Tunus’un son 10 yıldır yaşadığı sorunlara, mevcut krizin sebeplerine, siyasal aktörlerin ideolojilerine ve bugünkü tutumlarına baktığımız vakit olanları İslamcılık-sekülerlik ikiliği üzerinden okumak yahut İslamcılığa bir başkaldırı gibi görmek büyük bir hata olur. 10 yıl önce “hürriyet, adalet, haysiyet” şiarı ile diktatörü deviren Tunuslular aradan geçen 10 yıla rağmen yeni sistemi kuran siyasetçilerin -ister İslamcı olsun ister seküler- halkın taleplerini karşılayamamasına tepki gösteriyor.
Bir önceki yazımda 25 Temmuz Pazar gününden bugüne yaşanan olayların ülke demokrasisi için ne kadar büyük tehlike teşkil ettiğinden bahsetmiştim. Bu sefer bu olayların hazırlanışına bir göz atalım istedim. Birçok gazeteci ve siyasetçi hatta bazı siyaset bilimciler olanları alışılageldik İslamcılık ve laiklik (yahut sekülerlik) ikiliğinden anlamaya çalıştı. Böyle bir yaklaşım hem çok indirgemeci hem de Tunus’taki son gelişmelerin gerçekliğinden uzak.
Olanları anlamak için ilk yapılabileceklerden biri Tunus’taki seküler-İslamcı diye tabir edilen ayrışmanın temellerine inmek ve günümüzdeki krizin aktörleri ile ilgisini sorgulamak. İlk olarak Türkiye’de daha yakından bilinen Ennahda ile başlayalım. “İslami Cemaat” (al-jamaa al-islamiyya) Hindistanlı Tablighi Jamaat çizgisinde 1970’lerin başında tebliğ (dawa) amacı güden bir toplumsal-dini hareket olarak kuruluyor. Zamanla siyasileşerek Müslüman Kardeşler (İhvan) çizgisine yaklaşan hareket önce İslamcı Eğilim Hareketi ardından da Ennahda (Rönesans) Hareketi adını alıyor. Tunus’ta Burgiba’dan Bin Ali’ye uzanan tek adam rejimlerince yasaklanan ve çok büyük baskılar gören Ennahda 2011 Devrimi sonrası yasal bir parti olarak siyasete katılıyor. Devrim sonrası demokratikleşme ve toplumsal diyalog süreci Tunus’ta İslamcılık için çok büyük bir kırılma noktası olarak anlaşılabilir. Zira bu süreçte Ennahda birçok ideolojik duruşundan, ortak bir demokratik konsensüs bulma umuduyla vazgeçti. Bunların belki en sembolik olanları devrimden beri İslamcı olmayan partilerle koalisyon kurmaları ve anayasada İslâmi şeriata referans verme taleplerinden vazgeçmeleri.
Ennahda’yı anlamak için en önemli noktalardan bir tanesi de tarihsel olarak hem bir siyasal parti hem de tebliğ amacı güden bir toplumsal-dini hareketi aynı anda bünyesinde barındırdığı gerçeği. Hareketin kendisi bu tarz bir ikili yapılanmanın demokratik bir rejimde sürdürülemez olduğunu fark edince 2016 yılında yalnız siyasi aktivitelerde bulunan bir partiye dönüşme – kendi tabirleri ile siyasette “uzmanlaşma” (tahassus) – kararı aldı. Hareketin lideri Raşid Gannuşi için bu karar siyasal İslam’dan “Müslüman demokrasi”ye geçiş manasını taşıyor. Her ne kadar Ennahda’yı destekleyenler uzmanlaşma kararını din ile siyaset arasında kavramsal bir ayrım olarak yorumlamasa da hareketin yalnız bir siyasal parti olmayı kabul etmesi ve dini aktivitede bulunmak isteyen üyelerini partiden bağımsız STK’lar çevresinde örgütlenmeye itmesi Tunus’ta İslamcılığın çok büyük bir değişim geçirdiğinin nişanesi.
Peki ya karşı tarafta kim var? Tunus’ta seküler akımların çoğu ideolojilerini ülkenin kurucu lideri Habib Burgiba’ya dayandırıyor. Her ne kadar Burgiba Kemal Atatürk’ten büyük oranda etkilenmiş olsa da Tunus’ta laik yahut seküler diye tabir edilen akımlar ve partiler Türkiye’deki laiklik anlayışıyla veya akademideki laiklik teorileri ile tam olarak örtüşmüyor. Bu sebeptendir ki Harvard Üniversitesi Yakın Doğu Çalışmaları Bölümü’ndeki Tunuslu Profesör Malika Zeghal bu partileri seküler ya da laik değil de İslamcı olmayan partiler (non-Islamist) olarak adlandırıyor. [1] Zeghal’ın da anlattığı üzere devrim sonrası kurulan bu partilerin çoğu aslında ne kendilerini seküler diye tanımlıyor ne de tam bir din-devlet ayrımını savunuyor. 2014 Anayasası’nın 1. maddesinde ülkenin dini olarak İslam’ın yer alması Burgiba döneminin 1959 Anayasası’ndan kalan bir hüküm ve partilerin çoğunun üzerinde uzlaştığı bir nokta. Kaldı ki İslamcılara karşı uyguladığı çok sert baskı politikaları ile bilinen devrik lider Zeyn El-Abidin Bin Ali bile çok kez dini, siyasi amaçlar kullanmaktan kaçınmayan bir siyasetçi idi.[2] Hal böyle olunca seküler-İslamcı ayrışması diye tabir edilen olay laikler ve dindarlar arası bir ideolojik ikilikten çok dinin siyasette ve toplumsal hayatta nasıl bir rol oynaması gerektiğine dair bir fikir farklılaşmasını ifade ediyor. Bu durum “seküler” partilerin çoğunda sistematik ve kavramsal bir laiklik savunmasından çok anti-islamcılık üzerinden tezahür ediyor.
Bunun da ötesinde göz ardı edilmemesi gereken bir diğer nokta ise sekülerler-İslamcılar diye tabir edilen fay hattının aslında kökleri çok eskiye dayanan ve çok boyutlu bir toplumsal ayrışmayı sembolize ediyor olduğu. Bu ayrışmanın bir ucu Tunus’ta 19. yy. modernleşme hareketleri ve Fransız Himayesi sonucu ortaya çıkan yeni elitler ile eski elitler arasındaki çatışmaya diğer ucu ise kıyı kesimleri ile iç kesimler arasındaki bölgesel eşitsizliklere dayanıyor. Zira Tunus’ta devrim öncesi siyasal elitler hep kuzeydeki sahil kesimlerinden çıkmış ve bu bölge halen ülkenin en müreffeh kısmı. Güneyde kalan iç bölgeler ise uzun yıllardır Tunus’un geri kalmış, rejime karşı reaksiyoner ve muhafazakâr kesimi. İşte bu bölgesel ayrım “seküler” ve İslamcı partilerin ayrışması olarak devrim sonrası da kendini gösterdi.
2013’teki siyasal kriz Tunus’ta İslamcı Ennahda’nın karşısına eski rejim elitlerini de içeren ve seküler diye tabir edilen kesimleri bir araya toplamış Nidaa Tounes partisini çıkardı. Bu iki siyasal parti üzerinden giden toplumsal ayrışma 2014 seçimlerinde kuzey illerinde Nidaa’nın güneyde ise Ennahda’nın birinci olduğu yoğun kontrastlı bir Tunus haritası ortaya çıkardı.[3] Öte yandan Nidaa hem başkanlık hem meclis seçimlerini kazanarak İslamcıların demokratik seçim ile de mağlup edilebileceğini göstermiş oldu. Tüm bu kutuplaşmaya rağmen iki parti arasındaki iletişim ve 2013 krizinin bir toplumsal konsensüs ile çözülmesi sonucu iki partinin (ve başka partilerin de) ortak girişimi ile bir koalisyon hükümeti kuruldu. İşte 2013 krizinden çıkmayı sağlayan ve beraberinde bir koalisyon hükümetini getiren bu uzlaşı Tunus’un Arap dünyasının tek demokrasisi haline gelişinin kilometre taşlarından biriydi. Fakat 2019 seçimlerine yaklaşırken siyasal manzarada çok mühim değişimler yaşandı. Kurulan koalisyon hükümeti istenilen verimi doğurdu, devrim sonrası arzu edilen bazı çok önemli reformları gerçekleştiremedi. Koalisyon hükümetinin bekleneni verememesi hem İslamcı hem seküler partilere karşı toplumda büyük bir tepki doğurdu.
Kais Said bu atmosferde ortaya çıkmış, tam anlamıyla sistem dışı (outsider) bir siyasetçi; ne seküler dediğimiz partilerin ne de İslamcı Ennahda’nın çizgisinden geliyor. Tunus’un önde gelen hukuk fakültelerinden birinde anayasa profesörü olan Said’in ismi 2019 seçimleri öncesi çok az Tunuslu tarafından biliniyordu. 2019’daki başkanlık seçimlerine bağımsız aday olarak girdi ve ikinci turda Nidaa Tounes’tan kopma Qalb Tounes partisi lideri olan ünlü medya patronu Nabil Karvi’yi çok büyük farkla mağlup etti. Said’in bu zaferinde şüphesiz kendi adayları 2. tura kalamayan Ennahda partisinin desteğinin de payı mühim. Bir seçim sonrası anketine göre Said’e oy verenlerin %20’den fazlası Ennahda seçmeni.[4] Fakat esas altı çizilmesi gereken nokta şu ki Said aslında klasik seküler-İslamcı ayrımını kesen bir siyasetçi. Nitekim kendisi ülkenin farklı bölgelerinden oy alabilmeyi birinci turdan itibaren başardı. 2014 seçimlerinde çok net olan kuzey güney ayrımının 2019 başkanlık seçimlerinin birinci turunda allak bullak olduğu görüldü. Yine zikrettiğimiz seçim sonrası anketine baktığımız vakit, kendisini destekleyenlerin %31’i meclis seçimlerinde oy kullanmayanlar. Said’in siyasal görüşleri ise ilk başlarda büyük bir tartışma konusu olmuştu. Zira bir bağımsız olarak ne bir partisi ne de net bir programı mevcut. Kendisini ön plana iten noktalar anti-elit popülist söylemi, Tunus’un on yıllardır çözemediği yolsuzluk sorununa karşı taviz vermez duruşu, dürüst bir kanun adamı imajı çizmesi, bir akademisyen olarak gençlerin ilgi odağı olması, adem-i merkeziyetçilik ve halk iradesi vurgusu olarak sıralanabilir. Bunun yanı sıra İslamcı gelenekten gelmese de Said’in birçok sosyokültürel konuda muhafazakâr bir duruşu var. Belki de bu konulardan en akılda kalıcı olanı kadın-erkek arası miras eşitliği meselesi idi.[5] Said hiç tereddüt etmeden miras hususunda Kuran metninin ve hükümlerinin çok net olduğunu belirterek miras eşitliğine karşı çıktı.
Yine geçen seneki bir konuşmasında Tunus’ta 1991’den beri uygulanmamasına rağmen idam cezasının halen kanunda var olduğunu hatırlatması büyük tepki çekti. İşte tüm bunlar göz önüne alındığında Kais Said’e “laik” veya “’ilerici” (progresif) bir lider demek pek de kolay değil. 2019 seçiminde kendisini destekleyen Ennahda ile arasının bu kadar açılmasını İslamcı-seküler ayrışması üzerinden okumak da pek mantıklı gözükmüyor.
Kanaatim o ki mevcut krizin sebeplerini 2014 seçimlerinden sonra kurulan hükümetin başarısızlıklarında ve tüm iyi yönlerine rağmen 2014 anayasasının eksiklerinde aramak gerek. Bahsi geçen anayasa çok büyük bir uzlaşı örneği olması ve Tunus’ta demokrasinin tapu senedi olması açısından uluslararası camiada takdir toplasa da bazı hususlarda eksikleri olduğuna da dikkat çekiliyordu. En önemli eksiklerden bir tanesi cumhurbaşkanı ile başbakanın yönettiği hükümetin arasındaki görev dağılımının yeterince net şekilde yapılmamış olması ve cumhurbaşkanının halk tarafından seçildiği bir parlamenter sistemde bu durumun çatışmalara sebep olabileceği korkusuydu.
Nitekim daha Said’den önceki Cumhurbaşkanı Beci Kaid Essebsi ile Başbakan Yusuf Eş-Şahid’in aynı partiden (Nidaa Tounes) olmalarına rağmen araları açılmış ve çıkan kriz Eş-Şahid’in kendi partisini (Tahya Tounes) kurup mecliste Ennahda’nın desteği ile iktidarda kalmasıyla sonlanmıştı. Meclisteki çoğunluk ile cumhurbaşkanının koalisyon ortağı olmadığı bir ortamda ise böyle bir krizi yönetmenin çok ama çok daha zor olduğu Kais Said ile teknokrat Başbakan Meşişi arasında 2021 Ocak ayında başlayan hükümet krizi ile netleşmiş oldu. Bu kriz Cumhurbaşkanı Said’in Meşişi’nin atadığı ve mecliste güven oyu almış 11 bakana aralarında bazıları hakkında yolsuzluk şüphesi olduğu gerekçesiyle yemin ettirmeyi reddetmesi ile doruk noktasına ulaşmıştı. Tunus yasalarına göre cumhurbaşkanının yeni bakanlara yeminlerini ettirmesi bir gereklilik olsa da şimdiye dek sürecin sembolik bir kısmı olarak görülüyordu. Said ise yemin töreninin kendisine fiili anlamda bir yetki verdiği düşüncesiyle bu bakanlara yemin ettirtmeyince hem yürütme erkinde derin bir ikilik oluştu hem de parlamentoda bu atamaları onaylayan koalisyon partileri ve Meclis Başkanı Gannuşi ile arası iyice açılmış oldu. Bu krizi çözmek için Başbakan Meşişi idari mahkemeye başvursa da mahkeme kendisinin yetkisiz olduğu ve sorunu çözmede tek yetkilinin anayasa mahkemesi olacağını söyleyerek başvuruyu reddetti. Anayasa Mahkemesi ise yargıç atamaları konusunda partiler arası uzlaşı sağlanamaması hasebiyle yedi yıldır kurulabilmiş değil.
Fakat sorun bir hükümet krizinden ve güç çekişmesinden çok daha derin sebeplere dayanıyor. Said’in bakanları ret sebebi olan yolsuzluk bunların en başta gelenlerinden. Tunus’ta devrim öncesi tek adam rejimlerinden kalma ve demokratikleşmeye rağmen çözülemeyen çok büyük bir yolsuzluk sorunu var. Öyle ki Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün yolsuzluk algısı indeksine göre Tunus, devrimin olduğu 2011 yılında 180 ülke arasında 73. sıradayken aradan geçen 10 yıla rağmen ancak 4 sıra yükselerek 69.’luğa gelebilmiş.[6] Tunus’ta yaşadığım bir yıl boyunca genç yaşlı herkesin bana dert yandığı bir meseleydi yolsuzluktu. Aslında yolsuzluk çok daha geniş kapsamlı bir ekonomi ve sosyal adaletsizlik probleminin dikkat çeken kısmı.
2018 tarihli Arab Barometer anketine göre halkın %48’i ülkedeki en büyük sorunun ekonomi olduğunu düşünüyor.[7] Ekonomik göstergelere baktığımızda kişi başı milli gelir 2014’te 4300 dolar ile zirveyi görse de ardından durdurulamayan bir düşüş eğilimine girdi ve 2019’da 3300 dolara kadar indi. Ülkedeki enflasyon ise 2016 sonrası ciddi bir artış ile %7’nin üzerine kadar çıktı. Ekonomi böyle kötü durumdayken COVID-19 sonrası Tunus’ta kriz ciddi anlamda derinleşti ve 2020 yılında GSYH 9 puana yakın bir küçülme yaşadı.
Bu krizden en kötü etkilenen gruplardan bir tanesi de gençler; o derece ki 2021 başlarında genç işsizliği %40 gibi astronomik bir orana kadar yükselmiş durumda.[8] Ekonomi bu haldeyken bürokrasi ve siyasette yolsuzluğun engellenememiş olması yöneticilere karşı büyük bir memnuniyetsizliğe hatta nefrete yol açmış durumda. Tüm bunlar kurulan hükümetlerin başarısızlıklarını gözler önüne seriyor. Fakat sorun yalnızca ekonomiyle de kısıtlı değil. 2014’te yeni anayasanın kabulüne rağmen halen gereken reformlar yapılarak yargı ve emniyet teşkilatları eski rejimin hukuk dışı pratiklerinden kurtarılmış değil. Polis şiddeti Bin Ali rejimindeki kadar olmasa da halen Tunusluların şikâyet ettikleri önemli bir diğer mevzu.
Tüm bu konulardaki başarısızlıklar bir ideolojinin veya bir partinin değil aksine hükümetteki tüm partilerin ortak eseri. İslamcılık ve sekülerlik bunun neresinde diye sorulacak olursa Tunus’ta 2013 yılında artan terör olayları ve yeni anayasa yapımındaki tartışmalar dolayısı ile bir İslamcılar-sekülerler krizi yaşanmıştı. Mısır’daki Tamarrud ayaklanmalarına benzer anti-Ennahda protestolar gittikçe ülkeyi sararken Tunus bu ideolojik ayrımı uzlaşı ile çözmeyi ve 2014 anayasasını geçirip demokrasiyi böyle kısır bir çatışmadan kurtarmayı başardı. Fakat maalesef bu konsensüs siyaseti sosyal adaletsizlikler, ekonomi, yolsuzluk, yargı bağımsızlığı ve polis şiddeti gibi konuları çözmekte başarısız oldu. Bugün Tunus’ta yaşananlar 2013’te Mısır’da yaşanan darbeden ve anti-İslamcı protestolardan daha farklı bir durum.