Tarih: 14.02.2023 17:05

Bazılarının hiç işi yok, deprem günlerinde abesle iştigal edebiliyorlar…

Facebook Twitter Linked-in

Eskiler “Koyun can derdinde, kasap et derdinde” derlerdi; şu sıralarda gündeme taşınan bazı konular bana bu deyişi hatırlatıyor…

Depremin üzerinden bunca gün geçtikten sonra, enkazların altında hala canlı insan kalmış mıdır, bilmiyoruz; yaralı olarak kurtarılanlardan kaçının aldıkları yaraların ölümcül olduğunu da… Deprem bölgesi halkından ne kadarı soğuktan etkilenmeyen bir çatı altında, ne kadarının boğazından sıcak çorba, temiz su geçiyor, kaçı 24 saatin ne kadarını mobil tuvalet önünde bekleşerek geçiriyor, bilen var mı?

Bunları bilmiyoruz ama bir şeyin farkındayız: Haziran ayının üçüncü haftasının başında -18 Haziran 2023 tarihinde- yapılması gereken, iktidarın kendine özel sebeplerle Mayıs ayına çekmeyi düşündüğü milletvekili ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ertelenmesi arzusu daha şimdiden gündemde.

“Türkiye’nin yüzyılı” kalıbına alışmakta zorlanırken depremle birlikte “Yüzyılın felaketi” yakıştırmasıyla karşılaştık; şimdi bu yakıştırma seçim tarihinin bir yıl kadar ertelenmesine gerekçe olarak kullanılacakmış…

Etrafa kulak veriyorum; henüz bu arzuyu güçlü biçimde ifade eden etkin ve yetkin biri yok iktidar cephesinden, ancak muhalefet ve muhalif medya, sanki böyle bir talep varmış gibi konuyu şimdiden gündeme taşıyıverdi.

Bunun neden mümkün olamayacağını anlatan anlatana.

Amerikalılar ‘trial balloon’ (Türkçesi deneme balonu) dedikleri yöntemin ustasıdırlar. Ortada henüz fol yok yumurta yokken, istedikleri sonucu elde etmek için bir konuyu el altından medyaya sızdırır, olumlu-olumsuz haber veya yoruma dönüştürürler; konu medyadan evlere kadar geniş bir alanda tartışılmaya başlandığında istenilene ulaşılması kolaylaşır.

Mucidi Amerikalı politikacılar olsa da, yöntem, dünyanın pek çok başka ülkesinde de ilgi görmüştür.

Türkiye’de de…

Şi̇mdi olan da bence bu.

‘Trial balloon’ olarak ortaya atılmış bir konu bu ve tartıştırılarak olması imkansızı mümkün hale getirmek hedefleniyor.

Oysa Türkiye Cumhuriyeti anayasası seçimlerin hiçbir biçimde ertelenemeyeceği kararlılığıyla konuyu düzenlemiştir. Seçimler her beş yılda bir yapılır. Tarihinin erkene alınmasını kolaylaştıracak bir yol vardır -Cumhurbaşkanı tek başına Meclis’i fesh eder ve o zaman seçime gidilebilir-, ancak ertelenmesi yalnızca tek bir gerekçeyle mümkündür: Savaş durumu…

Savaş halindeyken de seçimi erteleme kararının TBMM tarafından alınmasını şart koşuyor anayasa (m. 78).

Bunun dışında seçimi ertelemek için hiçbir gerekçe kabul edilmiyor.

“Hiçbir” içerisine deprem veya daha genel adıyla ‘afetler’ de giriyor.

Anayasayı kaleme alanlar, bunu, milletin iradesinin bu yolda olduğu bilgisiyle metne geçirmiş durumdalar. Türkiye’nin, aralarda teklemeler yaşansa bile, 1876’dan beri varlığını sürdüren parlamentoyu ön planda tutan bir yapısı var.

Ülkenin pek çok olağanüstülükle karşı karşıya kaldığı durumlarda bile, seçim önceden belirlenmiş tarihinde mutlaka yapılmıştır.

Seçimde istedikleri sonucu alamayacağı endişesiyle tarihinin ileriye ertelenmesini arzu eden iktidarlar çıksa da, bu arzusunu fiile dönüştürmeye kalkışan, kalkışsa da başarabilen iktidar çıkmamıştır.

İktidarla muhalefet elele vererek TBMM kararına dönüştürüp bunu gerçekleştirebilir elbette.

Günümüze gelelim.

Böyle bir arzunun dile gelmesinin sebebi, ülkenin başına şimdiye kadar eşi benzeri görülmemiş bir afetin gelmesi. Enkaz altında çıkarılmayı bekleyenleri bir tarafa bırakacak olsak bile, resmen açıklanan kayıp sayısı 30 binin üzerinde. Binlerce ev yıkıldı, 13 milyondan fazla insanın hayatı doğrudan, ülkenin bütününün hayatı da dolaylı olarak bu durumdan etkilendi.

Acaba böylesine bir büyük felaket siyaseten nasıl bir tavır gerektirir?

Bazılarının ilk aklına geldiği gibi seçimi bir yıl ertelemeyi mi, yoksa ortadaki tabloya bakıp seçim tarihini mümkün olduğu kadar erkene almayı mı?

Tabloya bakarak benim doğru bulduğum tavır, seçimin bir an önce yapılmasıdır.

Deprem yarattığı derin mağduriyetler yanında o mağduriyetlerin topluma yansıyan yüzünde uzun süredir tam tersinden -ayrıştırmacı dilden- muzdarip olduğumuz dayanışmacı ruhu uyandırmış oldu. Parti, ideoloji, köken farkının fazla bir anlam taşımadığı, herkesin depremzedelerin mağduriyetlerinin giderilmesi için elinden geleni yaptığı bir hava var bugün ülkemizde.

Alıştırıldığımızın dışında bir durum bu. Ayrıştırmacı dilin yerini “Hepimiz aynı gemideyiz” anlayışının hakim olduğu yeni bir dil aldı.

Eski havayı deprem ortamında dahi yeniden hakim kılmak amaçlı girişimler yok değil, ancak zorlamalar pek işe yaramıyor. Deprem insanlar arasında fark gözetmediği gibi, insanlar da depreme birbirleri arasında ayrım yapmaksızın yaklaşıyor.

“Birlik-beraberlik günü” deniliyor ya, deprem sonrası zihniyet dünyamıza o kalıp tam oturuyor.

Her demokratik ülkede böyle ortamlar seçimin erkene alınmasını çağırır.

Gördüğüm, deprem sonrasına hakim olan hava, bizde de seçim tarihinin erkene alınmasına uygun. 

Seçimi ertelemek değil, fazla gecikmeden yapmakta yarar var.

Kısa sürede depremin yerinden ettiği insanların geçici veya kalıcı yeni ikamet yerleri belli olur, seçmen listeleri yeni yerleşimler göz önünde tutularak elden geçirilir. 

Yüksek Seçim Kurulu günümüz teknolojisiyle bu görevi kolayca yerine getirebilir.  

Seçimin ertelenmesi için anayasanın kabul ettiği tek gerekçe savaş; deprem o ihtimali de aradan çıkardı. Deprem sonrasında yardım için ilk hareketlenen yabacı ekipler, zaman zaman ‘savaş’ ihtimalini akla getirebilen ‘düşman’ diye etiketlenen ülkelerdi.

Kiminle savaşılacak?

‘Erteleme’ konusunu tartışmak, ne yönden bakılırsa bakılsın, Süleyman Demirel’in sıkça kullandığı deyimle, ‘abesle iştigal’ olur.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —