Benzerlikler istasyonu

Vahdettin İnce yazdı;

Benzerlikler istasyonu

Kader; Allah'ın varlık bütünü ile birlikte ve onun içinde insan için hazırladığı planı ve geleceği bilmesi ise, insan için de geriye dönüp yaşadıkları arasında anlamlı bağlar kurmasından ya da anlamlı bağları keşfetmesinden sonra (yanılma payı ile birlikte) ortaya çıkan sonuçtur denebilir.

İnsan kaderini önceden bilemez; sonradan geriye dönerek öğrenir, öğrenebilir.


Benim için kaderi bilmenin yolu, elli senelik okumalarım aracılığıyla yaşadıklarımı anlama çabasıdır nitekim. Yaşadıklarımı anlamak ve anlamlandırmak için okumuşum bunca sene.

Evrensel kader sistemi ile uyumlu bu çabamı varlığımın en değerli hazinesi biliyorum bu yüzden.

Anlık dürtülerle bir hayat sürüyorsun, sonra edindiğin tecrübe ve bilgi ışığında dönüp bakarken anlık reflekslerinin anlamlı bir planın halkaları olduğunu görüyorsun. 

Evrene hükmeden ilahi kaderin bir parçası olma duygusu bütün yalnızlık, çaresizlik, zayıflık, bedbinlik…gibi şeylerin birer evham kadar boş olduklarını bilmenin müthiş bir güç kaynağı olduğunu anlıyorsun böylece. 


Geçenlerde bunu düşündüm yaşadığım bir hikaye eşliğinde.

1988 yılı. Ben, eşim ve üç çocuğumuz Tatvan'dan trene binmiş İstanbul'a taşınıyoruz.

Şakiro'nun "wey dil" stranı kadar hüzünlü bir ayrılık türküsü çalıyordu tren.

Sivas'tan sonra Yozgat'ın bir ilçesinde durduğu sırada, iki çocuğumun istasyon binasının biraz ötesindeki bir evi birbirlerine "Mala dayê" (Ananın evi veya ana ocağı) diye gösterdiklerini fark ettim.

Üç dört yaşlarındaki çocuklar trenin penceresine tırmanıp anneannelerininki sandıkları eve gitmeye çalışıyorlardı.

Hakikaten etrafında sıralı kavak ağaçları bulunan o ev kayınvalidemlerin evine benziyordu.

Tren hareket ettikten sonra ortanca oğlum hüngür hüngür ağlamaya başladı. Niye ağladığını sorduğumda "mala dayê çû" (Ananın evi gitti) dedi.

Bu sefer de hanım ağlamaya başladı. Trenin hüzünlü bozlağı bitmek bilmiyordu.


Bundan on kadar yıl önce üniversitede okuyan ortanca oğlumun aynı okulda okuyan Yozgatlı bir kızla evlenmek istediğini öğrendiğimde o istasyonun yanındaki ev aklıma gelmişti, bakarsın orasıdır diye düşünmüştüm hatta.

Yozgat merkezde bir eve vardık. Herkes tedirgin, herkes meraklı, nasıl insanlarla karşı karşıyayız sorusunun peşinde herkes.

Mezhebin, meşrebin, dilin, geleneğin…derdinde. Hazmedilemeyecek bir farklılığın çıkması halinde ne yapacağını bilememenin yüzlere yansıttığı endişenin gölgesinde Türk olmanın, Kürt olmanın oturtulacağı, konumlandırılacağı zihin bucağını bulmanın telaşesindeydi tüm cemaat.

Neyse ki Şafiiliği, Hanefiliği İslamlık zeminine oturtacağını herkes biliyordu. Ben istasyondaki kavak ağaçlarından itibaren evrensel yasalar sisteminin kaderin mührü misali gösterdiği benzerliklerin peşindeydim oysa.

Allah'ın emri, peygamberin kavli…ruh ikliminin benzerliğinin ilk adımıydı nitekim. Yüzlere sürülen dua elleri, dillerden dökülen aminler kadar aynıydı. 


Kalabalık bir ailede büyüdüm. Çelik tencerelerin, porselen kap kacakların, çatal ve kaşıkların henüz dünyamıza girmediği günlerde büyükçe bir çanakta ailecek yemek yerdik.

Bir akşam sofranın başına oturmuş nenemin yaptığı tirşik yemeğini yiyorduk. Beş parmağımı birden yemeğe daldırmaya yeltenmiştim ki dedem bileğimden tutmuştu.

Sonra başparmağını, şehadet parmağını ve orta parmağını üçlü bir çatal ağzı gibi yaparak aralarına sıkıştırdığı ekmeği yemeğe daldırıp bana vermişti, böylece nasıl yemem gerektiğini bir nasihat lezzetinde göstermişti.

Hala sırf dedemin nasihat tadındaki parmaklarının lezzetini almak için üç parmak arasına sıkıştırdığım ekmeği tirşika bandırarak yerim. 


Kız isteme ve "verdim gitti" faslından sonra oturduğumuz yemekte yaşlıca bir amcanın başparmağını, şehadet ve orta parmağı ile birlikte dedemin gösterdiği gibi yaparak ekmeğini yemeğe bandırıp yediğini gördüm.

Yemek de bizim tirşik dediğimiz türlüydü. Benzerlikler iklimini yakalamıştık. 


Geçen hafta yine Yozgat'taydık. Kız alıp geldiğimiz Yozgat'a bu sefer kız vermiştik. Yüzlerde ayrılık hüznü dışında endişe namına bir şey yoktu.

Benzerlikler dünyasını çoğaltmanın mutluluğunu düşünürken ortanca oğlumun çocuğu düğün dağıldıktan sonra "anneannemin evine gidiyorum" (Kürtçe söyleseydi, "ez diçim mala dayê" diyecekti) deyince burasının onlar için bir "ana ocağı", bir "mala dayê" olduğunu anladım.

Geriye dönüp bakınca evrensel kader sisteminin insan için benzerlikler istasyonunda ortak bir hayat kurmayı öngördüğünü anlıyorsun.