Kendisini pek çok kişi Beyrut’un ünlü Ermeni bölgesi Burç Hammud’da düzenlediği kültür turları ile tanıyor. Avedanian patlama sonrasında ihtiyaç sahiplerine yardım eden inisiyatiflerde yer aldı. Gittiği yerlerden biri, yaklaşık 100 yıl önce aile büyüklerinin de mülteci olarak geldiği, limana yakın Karantina bölgesiydi. “Her evin liman manzarası, her duvarındaysa kan vardı” diyen Avedanian, yardım ulaştırdıkları arasında Kobanili Kürt mültecilerin bulunduğunu da hatırlatıyor ve “Sanki ölüm ve yıkım onları takip ediyor” diye ekliyor.
Beyrut patlamasının yaşandığı, 4 Temmuz günü neredeydiniz?
Patlama olduğu sırada işyerindeydim, tam ayrılmak üzereydim. Ofisimiz Beyrut’un şehir merkezinde, Büyük Saray’a (Başbakanlık Ofisi) çok yakın ve Hariri’nin konutunun (Eski Başbakan Saad Hariri’nin evi) yakınında.
Hrag Avedanian (Fotoğraf: Simon McNorton)
Patlamayı duyunca aklınıza gelen ilk olasılık neydi?
İlk patlamayı duyduğumda, ilk varsayım Hariri konutunun vurulduğu oldu. Ülke zaten gergindi. Lübnan Özel Mahkemesi, eski Başbakan Refik Hariri’nin (Saad’ın babası) öldürülmesine ilişkin kararını açıklayacağı günden önceki gündü. Kafa karıştırıcı bir şekilde, ne olduğunu anlamaya çalışarak dışarıya baktım. Saniyeler sonra büyük bir patlama oldu. Bina titriyordu. Ses o kadar sarsıcıydı ki, titrediğimi hatırlıyorum. Binadan çıkmak için aşağıya koştum. Her yer darmadağınıktı, cam kırıkları ve toz kaplıydı. Pencereler kırılmış, tavanlar çökmüştü.
‘YAPTIĞIM EN ZOR YÜRÜYÜŞTÜ, KORKU FİLMİ GİBİYDİ’
Sonra ne yaptınız?
Bir meslektaşım eve doğru gitmeme yardım etti. Yolun yarısına kadar götürdü, geri kalan mesafeyi yürüdüm. Eve giderken her zamanki gibi Gouraud ve Ermeni sokaklarından geçtim. Bu hat tarihi binaları, sergi merkezleri, barlar ve restoranları ile ünlü ve hareketlidir. Söylemem gerekir ki, bu rotayı kullanmak büyük bir hataydı. Hala o gece gördüklerimi hatırlıyorum. Yaptığım en zor yürüyüştü. Bir korku filmi gibiydi. Tam bir yıkım vardı. Kan, çığlıklar, ambulanslar, askerler, ne yapacağını bilmeyen Beyrutlular, sirenler ve alarmlar.
O gece ne yaptınız?
Sonunda eve gittim ve ailemi gördüm. Herkes güvendeydi ama sarsılmışlardı. Uyumaya çalıştım ama imkansızdı. Beyrut’ta o gece kimsenin uyuyabildiğini sanmıyorum. Hiçbirimiz bunu yapamazdık. Geceyi televizyon izleyerek ve daha fazla bilgi alabilmek için sosyal medyayı kontrol ederek, yaşadığımızı anlamaya çalışarak geçirdim.
Peki ya bir gün sonra Beyrut’ta yeni gün nasıl başladı?
Bir gün sonra kabus olmasını umduğumuz şeyin gerçek olduğunu anladık. Öyleydi, bu gerçekten yaşanmıştı. Başkent molozlar içindeydi. Ölü sayısı her dakika artıyordu, insanlar kayıptı ve ben evde öylece oturamazdım. Hiçbirimiz bunu yapamazdık.
Pek çok kişi gibi ben de kişisel sosyal medya hesaplarımdan patlama alanına gidip insanlara yardım edilmesini isteyen bir gönderi yazdım: “Bugün harekete geçme günü. Bir arada olmalıyız. Maskelerinizi takın, eldivenlerinizi giyin. Gemmayze’ye, Mar Mikhael’e veya Şehitler Meydanı’na gidin. Yıkımın içinde eşyalarını toplamaya çalışanlara, ihtiyaç sahiplerine yardım edin. Telefonunuzu şarj edin ve yanınızda taşınabilir şarj getirin. Birinin sizin nerede olduğunuzu bilmesini sağlayın. Kendinizi mahallenizde organize edin. Yerel inisiyatiflere bağışta bulunun. Kan bağışı yapın.”
Arkadaşlarıma da mesaj atıp bölgeye gideceğimi söyledim ve yardım etmek isteyip istemediklerini sordum. Onlar da geldiler. Bölgeye doğru giderken benim gibi yüzlerce kişinin zaten orada olduğunu ve tanıdıklarına, tanımadıklarına yardım ettiğini gördüm.
24 saatten kısa sürede Ermeni ve Gouraud sokakları yeniden işlek hale geldi. Yüzlerce gönüllü, evleri, mağazaları, kaldırımları temizlemeye ve arabaların geçmesi için yolları açmaya yardım etmek için sokaklardaydı. Yardım etmek için kendi kendine bir araya gelmiş, harekete geçmiş gönüllüler topluluğu vardı. Kimse bizden bölgeye gitmemizi istememişti. Aslında orada olmamız da akıllıca değildi. Hiçbirimiz bir önceki gece uyumamıştık ama yapabileceğimiz tek şey de buydu.
Orada olmak ne hissettirdi?
Halk böylesi durumlara o kadar alışıktı ki sorumluluğun kendilerinde olduğunu biliyorlardı. Bu, bir bakıma hepimiz için uzun bir terapi yolculuğunun başlangıcıydı. Böylece bütün hayal kırıklıkları ve üzüntüler yardıma dönüştü. Öğleden sonra, ülkenin dört bir yanından gençler yardım etmek için bize katıldı. Herkes birbirine yabancıydı ama herkes birbirini tanıyormuş gibiydi. Aynı acıyı yaşıyorduk ve bu birbirine yabancı insanlar bir gönüllüler topluluğuna dönüştü. Herkes elinden geleni yapıyordu. Bazısı süpürge veya kürekle yardım ediyor, kimi su veriyor, kimi sandviçler hazırlıyor, yiyecek dağıtıyordu. Birbirimizi kontrol ediyorduk, o anın bireysel hatıralarını birlikte paylaşıyor, kimsenin kimseden daha fazla çalışmaması için işleri sırayla yapıyorduk.
‘DÜNYA ANKA KUŞU ANLATISI ROMANTİZMİNİ BIRAKMALI’
O sırada dünyada, özellikle sosyal medyada Beyrut’u anka kuşu ile simgeleştiren ve küllerinden yeniden doğacağına dair mesajlar yayılıyordu. Bu size ne hissettirdi?
.
Dünyanın Lübnan’ın direncine ve yeniden yükselişine dair anka kuşu anlatısı romantizmini bırakması gerekiyor. Bir anka kuşu kaç kez tekrar yükselebilir? Bizim yıkılmış insanlar olduğumuzu kabul etmeleri gerekiyor. Yorgun ve mahvolmuş insanlarız. Sosyal, ekonomik, politik, fiziksel ve her anlamda. Tam bir çöküşün eşiğindeyiz. Dirençli olmak, yenilmez olmak demek değildir. Lübnan’ın direncinin ne anlama geldiğinin ya da dünyanın ne demek istediğinin ağır yükünü taşımak istemiyoruz. Kendi dayanıklılığımızı bizler tanımlayacağız. Biz sadece insanız. Kırılganız, zayıfız ve bir ara vermeyi, molayı hak ediyoruz.
Lübnan’da yaşadığımız ömür boyu travma normal değil. Artık rastgele bir sohbetin ortasında ağlamamız normal değil. Ani seslerden duyduğumuz derin korku normal değil. Gördüğümüz kabuslar normal değil.
Kederlenmek ve ağlamak sorun değil. Herkesin iyileşme hızı uzun olacak ama kesin olan bu iyileşmenin uzun süreceği. Bunu aşmak için birbirimize destek olmalıyız. İnsanların ruh sağlığı için yardım etmeye hazır STK’lar da var.
‘KİLİSEDE ‘DER VOĞORMYA’YI SÖYLERKEN GÖZYAŞLARINI TUTMAYA ÇALIŞIYORLARDI’
Lübnanlı bir Ermeni olarak bu patlamadan nasıl etkilendiniz?
.
Öncelikle Ermeni kimliğimle gurur duyduğum kadar kendimi Lübnanlı olarak görüyorum. Ben sadece Lübnanlı değilim, aynı zamanda bir Beyrutluyum. Beyrut’ta yaşıyorum, çalışıyorum, oy veriyorum ve nefes alıyorum.
Pek çok Lübnanlının dağlarda ve köylerde aile evleri var, ancak Beyrut’ta yaşıyor. Çünkü burası merkez ve pek çok sektör için en hareketli yer. Tıpkı İstanbul gibi. Fakat ben onlardan biri değilim. Köyüm Osmanlı’nın Diyarbakır vilayetine bağlı olan, bugün Urfa içerisinde bulunan Siverek. Yani Lübnan’da bir köyüm yok. Beyrut benim için Lübnan demek.
Patlama ile pek çok kişi Lübnan’daki bir parçalarını kaybetse de diğer parçalarını korumayı başardılar. Fakat ben Beyrut’u kaybederek Lübnan’ı kaybettim. Beyrut’un şahit olduğum yıkımını açıklamayabilmek benim için çok zor. Kalbimin bir parçası kırıldı. Herkes kalbinin bir parçasını kaybetti. Patlamadan sağ çıksak bile herkes biraz öldü.
Bize bir şehrin yasını tutmayı öğrenmediğimizi söylüyorlar. Bu doğru değil. Çünkü burada Ermeniler var ve Ermeniler için hangisinin daha kötü olduğunu bilemiyorum: Atalarınızın size ait olduğunu söylediği toprakları asla görememek ve yaşayamamak mı, yoksa tüm hayatınız boyunca yaşadığınız ve çok sevdiğiniz bir şehri kaybetmek mi?
Patlamadan sonraki ilk Pazar günü, patlamadan ağır etkilenen birçok Ermeni kilisesi ve kurumundan biri olan Eşrefiye’deki Surp Hagop Ermeni Kilisesi’ne gittim. Çok ağır bir deneyimdi. Kapısı ve penceresi olmayan bir yapıda dualar okunuyordu. İlahiler uzaktan bile duyulabiliyordu. Ermeniler, kilise sandalyelerinin solunda oturuyor, yüzleri maskeli bir şekilde, kilisede “Der Voğormya”yı (Rab bağışla) söylerken gözyaşlarını tutmaya çalışıyorlardı.
Ermenilerin yaşadığı Burç Hammud’da durum ne?
Burç Hammud, Beyrut’un Ermeni nüfuslu banliyösü ve limana birkaç kilometre uzaklıkta. Patlamanın merkez üssünü çevreleyen ve en çok etkilenen bölgelerden biriydi. Bölgedeki evlerin ve dükkanların çoğunun pencereleri kırıldı, pek çok kişi yaralandı. Toplum merkezleri, patlamadan etkilenenlere arama-kurtarma, ilk yardım ve diğer acil yardım hizmetlerini sağlamak için hızla harekete geçti. Bölgedekiler patlamanın hemen ardından Kilikya Kutsal Makamı Katolikosu Aram I’in meydana gelen ağır hasarı kontrol etmek için aralarında yürüdüğünü görünce şaşırdılar.
Bu bölgenin Ermeniler için önemi ne?
Burç Hammud sıradan bir yer değil. Pek çok açıdan eşsiz. Şehre dönüşmüş bir tarih. Bölge Ermeni Soykırımı’ndan kurtulanlar tarafından 1915-1923 arasında kuruldu. Bu insanlar önce sürgüne zorlanmış, Suriye çöllerinde ölüm yürüyüşüne katılmış ve sonunda Lübnan’a ulaşmışlardı. Onlardan biri de Siverekli olan dedem “Usta Levon”du. Soykırımdan kurtulmuştu ve çok gençti. Çekirdek ailesinden hayatta kalan tek kişiydi. Anne tarafım da Gürün’dendi (Sivas) ve onlar da önce Suriye’ye sonra da Lübnan’a geçmişlerdi.
Soykırımdan kurtulanlar Beyrut Limanı’nda “Karantina” adlı bölgede karantinaya alındılar. Bu sürecin sonunda Beyrut’a girmelerine ve o zaman bataklık halinde olan Beyrut Nehri’nin doğu kıyılarında barakalar inşa etmelerine izin verildi. Daha sonra bugün de ayakta duran evlerin yapımına başlandı. 1952’deyse Burç Hammud bağımsız bir belediye oldu.
Burç Hammud’daki pek çok sokak, Ermenilerin köklerinin olduğu Ermenistan ve Türkiye’deki şehir ve köylerden alındı, Maraş, Sis (Kozan), Adana, Aragats, Kilikya gibi… Bugün de bu bölge hala pek çok Ermeni kilisesine, okuluna, kültür merkezine, müzik okuluna, dans akademisine, sergi mekanlarına, medya platformlarına ve kütüphanelere ev sahipliği yapmakta. Sadece Lübnan’da değil, diasporadaki Ermenilerin de atan kalbi burası. Yıkık bir Burç Hammud, yıkık bir Ermeni diasporasıdır ve bunu kimse istemez. Bu, Ermenilerin küresel olarak, hem devlet/hükümet seviyesinde hem de diaspora düzeyinde Lübnan’daki kardeşlerine seferber oluşunu açıklıyor. Elbette bu yardım sadece etnik olarak değil, Ermeni olan olmayan, bölgede ihtiyacı olan herkese…
Burç Hammud’un sizin için bir başka özel yanı da, patlama öncesinde kültür turları düzenlemeniz.
Burç Hammud’a olan sevgim sır değil. O kadar seviyorum ki, buranın tarihini ve kültürel zenginliğini anlatmak için haftalık yürüyüş turlarına başladım. Müşterilerim sadece Lübnan’ı keşfetmekle kalmadı, Lübnanlılar da Lübnan’ın Ermeni hayatının yepyeni, canlı bir tarafını keşfettiler. Gezilerimde Ermenilerin Lübnan’a neden ve nasıl geldiğini öğrenme şansı buldular. Şu anda Türkiye’nin güneydoğusunda olan köylerimizden yanımızda getirdiğimiz mantı, dolma, su böreği, sucuk, pastırma ve sarı burma gibi geleneksel yemeklerimizi, baharatlarımızı tattılar. Ermeni kilisesinin ve haçkarın mimarisini öğreniyor ve Ermeni alfabesini kullanıyorlardı. Burç Hammudlularla tanışarak buradan ayrılıyor ve artık kendilerini yabancı hissetmiyorlardı. Ne yazık ki bunların hepsi durdu. Önce koronavirüs ardındansa patlama nedeniyle. Burç Hammud hem maddi, hem de psikososyal olarak iyileşmekte. Şehir ve bu şehirde yaşayanlar travmayı atlattıktan sonra turlara yeniden devam edeceğim.
Ermeni olmanın bir parçası da evinizi her yıkıldığında yeniden inşa etmek. Ve bir zamanlar yıkılmış bir kilisede tekrar dua etmek… Ama artık değil. Artık yaşamak ve yaşayarak hayata bir anlam vermek gerek.
‘KARANTİNA’DAKİ HER EVİN LİMAN MANZARASI, HER DUVARINDAYSA KAN VAR’
Ermeniler Beyrut’a geldiklerinde karantinaya alınmıştı. Fakat bugün o bölgede, Karantina’da pek çok kesim bir arada yaşıyor. Patlama sonrası bölge ne durumda?
.
Yüzyıl önce Beyrut karantina ile uğraşıyordu. Şimdilerde karantina korona virüsüyle gündeme gelmiş olsa da o dönemde ölümden kaçan binlerce Ermeni karantinaydı. Limanın yakınındaki karantina alanı “Karantina” diye anılıyor. Şu anda bu bölgede pek çok etnik kökenden insan beraber yaşıyor. Lübnanlılar, Suriyeliler, Ermeniler, Kürtler ve Afrika ile Güneydoğu Asya’dan göçmen işçiler…
Lübnan’ın yakın tarihinde, Karantina yıkıcı Lübnan İç Savaşı’nın ilk katliamının yaşandığı yer olmasının travmasını taşımakta. Ancak limana yakınlığı göz önüne alındığında, patlamadan en çok etkilenen yerlerinden biri olarak artık bir başka travması daha var ve bu çok büyük. Karantina’daki her evin liman manzarası, her duvarındaysa kan var.
Burç Hammud’dan diğer Ermeni gönüllülerle birlikte katıldığım yardım çalışmalarının bir parçası olarak, yiyecek dağıtmak ve ihtiyaç değerlendirmesi yapmak için Karantina’ya gittik. Orada Halep’ten ve Ayn Arap’tan -ya da onların tercih ettiği adıyla Kobani- birçok Suriyeli mülteci aileyle tanıştık. Birçoğu savaştan kaçan ve şimdi bu yıkımla uğraşmak zorunda kalan Kürtlerdi. Sanki ölüm ve yıkım onları takip ediyor.
Onları ziyaret eden ve yardım getirenlerin Ermeni olduğunu öğrenince mutlu oldular. Birbirimize bağlandık. Her iki halk da zulüm yaşadı ve hayatta kaldı. Onlar da kendilerini Beyrut’un Karantina’sında buldular. Birbirimizde iç içe geçen parçalarımızı gördük. Ermenilerin, mültecilerin torunları olan bizler, sadece Karantina’da yıkım görmedik, aynı zamanda tarihin tekerrür ettiğini gördük. Bir mülteci geçmişi, felaket ve hayatta kalma tarihi.
Bu patlama Ermeni toplumunu nasıl değiştirdi?
Ermeniler sadece Burç Hammud’da değil, Beyrut’un Mar Mikhael, Karm el Zeitun, Geitawi ve Eşrefiye ilçelerinde de yaşıyor ve cemaat o kadar çok şey kaybetti ki… Bu bölgelerde de çok sayıda Ermeni kurumu zarar gördü, yok oldu. Patlama sonucu çok sayıda Ermeni öldü, pek çoğu yaralandı ve neredeyse tamamı bu travmayı bir süre daha taşıyacak. Artık patlamanın neyi silip süpürdüğünden bahsetmek yerine, güçlü bir topluluk ve aidiyet duygusu olan neyi verdiği ve pekiştirdiği üzerine odaklanmak istiyorum. Bu herkese birleştiğimizde ne kadar güçlü olduğumuzu hatırlattı. Bu dayanışma, patlama sonrasında tüm siyasi partiler, mezhepler ve hayırsever örgütlerin birlikte hareket edişinde kendini açıkça ortaya koydu.
Tüm bu acı ve ızdıraptan sonra Ermeniler en iyi yaptıkları şeyi yapacaklar, yani hayatta kalmak ve hayatlarını yeniden inşa etmek. Gerekirse sıfırdan başlayacaklar. Beni halkımla ve tarihimle gururlandıran şey, bu kadar çok acıya katlanmaları ancak bir şekilde hayatta kalmaları ve yeniden yaşamayı, birbirini desteklemeyi ve hayata anlam vermeyi başarma iradeleri.