Mahmut Toptaş yazdı;
Rabb'imizin bize yol gösteren iki kitabı vardır.
Kitaplardan birisi, Hazreti Adem Aleyhisselam yaratılmadan önce insanoğlu için yaratılan dünya sarayının tavanına trilyonlarca yıldız takıveren, dünyayı dağlar, denizler, ormanlar, dereler, çiçekler, böcekler, taşlar, kuşlar...la süsleyen ve her yaprak, her çiçek, her canlı ile insanı eğittiği Rabbimizin tabiat kitabıdır.
Hani Fatih Sultan Mehmet, Topkapı Sarayı’nı yapmaya karar verdiğinden yer seçimi yaparken birkaç tane koyun ciğerini birkaç tepeye astırır ve en son bozulan yerin şimdiki Sarayburnu tepesi olması nedeniyle Topkapı Sarayı oraya yapılır.
Ben, Sultanahmet Camii kenarında yedi yıl kiracı olarak kaldım.
Sultanahmet Camii’nden Sarayburnu’na kadar yerlerde havası hep serin olur. 365 günde sivrisinek görülmez, ince sazı duyulmaz.
Hani, internette dolaşan “Dedem derdi ki” başlığı altında bir bilgi vardır:
“Atın su içtiği yerden su iç”
Köy çocukları bunu iyi bilir. Dağda akarsuyun olmadığı yerlerde su birikintisi varsa ve sen de susuz kalmışsan atın o sudan içerse sen de iç. Çünkü at o suyun zehirli olduğunu Rabbimin verdiği tabii bilgiyle bilir.
“İçinde kurt olan meyveyi ye” ilaçsızdır.
“Kuyuyu, kuşların sıcak zamanlarda eşelendiği yere kaz”
“Tavuklar yatınca yat, horozlar ötünce kalk”…gibi dede nasihatleri binlerce yıllık tabiat okumanın sonucunda elde edilen bilgilerdir.
Şimdi ise ilim adamlarımız teknik aletlerle insanların işini kolaylaştırmışlardır.
Bizim köyümüzü kuran Karamanoğlu Mehmet Bey’in bugünkü ifadesiyle Genelkurmay Başkanı, Şikari’nin “Karamanname”sine göre Göcer beğdir.
Göcer beğ yaşlanınca oğlu yerine geçer ve Karamanname’deki adı Göceroğlu’dur.
Köye yerleşirken Horasan’dan bizim köye gelinceye kadar aradan geçen yüzlerce yıl içinde insanın içine yerleşen tabii bilgilerle dolmuş ve bizim köyün yerini seçmiş.
Köyün bağrı güneşe açıktır.
Denizden 1285 metre yüksekliktedir ama Göksu nehri kenarında Akdeniz bitkileri vardır, yaylamızda Erzurum mahsulleri yetişir.
Köyün yaslandığı dağın yönü güneye dönük olduğundan caminin ve köyün bütün evleri kıbleye bakar ve bütün evler güneş ışığından yararlanır.
Kışın, karayel ile poyraz rüzgârı köyün üstünden aşar gider.
Dağın eteğinde kıvrımlı bir yerde bu iki üşütücü rüzgâra karşı da korunaklıdır.
Bunu köyümü tanıtmak için anlatmıyorum.
Bütün eski köylerimizde binlerce yıllık tabiat bilgisinin eserleri görülebilir.
Bu tabiatı okumaktır.
Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de gökyüzünün, yeryüzünün, uyumamızın, gecenin, gündüzün, ayın, güneşin, yaratılan her şeyin Allah’ın ayetlerinden olduğunu haber verir.
Yani daldaki yaprağın açması, solması, yere düşmesi, rüzgâr önünde savrulması, güneşin milyarlarca canlı cansız her şeye faydalı ışık ve ısı vermesi bütün bunların hâlâ daha ilim adamları tarafından sayımının bile yapılamamış olması bizim okuduğumuz ayetlerdir.
İkinci kitabımız da Hazreti Adem Aleyhisselam’dan Sevgili Peygamberimize kadar gönderilen peygamberlerden bazılarıyla gönderilen kitaplardır ve bugün bütün o kitapları içinde barındıran ve kıyamete kadar gelecek insanlara yol gösterecek şekilde olan Kur’an-i Kerim’dir.
Tabiatı okuma konusunda ilim adamlarımızın icatları işimizi kolaylaştırırken, çağımızın zorba zalimleri, kendi çıkarlarına engel oluyor diye Kur’an-i Kerim’i okuma, anlama ve çağın insanına kılavuz kitap olmaması için bütün engelleri çıkarıyorlar.
İnsanlığın kan ağlaması, gözyaşı dökmesi, sömürgenlere hizmet etmesi için eğitim ve sağlığa ödeyeceği paranın kaç katını öldürücü silahlara ve zombileştirilmiş ve de mankurtlaştırılmış askerlere ayırıyorlar.
Kur’an-i Kerim’de “Rahmet Peygamberi” olarak tanıtılan Sevgili Peygamberimiz, sağlığında 23 yılda iki milyon metrekare toprak üzerindeki insanları insana kul ve köle olmaktan, zalimler elinde sızlanmaktan kurtarmış.
Ve bütün bunları yaparken, insanların malına, canına göz dikmeden gönlüne hitap etmiş.
Zalim krallara bile yazdığı mektuplarda beyinlerine rahmet damlası damlatmış.
Müslüman olanlar olmuş, olmayanlar da olmuş.
Bugün bizim işimiz, hem tabiat ayetlerini laboratuvardan dağ tepelerinden denizin derinliklerine kadar okumaya devam ederken, eşyaya, hayvanlara ve insanlara karşı davranışlarımızda Kur’an-i Kerim’in yol gösterici ayetlerini, Sevgili Peygamberimizin anlayışı ve uygulamasını öğrenip uygulamaktır.
Yoksa güçlünün kurallarına kul olmaya devam edersek, çocuklarımız bizden daha beter hallere girecekler. Allah korusun.
Güçlü görünen zalimler arasında, içinde bulunduğu durumdan rahatsız olanlar var.
Ama ellerinde terazi olacak Tevrat ve İncil kitapları, krallar ve papazlar tarafından ayarı bozulduğundan, tahrif edildiğinden doğruyu kendileri belirmeye başlamışlar ama dünyadaki ekonomik dengesizlik ile dünyayı kan gölüne çevirmekten kurtaramadıklarını görüp çıkış yolu arayan insaflı ve güçlü insanlar var.
İşte İslam, onlara ulaştırılmalı.
Ama dikkat edelim, bu temiz ve temizleyici İslam dinini ulaştıranlar da tertemiz olmalıyız.
“Acaba ellerinde benim de kasetim var mıdır” endişesi duymayacak olanlar, yepyeni bir nesil için ellerini, dillerini ve gönüllerini bu tertemiz işin altına koymalıdırlar.
Kasetimizin olmaması için tek yol, İslam’ın emir ve yasaklarına uygun hareket etmek yeterlidir.
Photoshopla yalan kaset yaparlarsa!
Korkma.
Hazreti Yusuf’a yapılan iftira, (bugünkü Photoshopla yapılan) hakim kararıyla da onaylandığında Mısır’a devlet başkanı olma yolunu açmışlardı.
Hazreti Aişe anamıza iftira yayanlar, kendi yalanları Rabbimiz tarafından yüzlerine vurulunca, insan yüzüne bakamaz hale geliverdiler.
Rabbimiz buyurur:
“Ey iman edenler, sizden kim dininden dönerse Allah öyle bir kavim getirir ki Allah onları sever, onlar da Allah'ı sever. Mü'minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar, Allah yolunda cihat yaparlar ve kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu, Allah'ın bir lütfudur, onu dilediğine verir. Allah'ın lütfu boldur, O her şeyi bilendir.” (Maide Süresi, Ayet 5/54)