“Bu sıcak görüşmede, [Suriye] Devlet Başkanı Sayın Esed’i, Filistin davasını ve Filistin halkını bütün gücüyle destekleme konusunda büyük bir kararlılık içinde bulduk. Kendisi, Suriye’nin, –şimdiye kadar olduğu gibi– bundan sonra da Filistin halkını destekleyeceğini ifade etti. Biz de gelecek için, geçmişteki bütün sayfaları çeviriyoruz. Böylece geçmişte yapılan şahsî, hatalı ve hareket liderliğinin onaylamadığı her eylemi de geride bırakmış oluyoruz. Sayın Esed’le, maziyi tamamen arkamızda bırakmak ve geleceğe yürümek konusunda ittifak halindeyiz.
Bugünkü buluşmamız, Filistin davasını hedef alan Siyonist projelere ve Amerika’ya karşı, halk direnişinin kuvvetlerinden ve Suriye’nin kalbinden verilmiş doğal bir cevaptır.
Sayın Esed’e şunu da teyit ettik: Biz, toprak bütünlüğü sağlanmış bir Suriye’den yanayız. Suriye’nin Siyonist, Amerikalı veya herhangi başka bir harici düşman tarafından hedef tahtasına oturtulmasına karşıyız. Suriye’nin İslâm ümmeti içindeki varlığını devam ettirmesini ve çektiği sıkıntılardan kurtulmasını temenni ediyoruz.
Esed’le buluşmamız, direniş ruhunun ve direniş hareketlerinin ümmetin içinde mevcut olduğunun bir göstergesidir. Bunun yeniden ispatı ve ilanı için, biz şu anda tekrar Suriye topraklarındayız. Şunu da belirtmeliyim: Bu karar, hareket liderliğimiz tarafından oybirliğiyle alındı.
Bugün biliyoruz ki, [tekrar Şam’a dönüşümüzden dolayı] milyonlarca insan büyük bir sevinç duyuyor. Fakat kızanlar ve üzülenler de var, onu da biliyoruz. Üzülsünler ve kızsınlar! Biz çok mutluyuz, çünkü zaferi kazanacağız.”
İslâmî Direniş Hareketi’nin (kısa adıyla: Hamas) Arap ve İslâm ülkeleriyle ilişkilerden sorumlu temsilcisi Halil Hayye, geçtiğimiz çarşamba günü –19 Ekim– Suriye’nin başkenti Şam’da Beşşar Esed’le görüştükten sonra düzenlediği basın toplantısında bunları söylüyordu. Kendisine eşlik eden diğer isimler rutin ve diplomatik jestlerle yetinirken, Hayye’nin kameralar karşısındaki “aşırı mutlu” hali de özellikle dikkat çekiyordu. Hayye, “mecbur kalınmış bir adım”ı atıyor olmaktan ziyade, adeta gurbetten vatanına dönüyor gibiydi. En azından, sergilediği görüntüyle.
Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri tarafından “terör örgütü” olarak değerlendirilen, Mısır’dan da istediği çapta destek göremeyen Hamas, son yıllarda giderek daha fazla oranda İran-Suriye cephesine yaklaşıyordu. Suriye rejiminin kendi halkına bomba yağdırmaya başlamasının ardından, 2012’de merkezini Şam’dan Katar’ın başkenti Doha’ya taşıyan Hamas, sonrasında mezkûr Arap ülkelerinin izlediği dışlayıcı siyaset neticesinde yeniden İran’la yakınlaşmayı seçmişti. Hamas lideri İsmail Haniye’nin, Halep’in Sünnî nüfusuna yönelik soykırım ve tehcirin mimarı olan İranlı General Kâsım Süleymânî’nin Tahran’daki cenazesine bizzat katılarak, törende yaptığı konuşmada Süleymânî’yi “Kudüs şehidi” ilân etmesi, Hamas-Tahran ilişkilerindeki eskiye dönüşün kamuoyuna izharı yerine geçmişti.
Dolayısıyla, Şam’da izlediğimiz sahnelerde sürpriz yok. Fakat sorulması gereken bazı sorular var ki bunlar sosyal medyada da yüksek sesle dile getirildi:
Hamas yönetimi, Baas rejiminin Şam’daki Filistinli mülteci kamplarında gerçekleştirdiği katliamları hangi bağlama oturtuyor? Suriye’deki savaş sırasında binlerce Filistinlinin de öldürüldüğü bilinirken…
Ortadoğu’yu mezhepçi bir yaklaşımla yeniden şekillendirmeye odaklanan İran, destek olduğu veya nüfuz ettiği bütün hareketlere kendi ajandasını dayatırken, Hamas bu dayatmalardan kendisini, siyasî çizgisini ve dinî ideolojisini nasıl koruyacak?
Hepsinden önemlisi, şu anda özellikle Batı Şeria sokaklarında kaynamaya başlayan işgal karşıtı öfke, Filistin’de büyük sürprizler meydana getirmeye gebeyken, Hamas, yeni nesil Filistinlilerin nabzını gerçekten tutabilecek mi? Yoksa, kendi maslahatını koruma ve kazanımlarını kurtarma derdine düşerken, zaman içinde İran’ın politik menfaatleri çerçevesinde kurduğu büyük oyunun küçük ve etkisiz bir parçasına mı dönüşecek?
Önümüzdeki süreç, bu soruların net cevaplarını da ortaya koyacak. Ve zannediyorum, cevaplar için çok uzun süre beklemek zorunda kalmayacağız.
(Hamas’a Arap dünyasında uygulanan boykotun, bölgemiz açısından aslında büyük bir fırsatın kaçırılması anlamına geldiğini, 16 Haziran 2021 tarihli ve “Bir imkânı heba etmek” başlıklı yazımda detaylıca anlatmıştım. Muhtevayı burada tekrar etmiyorum. Dileyen okurlara, o yazıyı hatırlatmakla yetineyim.)