LONDRA merkezli ?Cambridge Analytica? adlı veri analiz firmasının, 50 milyon Facebook kullanıcısının hesaplarından izinsiz topladığı kişisel verileri ABD´de ve İngiltere´de kritik siyasi seçimleri etkilemek için kullandığına yönelik iddialar, genç milyarder Zuckerberg´in tadını kaçırdı.
Nasıl olmuşsa, Aleksandr Kogan adlı araştırma görevlisi, Facebook´ta kullanılan bir uygulama geliştirmiş, yaklaşık 300 bin kişi tarafından yüklenen bu uygulamada yer alan kullanıcı ve arkadaş verileri 2015´te ?bir şekilde?, siyasetçilerin propaganda kampanyalarını düzenleyen Cambridge Analytica´nın eline geçivermiş!
Kogan ihraç edildi, Zuckerberg özür dileyip ?Verilerinizi korumak Facebook´un göreviydi, özür dileriz. Sızıntılara karşı önlemleri artırıyoruz? diyor ama nafile. İngiliz milletvekili Damian Collins, Brexit referandumunda da Facebook´un diğer veri şirketlerine bilgi sağladığını iddia ederek, ?Bu ilk değil? çıkışı yaptı; Zuckerberg´i parlamentoya ifade vermeye çağırdı. Ama herhalde genç milyarder için en ağırı, SpaceX ve Tesla gibi dev teknoloji şirketlerinin sahibi ünlü işadamı Elon Musk´ın, Türk takipçisinin uyarısı üzerine Facebook hesaplarını bir çırpıda silmesi olmuştur.
Tepkiler artıyor, Zuckerberg´in hisseleri eriyor. Çünkü kimse ?Hack ve sızıntı yeni dünyanın gerçeği; hata olmuş işte? diye bakmıyor ve alttan alta bu sızıntıların bir hatanın değil ?alışverişin? konusu olduğunu inanıyor. Çünkü dünya ne kadar komplike hale gelirse gelsin bedava ürünün ardında mutlak surette bir bit yeniği olduğu gerçeği değişmedi.
Zuckerberg´e bir şey olmaz, asıl önemli olan kullanıcıların ?uyanması?gereken boyut. O da şu: Arkasında devasa bir sektör olan, tonlarca kilovat elektrik kullanan, yazılımından server´ına, işletim sisteminden bilmem neresine kadar milyarlarca dolarlık yatırım gerektiren Facebook gibi karmaşık bir aplikasyonu hiçbir ücret ödemeden telefonuna tabletine yüklüyorsan, sana ?sonsuza dek? sadık kalacağını düşünmemelisin. Henüz haberin yok, ama bana kalırsa siber âlemin bilişim patronları e-mail, anlık yazışma, anlık görüntüleme ve sosyal medya hesapları gibi hizmetleri ücret ödemek zorunda kalmadan kullananlara verdikleri sözleri o kadar da bağlayıcı bulmuyorlar.
Tamam, elbette gelişmiş ülkelerin aynı zamanda gelişmiş bir sözleşme ahlakı var. Ancak bilişim devrimi, sözleşme hukukunu ve kültürünü altüst etti. Dolayısıyla hizmeti sunan ve ücret mukabilinde onu tüketen arasındaki klasik düzen değişti. Gelişmiş ülkeler maddi altyapılarını bu değişime göre adapte etmekte zorlanmadı, ancak ?manevi altyapı?; yeni ahlaki sorumluklar meselesi, henüz kurumsallaşmış değil. Dolayısıyla?Verileriniz emniyette? sözü de bir emlakçının evi satıp komisyonunu alabilmek için sarf ettiği köpürtülmüş vaatlerden daha anlamlı değil.
***********
MÜFLİS İLE MÜLTECİ: COLLATERAL
GEÇEN gece oturdum, Kırıkkalelileri üzdüğü iddia edilen ve ?Türkiye karşıtı? diye köpürtülen ?Collateral? adlı Netflix mini dizisinin tamamını izledim. Birincisi, oldukça iyi bir hikâyesi vardı. İkincisi, dizinin meselesi Türk düşmanlığı yapmak filan değil, bilakis, bölgesel problem olmaktan çıkmış, küresel bir sorun haline gelmiş mülteci meselesinde Batı´nın müesses nizamının ne denli karanlık bir rol icra ettiğini göstermekti. Tavsiye ediyor ve ?spoiler? içeren bölümlere geçiyoruz.
Collateral, pizza taşıyan Abdullah isimli bir kuryenin cinayete kurban gitmesiyle dallanıp budaklanan bir hikâyeden yola çıkıyor; iflas etmeye yüz tutmuş ?İngiltere? gerçeğini uyuşturucu satıcısından insan tüccarına, muhafazakârlardan daha beter hale gelmiş İngiliz İşçi Partisi´nden eşcinsel rahiplerin ?ikilem?lerine kadar deşifre ediyor. Dizinin salvolarından en çok nasiplenen de Türkler değil, kraliyet ordusundaki tacizci subaylar, insan tüccarlığı yapacak kadar yolsuzlaşmış emekli askerler, istihbarat tarafından manipüle edilerek mülteci düşmanlığını körükleyen medya mensupları, varoluş amacından kopmuş ve ırkçılığa yelken açmış İngiliz İşçi Partisi.
Abdullah´ın ve ailesinin trajedisindeki sır safha safha açılırken, mültecileri tuzağa düşürenlerin sadece İngilizler olmadığını, bir zamanlar bu ülkeyi liman olarak görüp gelenlerin, sonradan gelenleri nasıl kazanç kapısına dönüştürdüğünü görüyoruz. İşte, dizinin Türk düşmanlığı yaptığı iddiasına sebep olan karizmatik ve hırslı bir Türk işkadını olan Berna burada devreye giriyor.
Ancak şöyle enteresan bir durum var. Berna; Homeland, Shooter, Designated Survivor gibi yapımlarda görmeye alıştığımız türden IŞİD´ci, dinci, cihatçı bir Türk tiplemesi değil; ?seküler olmakla övünen?, Nuri Bilge Ceylan filmlerine çevirmenlik yapan, ülkesinden, özellikle Kırıkkale´den dünyanın en beter yeriymiş gibi bahseden, ?mülteci ticareti? yapıp para kazanırken bir suç çetesini yöneten, bu arada MI5 görevlisi Sam Spence´e de ajanlık yapan bir işkadını. İlginç bir nüans var anlayacağınız. Dizinin fena Türkleri, Türkiye´den nefret eden Türkler.
Ne diyelim? Belki de beyaz yakalıların yeni göç mekânı haline gelmiş olan Londra, bu durumdan o kadar memnun değildir ve ?kraliçenin yapımcıları? bir şekilde yılgın Türklere mesaj veriyordur. Ancak dizinin en önemli mesajı hukuk sistemine, İngiliz müesses nizamına. Collateral´de, kardeşi öldürüldüğü yetmezmiş gibi şimdi bir de devlet tarafından şüpheli addedilen mülteci Fatima´ya gerçek anlamda yardım etmeye çalışan tek bir kişi var. Karnı burnunda hamile amatör kadın polis dedektif Kip Glaspie. Fatima´ya ?söz verdiği? kısım ilgi çekici. ?Sisteme değil bana güvenmeni istiyorum? diyor, ?çünkü en nihayetinde bütün iş, insanda bitiyor?.
Anam babam usulü bir laf ama hakikat de bu.
Hiçbir hukuk sisteminde, koşulları sadece mağdurları kollamak için esnetin diye bir izne ya da sınırlamaya rastlanmaz. Ama sistemleri hayat kurtarmak için yaşatıp hayat kurtarmak için esnetmeyi seçen en nihayetinde insandır. Ne mutlu doğru zamanda, doğru yerde ve doğru bir vicdanla ?orada? olan insana.
Evet, sonuçta iş dönüp dolaşıp insanda bitiyor.