Çoğu zaman bizim mahalleden şuna benzer laflar duyarız; fıkıh bugün bizim meselelerimizi halledemez. Çünkü fıkıh katı ve donuk hükümler demektir, statiktir, hayat ise dinamiktir, sürekli değişir. Fıkıh bize bilime ve sosyal hayatın gerçekliklerine uymayan hükümler dayatır. O halde meselelerimizin çözümünü fıkıhtan beklememeliyiz.
Bunlar modern dünyadan etkilenen Müslümanların zanlarıdır.
Bir de batıni düşüncelerin söyledikleri vardır: Fıkıh katıdır, maddidir. Dairesini çok dar tutar. Gönle, duygulara, hatta maneviyata sonuna kadar yer vermez. Ödüllendirmekten çok cezalandırır. Kalpten çok amele bakar. Oysa Allah’ın rahmeti çok geniştir, Allah diyen herkesi kuşatır. Önemli olan amel değil kalptir, sevgidir. Allah’ı zikretmeye, tasavvur etmeye, O’nunla iletişim kurup hemhal olmaya sınır konamaz. Herkes O’nu nasıl biliyorsa O öyledir.
Birincinin devamı sayabileceğimiz bir üçüncü retorik daha vardır ki, o da gelenek diye bir kategoriye takılır ve ona atıp durur; fıkıh gelenek demektir. Gelenek ise yanlışlarla, günü geçmiş bilgilerle doludur. İslam budur diye geleneğe tutunmak Müslümanları geri götürür. Eski bilgilerle bugün için hiçbir derdimize çare bulamayız. İslam’ı doğru anlamış olamayız.
Bu görüşlere haklı dedirtecek karşı düşünce ve uygulamalar yok değildir. Her hangi bir fıkıh ya da tefsir kitabında vaktiyle yazılmış her şeyi değişmez din ve sabit fıkıh olarak anlayan ve onlara değişmez din diye tutunan avami anlayışlar tabii ki, vardır ve bu da işi zorlaştırmaktadır. Onlar da kendilerini şöyle haklıya çıkarırlar: Geçmiş ulema görüşlerini dinin ne olduğunu anlatmak için dillendirmişlerdir. Din her şeyi bilen ve her şeye kadir olan Allah’ın koyduğu nizam ise ona ve ondan anlaşılanlara nasıl itiraz edebilirsiniz?
Avami düzeyde böyle düşünmek normaldir ama sonuçta bu da bir yanlış anlamadır. Bir yanlış anlama diğer yanlış anlamayı haklı çıkarmaz. Ne var ki, böyle dondurucu bir anlayış ile aklına yatmayan her şey için, bu görüş saçmadır, böyle din olmaz diyen anlayışın hangisi daha zararlıdır tartışılır. Dine o düzeyde saygısı olan birisi, din adına söylenen bir sözü, doğrusunu yanlışından ayıramadığı sürece reddedemez ve sabit din sanır. Ama anlamadığını anlayabileceği bir mekanizma olmazsa dinin doğru anlaşılmasının önü de tıkanır ve işte yukarıdaki itirazları haklı kılar.
Peki, böyle yanlış düşüncelerin ve bilgi eksikliğinin faturasını fıkha kesmek haksızlık olmaz mı? Yukarıda sözünü ettiğimiz o modern ve batıni itirazları yapanlar da fıkhı anlamış olmaktan, en az bunlar kadar uzak değil midir? Çünkü fıkıh onların sandığı gibi donuk bir bilgi yığını değil, usulüne uygun bir anlama süreci demektir ve bu anlama eşyanın değişmesine paralel olarak değişir. Ama sabit bir özün/nasların da bulunması gerekir ki, dini din yapan öz hep var olsun. Ulemanın görevi o sabit naslara muhalefet etmeden, onların ışığında hayatın bu değişen yönlerine göre değişecek hükümleri bulmaktır. Bunu yapamayıp, ‘gelenekçiler’ fıkha sarılıyorlar, fıkıh bu işi halledemez demek de bir anlamamaktır. Fıkıh mesele halletmektir. Halledemiyorsa demek ki, ortalıkta zaten fıkıh yoktur. O halde meselelerin halledilememesi, diğer bir ifade ile İslam’ı modern dünyada yaşanılır kılınamaması fıkıh yüzünden değil, fıkıhsızlık yüzündendir. Fıkıh sürekli anlamak ise, fıkıh bu işi halletmez demek absürt olmaz mı? Böyle diyenlere, siz hallettiniz de kabul edilmedi mi, deme hakkımız olur.
Fıkhın sınır çizmesi, cezalandırması, bazen olmaz demesi de eşyanın tabiatının gereğidir. Çünkü fıkıh bir yönüyle hukuktur ve hukuk gibi çizgiler çizmek zorundadır. Aksi takdirde düzen sağlanamaz. O çizgiler her zaman tam olması gereken gibi olmayabilir. Ama yine de olmak zorundadır. Kırmızı ışıkta durmak zorundasınız, ama bazen geçmek durmaktan evla olabilir.
Bu itirazlara şunu da tekraren ekleyelim. Müslümanları modern ve gelenekçi diye ikiye ayırıp, bütün olarak birine vurmak da cahillikten değilse hinlikten kaynaklanır. Bir defa böyle bir ayırımı biz yapmadık ve bunu kabul de etmiyoruz. Biz onların dediği gibi ne gelenekçi ne de modernistiz. Biz doğru anlamanın, geçmişin birikimini hesaba katmadan mümkün olamayacağını, ama günümüzü de, hatta bir ölçüde geleceği de anlamak zorunda olduğumuzu söylüyoruz. İster fıkıh adına, ister tefsir/yorum adına geçmişte söylenen her şeyin doğru olduğunu söyleyen bir âlim var mıdır? Bu sebeple böyle bir kategorizasyon kasıtlıdır ve nasları da gelenek diye reddetmeyi sonuç verir. Nitekim öyle olmaktadır.