Vehbi Kara yazdı;
Bediüzzaman hakkında bir çok haksız ve yersiz iddia vardır. Bunların bir kısmı iddianın ötesinde iftiraya kadar varmaktadır. Örneğin bugünkü makalemde işlediğim yazıda “Bediüzzaman’ın Abdülhamid’i tahttan indirmek için nutuk söylediği” iftirasına bir cevap niteliğindedir.
Bediüzzaman’ın Meşrutiyetin 23 Temmuz 1908 tarihinde Abdülhamid tarafından ikinci kez ilan edilmesinden hemen 3 gün sonra ve daha sonra Selanik’te yapmış olduğu nutuk; 2 Ekim 1908 tarihinde Misbah gazetesinde tam metin olarak yayınlanmıştır. Burada yazının tamamını değil özet olarak sunulabilecek bir değerlendirme ele alınacaktır. Allah kısmet ederse bu nutkun geniş bir şekilde ele alındığı “Bir Hürriyet Kahramanı Bediüzzaman Said Nursi” kitabında yayınlamaya çalışacağım.
Günümüzde araştırıp incelemeden sadece kulaktan dolma bilgiler ile Bediüzzaman Said Nursi’ye saldırılar hala devam etmektedir. Öyle ki Abdülhamid’i desteklediği halde “Abdülhamid’i devirmek için halkı isyana çağırdı” diyecek kadar ileri giden kişiler vardır. Bu büyük iftira karşısında şu hususun bilinmesinde yarar vardır:
Bediüzzaman, kendisine işkence yapan kişilere dahi “eğer imanını kurtarabilirse hakkımı helal ediyorum” diyecek kadar şefkatli birisi olduğu halde bu nutku ile ilgili olarak farklı bir ifade kullanmaktadır.
Bu nutkundaki ifadelerinin yanlış anlaşılmaması için “dağ yemişinin hazmı zor olur” diyerek dikkatli bir şekilde okunmasını aksi takdirde “hakkını helal etmeyeceğini” söylemiştir. Hatta eserlerinde bu yazıyı neşrederken: “Eğer siz de -iki gazeteci nasıl sözümü tahrif etmiş- öyle okursanız, Allah imdad eyleye” diyerek gerekli ikazını da yazmıştır.
Onun bu önemli uyarısına rağmen söylediğinin neredeyse tam aksini iddia ederek halkımızı Bediüzzaman’dan soğutmak isteyenler ciddi olarak düşünmek zorundadırlar. Çünkü iftira attığı takdirde; ruz-i mahşerde “hakkını helal etmeyen” bir kişiyle hesaplaşacaklardır. Bu hususu gözden kaçırmamak gerekiyor.
Şimdi gelelim Selanik’te ve İstanbul’da Meşrutiyet ve hürriyet ile ilgili olarak söylediği nutuk yazısına. Bu metni günümüz Türkçesi ile pek çok kişinin anlaması zordur. Bu nedenle kendi anladığım şekli ile günümüz ifadeleri ile ve özet olarak yazmaya çalışacağım.
26 Temmuz 1908 günü daha sonra “Hürriyet Meydanı olarak adlandırılacak Selanik’teki Drahodr meydanında, İdadi Mektebi ve Kışlalar arasındaki alanda birçok hatip konuşma yapmıştır.
Bediüzzaman’ın Selanik’teki nutkunu dinleyenler arasında daha sonra çok önemli mevkilere gelecek olan İsmet İnönü, Celal Bayar ve Türk Silâhlı Kuvvetlerinin 4. Genelkurmay Başkanı Salih Omurtak’ın da dinlediğini; bazı belgelerden anlayabiliyoruz. Zira Bediüzzaman’ın bu konuşması oldukça tesirli olduğu için İttihad ve Terakki’nin önde gelen isimleri Bediüzzaman’a cemiyette birlikte çalışma teklifi yapmışlardı. Fakat Bediüzzaman; bu teklifleri reddetmiştir.
Meşrutiyeti anlatan kişiler arasında başında sarığı belinde kaması ve ayağında çizmesi ile Bediüzzaman çok farklı bir etki bırakmıştır. Osmanlı Devletinin içinde bulunduğu durumu çok veciz ve yerinde tespitler ile anlatan bu zatın sözleri bir çok gazete ayrıca yayınlanmıştır.
Balkonda Enver Paşa’nın hemen ardından nutkunu söyleyen Bediüzzaman; özetle şunları söyler:
“Ey Hürriyet-i şer’i. Öyle müthiş ve fakat güzel ve müjdeli bir sada ile bağırıyorsun ki benim gibi bir Şarklıyı gaflet altında yatmışken uyandırıyorsun. Sen olmasa idin, ben, umum millet, zindan-ı esarette kalacaktık. Seni ebedi bir ömür ile müjdeliyorum.
Eğer hayatımızın esası olan Şeriatı gerçek kaynak olarak ele alsan ve o Cennette canlandırsan, bu mazlum milletin eski zamana nispeten bin derece daha fazla terakki edeceğini müjde veriyorum.
Ey bu vatanda yaşayan mazlum kardeşlerim! Gidelim, dahil olalım.
Birinci kapısı, Şeriat dairesinde kalplerin ittihadı yani birleşmesi,
İkincisi sevgi ve muhabbet,
Üçüncüsü eğitim ve maarif;
Dördüncüsü çalışmak,
Beşincisi sefahati yani Allah’ın yasakladığı pis işleri terk etmektir. Ötekileri sizin zihninize havale ediyorum...
Bu inkılap, insanlığın ağır zincirlerini parça parça ederek hükümeti tehlikelerden kurtaracaktır. Diğer milletler milyonlarca insanını feda ederek bu hürriyete kavuştular. Biz ise ölmüş olan hislerimizi İslam’ın güzel ahlakı ve yüksek milli seciyelerimiz ile yeniden ayağa kaldıracağız. Öyle ki; hürriyet ve adaletin sedası; İsrafil Aleyhisselamın Sur’a üflemesi gibi vatanımızı hayatlandıracaktır.
Ey kardeşlerin sakın sefahat ve dinde laubalilikle bu güzel gelişmeyi öldürmeyiniz. Şeriat üzerine tesis olunmuş olan Kanunu Esasi (anayasamız) fasit ve bozguncu düşünceleri, ahlaksızlığı ve rezaletleri Azrail gibi öldürmüştür.
Ey hamiyetli kardeşlerim!
İsraf ve şeriatın reddettiği meşru olmayan hareketlerle yeniden bu kötülükleri diriltmeyiniz. Yüz sene geri kaldığımız sanayi ve terakkiyattan, meşveret ile çıkıp yetişeceğiz. Medeni milletlerle omuz omuza müsabaka edeceğiz. Şimdi onlar öküz arabasına binmiş gibi yavaş ilerlerken biz ise şimendifer (tren) ve balon gibi süratli araçlara binerek onları geçeceğiz. İslam hakikatleri, güzel ahlak ve imanın feyzi ile medeni milletleri fersah fersah geçeceğiz.
Talebeliğin bana verdiği vazife ve hürriyetin sağladığı imkânla şunu kardeşlerime ihtar ediyorum!
Sakın hürriyeti kötü manada tefsir etmeyiniz. Ta ki elimizden kaçmasın. Kokuşmuş olan esirliği bize başka bir kapta içirmesinler. Çünkü hürriyet; dini hükümlere uygun hareket etmekle, Şeriatın edebi ile güzelleşmekle ve güzel ahlak ile gelişip güçlenir. Sadr-ı evvel yani sahabeler zamanında vahşet ve baskı varken; hürriyet, adalet ve hukuk önündeki eşitlik sayesinde dünya üzerinde büyük bir gelişme yaşandı.
Biz Osmanlı Milleti erkek gibiyiz. Mert olan milli seciyemize kadınların giysisi gibi sefihlik ve ahlaksızlık yakışmaz, aldanmayalım. Ecnebilerden medeni terakkiyatımıza yarayacak olan fen, teknoloji ve sanayi gibi noktaları memnuniyetle alacağız. Fakat ecnebilerdeki çirkin ahlaksızlığı bırakmak zorundayız. Çünkü bir kadın erkek gibi giyinse ve erkek de kadın gibi süslense bu yakışmaz. Mert ve himmetli olan milletimiz cilveli hanımlar gibi olmamalıdır.
Medeniyeti getirebilmek için Japonlar gibi olmalıyız. Onlar medeniyetin güzelliklerini Avrupa’dan aldıkları halde milli adetlerini muhafaza ettiler. Bizim milli adetlerimiz İslamiyet sayesinde gelişip güçlendiği için biz Japonlara göre iki kat daha fazla mücadeleye sarılmamız gerekiyor.
Hazreti Ömer, Hazreti Ali ve Selahattin-i Eyyubi gibi büyük zatların insanlık tarihine göstermiş olduğu parlak sahifeler bu iddialarımıza açık bir delildir. Buna binaen kati olarak hükmediyorum ki; bizim şimdiye kadar noksanlarımız ve gerilememizin sebebi dört sebeptir:
Şeriatın hükümlerine uygun hareket etmediğimiz için,
Bazı müdahin (yani dalkavuk ve yağcıların) keyfine göre hareket etmelerinden,
Cahil olup meselenin özünden uzaklaşan görünüşte alim kişilerin taassup ve bağnazlığından,
Avrupa Medeniyetindeki güzellikleri terk edip çocuk gibi heves ve fenalıkları tercih ettiğimiz için.
İşte memurlarımız vazifelerini düzgün yapsa ve memur olmayanlar da zamanın gereklerine uygun hareket etse sefahat ve rezilliklere zaman bulamayacaklardır. Bu noksanlık ve gerileyiş ancak bu suretle sona erecektir.
Bu milleti ve devleti medeni milletlerin ilerisine taşıyacak olan hususlar; fikir hürriyeti, milletin kalbi olan Meclis-i Mebusan ve ümmetin fikri olan Şeriata uygun olarak meşveret ve istişare etmektir”.
Konuşmasına aşağıdaki şekilde son vermiştir. Bu kısmı metindeki orijinal haliyle yazıyorum. Zira umulur ki Abdülhamid’in aleyhindeydi diyen kişiler insafa gelirler:
“Yaşasın ittihad-ı millî!..
Ölsün ihtilaf!..
Yaşasın muhabbet-i millî!..
Gebersin ağraz-ı şahsiye ve fikr-i intikam!..
Yaşasın şecaat-ı mücessem askerler!..
Yaşasın satvet-i müşahhas ordularımız!..
Yaşasın akıl ve tedbir-i mücessem dindar cem'iyet-i ahrar!..
Yaşasın yaraları tedavi etmek fikrinde olan Halife-i Peygamber!..”