Tarih: 04.02.2025 18:26

Beton fetişizmi

Facebook Twitter Linked-in

karar.com'dan Ulvi Saran yazdı;

“Beton fetişizmi;” Her boş arsaya veya toprak parçasına büyük bir iştahla beton dökmeye veya beton yapılar inşa etmeye yönelik durdurulamaz bir istek duyulması ve bunun bireysel ve toplumsal düzeyde bir takıntı haline gelmesi…

2012-2024 yılları arasında Türkiye’nin dünyada en çok çimento üreten ülkeler sıralamasında Çin, Hindistan, ABD gibi ülkelerin ardından 4’üncü veya 5’inci sırada; kişi başına en çok çimento tüketen ülkeler sıralamasında ise Çin, Endonezya ve BAE gibi ülkelerden sonra 3’üncü veya 4’üncü sırada yer alması, Türkiye’deki betonlaşma tutkusunun “fetiş” nitelendirmesini haklı çıkartacak derecede yüksek olduğunu ortaya koyan göstergelerdir.

Türkiye’de kişi başına düşen konut alanı, 90’larda ortalama 15 m2 iken, insanların daha geniş konut talep etmesi ve 2000’lerin başından itibaren inşaat sektöründe yaşanan hızlı büyüme sonucu, 2020’lerde 22-23 m2’ye yükselmiştir.

Türkiye’deki hızlı ve yaygın betonlaşma olgusunun somut göstergelerini, inşaat sektörünün büyüme rakamlarından da açıkça görebiliyoruz. İnşaat sektörünün GSYH içindeki payı, 2000’li yılların başında yaklaşık %4 seviyesinde iken, bu oran, sürekli artarak 2017 yılında %100’den fazla büyüme ile %8,5’e yükselmiştir. 2018 sonrasında ekonomik daralma, yüksek faiz oranları ve inşaat sektöründeki maliyet artışları nedeniyle sektör küçülmeye uğramış olsa da son yıllarda %6 seviyelerini korumaktadır.

Konut sektöründe yıllar içinde belli yavaşlamalar görülse de, inşaat sektöründeki çılgın büyümeyi, özellikle genel altyapı ve kentsel altyapı yatırımları, ulaştırma yatırımları ve kamu hizmet binası yatırımlarında görmekteyiz. Bu bağlamda, gereklilikleri, fiziki büyüklükleri ve maliyetleri sürekli tartışma konusu olan; otoyol, köprü, tünel, hava limanı, spor tesisi, üniversite kampüsü ve özellikle kamu hizmet binası inşaatları, ekonomik krize ve yetersiz bütçe imkanlarına rağmen hız kesmeden devam etmektedir.

Kentlerin, Batı ülkelerinde yüzlerce yıl geçtiği halde bozulmadan kalabilirken; bizde kısa sürede beton tarlalarına dönüşerek tanınmaz hale gelmesi, betonlaşma eğiliminin ülkemizde ne denli histerik bir karaktere büründüğünün en açık kanıtlarıdır.

Beton fetişizminin iki temel boyutu var:
Birincisi, her boş alanın betonla doldurulmasına duyulan akıl dışı eğilim ve bundan sağlanan psikolojik tatmin; diğeri ise, ciddi bir yanılsama sonucu bunun ekonomik kalkınmanın ana unsuru olarak algılanmasıdır.

Dünyanın birçok gelişmiş ülkesi, ekonomik büyümeyi bilgi ekonomisi, yüksek katma değerli üretim, inovasyon ve bilimsel ilerleme ile sağlarken, Türkiye gibi ülkelerde hâlâ şehirlerdeki en küçük toprak parçasının bile betonla kaplanması ve büyük ölçekli inşaat projelerinin kalkınmanın temel göstergesi olarak görülmesi yaygın bir eğilimdir. Bu eğilim, yalnızca ekonomik bir tercih değil, aynı zamanda psikolojik, bilişsel ve sosyolojik kökleri olan bir anomali ve toplumsal bir sapmadır.

İnsanların ve toplumların neden bu kadar çok beton dökmeye ve işlevsel gerekliliklerinden daha büyük ve yüksek maliyetli inşaat projelerine meraklı olduklarının ve bundan psikolojik tatmin sağladıklarının bilişsel ve psikolojik kökenleri hakkında şunları söyleyebiliriz:

Bireysel planda bu eğilim; duygusal ve zihinsel sınırlılıklar, düşünce ve değerlendirme eksiklikleri, mantık kurma yetersizlikleri, kişilik açmazları, psikolojik eziklikler ve bazı komplekslerle ilişkilendirilebilir.

Bu konuda takıntıları olan kişiler;
-Soyut düşünme becerilerinde zayıftırlar; fiziki ve somut olanı tek geçerli gerçeklik olarak algılarlar.
-Nedensellik ilişkilerini kavramakta zorlanırlar, kalkınmayı yalnızca fiziki genişlemeyle eşdeğer görürler.
-Kompleksleri ve özgüven eksiklikleri nedeniyle, büyük binaları, gökdelenleri ve dev altyapı projelerini güç ve ilerleme sembolü olarak görürler.
-Doğa, çevre ve sürdürülebilirlik bilinçleri eksiktir; yalnızca mevcutta var olan fiziki genişlemeye öncelik verirler.

Bu eğilim, toplumsal düzeyde; çevre bilinci eksikliği, kültürel azgelişmişlik, özgüvensizlik ve geri kalmışlık algısı ile birleşerek belli tercihler ve davranış kalıpları ile kendisini gösteren “kollektif bir saplantıya” dönüşür.

-Gelişmelerini tamamlayamayan toplumlar, fiziki büyümeyi kalkınma ile eşdeğer görerek bir "beton kültü" geliştirirler.
-Geri kalmışlık psikolojisine sahip toplumlar, zayıflıklarını örtecek büyük yapılar ve altyapı projeleriyle bir “güç” ve “modernleşme algısı” oluşturmaya çalışırlar.

“Beton kültü” ve “geri kalmışlık sendromu” arasındaki ilişki; modernleşme özlemi çeken, sanayileşme sürecini tamamlayamamış, yaşadıkları kalkınma açığını ve gerisinde kaldıkları modernleşme sürecini hızlı ve kontrolsüz şehirleşme ile aşacaklarını düşünen ve bu bağlamda “betonlaşmayı” bir ideoloji ve politika aracı haline getiren toplumların içine düştükleri çelişkili durumu anlatır.

Dünyada teknoloji güdümlü yenilikçi üretim ve kalkınma dinamiklerinin belirleyici olduğu bir dönemde, bazı ülkelerin ve bu arada Türkiye’nin, kalkınma süreçlerini hâlâ geçtiğimiz yüzyılda geçerli olan sanayi çağı kalkınma modellerinin fiziki altyapı öncelikli gelişme aşamalarına dayandırmalarını, bir tür “kalkınma algısı yanılsaması” veya “sanayi çağına saplanma sendromu” olarak adlandırabiliriz.

Bu anlayışın, toplumlarda ve devlet yönetimlerinde oluşturduğu “bilişsel kalkınma körlüğü,” stratejik ve uzun vadeli düşünememe nedeniyle, “fiziki ve inşai büyümeyi, kalkınma ile eşdeğer görmeleri” sonucunu doğuruyor.

İktidarların, sistem temelli ve stratejik öngörüye dayalı uzun vadeli planlama esaslı yatırımlar yerine, kısa vadede gözle görülür hale gelen altyapı yatırımlarına ve gösterişli kamu binaları yapımına öncelik vermeleriyle kendisini gösteren “inşaat popülizmi,” kamu kaynaklarının israf edilmesi pahasına, seçmen kitlelerinin nezdinde kalkınmada büyük başarı sağlandığı algısı uyandırıyor.

Türkiye’de gördüğümüz üzere, betona dayalı yapısal büyüme stratejisi şu dramatik sonuçlara yol açıyor:

-Kentsel dönüşüm projelerinin beton merkezli olması, yeşil alanların ve kamusal mekânların azalması, betonun kalkınma ve modernleşme sembolü olarak algılanmasıyla kendini gösterir.
-Betona bağımlı kalkınma modeli, ekonomik çeşitliliği engelleyerek ülkenin büyüme potansiyelini zayıflatır.
-Sanayi sonrası bilgi ekonomisine geçiş yapamayan bir ülke, sürekli olarak altyapı projeleriyle büyümeye çalışır, ancak bu sürdürülemez.
-Kaynakların büyük ölçüde inşaata ayrılması ve bu nedenle yüksek teknolojiye ve inovasyona yatırım yapılamaması sonucu küresel rekabete ayak uydurmak mümkün olmaz.

Eğer bir toplum, ekonomik büyümeyi hâlâ beton yatırımlarıyla ölçüyorsa, bu onun zihinsel olarak kalkınma sürecini anlayamadığını gösterir.

Ekonomik rasyonalite yerine siyasi motivasyonlarla yürütülen görkemli altyapı yatırımlarının ve değer üretici olmaktan uzak, hakedilmeyen bir konforu sağlayan gösterişli konut projelerinin; ekonomik büyüme ile kalkınma arasındaki farkı bulanıklaştırması ve ülkeyi her defasında “orta gelir duvarına toslamakla” sonuçlanan bir kısır döngüye hapsetmesi kaçınılmazdır.

 

Kaynak: karar.com




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —