Bildiğiniz gibi bugünlerde “belge”cilerle başım belada.
Şu bizim Xalid Sadini ile tartışmamız canım… Hani şu Êzîdîlikle ilgili olanı.
Onunla meşgul iken geçenlerde Van gölü havzasına bir ziyarette bulundum. Patnos, Erciş, Adilcevaz, Ahlat derken Tatvan’da kendimi bir “belgeler” savaşının tam ortasında bulmayayım mi? Allah sizi inandırsın, bu da Xalid’in işidir diye düşündüm.
Mevzu şu:
Van gölünün adı aslında Tatvan gölüymüş ve bunu da Mimar Sinan demiş…
(Sizce de Êzîdîler aslında Müslümandı, sonra yeni bir din icat ettiler gibi değil mi?)…
İki grup tartışıyorlardı. Van gölü aktivistleri ile Tatvan gölü aktivistleri…
Tatvan gölü aktivistlerinin lideri elindeki belgeyi bana uzattı (Xalid senden korkulur). Belge dediysem de akıllı telefonunu uzattı. Google hazretleri yazmış hakikaten.
Döndüm Van gölü aktivistlerinin sözcüsü dostum Erdoğan Özel’e baktım, ne diyecek diye. “Tatvan bundan yüz sene önce köy bile değildi, Mimar Sinan ta o zamandan nereden bilecek Tatvan diye bir yeri?” demesin mi…
(Allah aşkınıza söyleyin, Müslüman iken Adiy b. Müsafir adlı şeyhleri öldü diye bir gecede Êzîdîlik dinine girmiş kadar tuhaf değil mi?)…
Tatvan gölü aktivistlerinin sözcüsünün yüzü telefonunun ekranı gibi birden kapanıverdi. Sonra toparlandı ve sen ne diyorsun buna, der gibi yüzüme baktı.
Kürtçe “Aş çûye hun pey çeqçeqokê ketine” (Değirmen yıkılmış siz çakçakanın peşine düşmüşsünüz) dedim ve ekledim:
Koskoca Büryan gibi bir değeri Siirt’e kaptırmışsınız gelmiş şuncacık gölün peşine düşmüşsünüz…!
Yüzünü buruşturdu, biz de bunu alim sanıyorduk der gibi bana baktı, bir yandan da gözlüğünün buharlaşan camını siliyordu.
Bak, dedim, bu da Xalid Sadini’nin işi… Çünkü derya efzûn ilmimi o da diline dolamış…
Van gölü aktivistlerinin sözcüsü dostum Erdoğan Özel’e beni kurtar bu badireden der gibi baktım. Anlayışlı adam. Hoca, dedi, gel seni Nemrut Dağı'na götüreyim, krater gölünü gezelim.
Nemrut Dağı mı? Adıyaman’da değil miydi? Bunun Nemrut Dağı olduğunun belgesi var mı, dedim.
Belge mi dedim, ağzıma Urfa isotu sürseniz yeridir!...
Nemrut (buarada adı Kürtçe Nemird, yani ölümsüz imiş, söylene söylene Nemrut olmuş. Ne gülüyorsunuz, belgesi var. Fadime de denizde boğulan Temel’i günlerce Temel… Temel… diye sayıklamış sonra bu Temel Rize’ye dönüşmüş… Ne var bunda. )… Dostum, "Nemrut adlı kral yazları burada, kışları Adıyaman’da kalırmış. Burası Nemrut’un yazlığıdır ve eğer imkan bulursak iki Nemrut arasında bir bisiklet turu gerçekleştireceğiz, böylece iki Nemrut’u kavuşturacağız" dedi.
Bitlis ve Adıyaman valilikleri sponsor olursa tabi. (Bence olurlar)…
Başınızı ağrıtmayayım. Çıktık dağa. Aşağı doğru bir çukur. Koca bir çanak…Ortasında biri ılık, biri soğuk iki krater gölü. Soğuk olanı dünyanın ikinci, Türkiye’nin birinci büyük krater gölü. Müthiş bir manzara.
Çanağın dibine doğru indik. Ta dibine kadar yol gidiyor. Yol dediysem patika gibi. Derme çatma bir çay ocağı bile vardı. Krater gölünün suyundan yapılmış çaydan içtik.
Daha gelirken dostum burada ayılar var, zaman zaman görünüyorlar demişti. Bu yüzden yol boyunca duyduğum her hışırtıya dikkat kesildim. Ayı çıkabilir diye.
Bol bol fotoğraf çektikten sonra dönmeye karar verdik. Dönüş yolunda bir kalabalık gördük. Bazı insanlar yamaca doğru bakarak bağırıp çağırıyorlar. Durduk. İki ayı yavrusu…
Bunların annesi bir yerlerdedir. Şimdi çıkar saldırır dedim. Anneleri ölmüş dediler. Dostum belgesel çeker gibi cep telefonuna davrandı.
Bakın …sel’li de olsa yine belge dedim. Benim bu belgelerden çekeceğim var.
İnanır mısınız o günden beri belgesel tadında rüyalar görüyorum…Hatta uykum gelmediği zaman artık koyun yerine belge sayıyorum. Ne yaptın Xalid Sadini, kimyamı bozdun!...
Geçenlerde torunum Talha koşarak kucağıma geldi de o sırada burnuma bir kafa geçirdi. Ne göreyim, yıldız yerine belge sayıyorum. O kadar yani.
Vaziyetimi anladınız… Bir yazı yazdım hayatım değişti. Xalid Sadini üşenmemiş bir ikinci yazı döşenmiş cevap olarak, galiba üçüncüsü de gelecek. Gene pür belge.
Sadece şu soruyu soracak ve aradan çekileceğim:
Xalid, Melayê Cizîrî, Ehmedê Xanî, Feqiyê Teyran gibi klasik şairler mantar gibi birden ortaya çıkmadılar, bu zirve isimlerin ortaya çıkması için en az üç yüz, dört yüz yıllık bir edebiyat geçmişinin olması gerekir, diyorsun ve bunda Tatvan’daki Nemrut’tan Adıyaman’daki Nemrut’a kadar haklısın.
Şu halde Adeviye tarikatı Şeyh Adiy b. Müsafir ile birlikte Mümin, Müslüman, mutlu, mesut yaşarken Şeyh’in ölmesiyle birlikte nasıl yepyeni ve geçmişi olmayan bir dini, neredeyse bir gecede icat ettiler?
Hele de bakayım! Bana gösterdiğin belgelerinde buna dair bir cevap yok çünkü.
Yoksa belgelerin rahmetli dedemin üzerinde Arapça yazı var diye Kur’an sayfaları zan ederek duvar deliklerine sakladığı sigara kağıtları mesabesinde midir?
Bu arada keşke ortak dostlarımız İhsan Süreyya hoca, Ali Kemal Temizer gibi isimleri işin içine karıştırmasaydın. (Hele Ali Kemal abi yeni kitabımı basmaya hazırlanırken bu hiç iyi olmadı!)…
Yaşayanları geçtim ya dar-ı bekaya irtihal etmiş bir ansiklopedi dolusu Hakkari ulemasından ne istedin?...
Bir de “Hattabu’l Leyl” nitelendirmeme alınmışsın dostum.
Suyuti’nin ilim dünyasındaki bir adıdır bu.
Seni sıradan bir derlemeci gibi değil, Suyuti gibi bir allameye benzetmişim daha ne istiyorsun.
Evet, dediğim gibi ben aradan çekiliyorum.
Bu kadar belge uykularımı kaçırıyor.
Vahdettin İNCE, Yazar ve mütercim