Müslümanların ilk filozofu kabul edilen Kindi[1] yeni Platoncu çizgideki İslam Meşşai Felsefesi’nin ilk temsilcisi olup 796 yılında Kufe’de doğdu. 873 yıllarına doğru vefat eden Kindi’nin eserlerinden on taneden fazlası Latince’ye çevirilmiş ise de bunlardan sekiz tanesi günümüzde tespit edilebilmiştir. El-Kindi’nin görüşleri ve özellikle pozitif bilim konularıyla ilgili eserleri Batı dünyasında büyük bir ilgiye mazhar olmuştur. Ortaçağ’ın ünlü İtalyan Fizik ve Matematik bilgini Cardano, 1664 yılında yazdığı eserinde, onu dünyanın en etkili 12 düşünürü arasında sayar.[2]
973 senesinde Harizm’deki Kass, bugünkü Şah Abbas Veli kasabasında doğmuş olan Ahmed el-Biruni’nin vefat tarihi 1051’dir. Biruni coğrafya, astronomi, matematik, fizik, tıp ve madenler alanında çok değerli araştırmalar ve eserler takdim etmiştir. Hint kültürünü bu ülkeye gidip, araştırarak kaleme almış olan Biruni, antropoloji ilminin kurucusu olarak değerlendirildiği gibi, kültür tarihçiliği açısından da ilkler arasında yer almaktadır.[3]
Biruni küresel trigonometriyi hocalarının buluşlarına dayanarak bir bilim dalı olarak kuran kişidir. Enlem ve boylam ile ilgili ilk ciddi çalışmaları Gazne’de Biruni yapmıştır.[4]
İslam düşüncesinde Aristo’dan sonra ikinci hoca olarak bilinen Farabi, Maveraü’n-Nehir’de Farab şehri çevresinde tahmini 873 yılında doğmuş, 950 yılında Suriye’de vefat etmiştir. Çağdaş anlamda İslam felsefesinin ilk ve gerçek temsilcisi olduğu konusunda hemen hemen görüş birliği bulunan Farabi’nin bu alandaki yetkinliğine işaret olmak üzere onun bütün ilimlerde mahir olduğunu kaydederler.
Ortaçağ’da Arapça’dan Latince’ye tercümelerin başlamasıyla birlikte Batı dünyasının ilgisini çeken düşünürlerin başında yer alan Farabi’nin eserlerinden yaklaşık 9 tanesinin Latince’ye, 27 tanesinin de İbranice’ye çevrilmiş olduğu tespit edilmiştir.
Batı’da ‘Avicennae’ diye bilinen büyük düşünür İbn-i Sina 980 yılında Buhara yakınlarında doğmuş, küçük yaşta geometri, fizik ve tıp gibi bilimlerde şöhret kazanmıştır. Eline geçen Farabi’nin metafiziğe dair bir eseri sayesinde Aristoteles felsefesinin temel problemlerini çözmüş ve böylece Ortaçağ’ın Doğu’da ve Batı’da tanınan en ünlü düşünürü ve hekimi olmuştur. Uzun süre Hamedan’da yaşayan filozof 1037’de bu kentte vefat eder. Büyük bir külliyat halinde günümüze ulaşan eserlerinin sayısı 250 civarındadır. Bunların 130 tanesinin ona aidiyeti kabul edilmektedir.[5]
Ortaçağ düşüncesinin büyük uzmanı Etienne Gilson eş-Şifâ’nın Latince’ye çevrilmesiyle ilgili olarak: “Latinler’den, İbn-i Sînâ’yı okuyan herkes, onun hitap tarzı karşısında çarpılmıştır” demektedir. İbn-i Sina’nın özellikle Saint Thomas üzerindeki etkisinin “çok derin ve uzun süre devam eden bir etki” olduğunu belirtikten sonra, “İbn-i Sina olmasaydı, şüphesiz ki biz, yine bir Aquineli Saint Thomas’a sahip olacaktık ama bu şimdiki Saint Thomas olmayacaktı. İbn-i Sina ve İbn-i Rüşd’ü hesaba katmadan bir Hıristiyan ilahiyatı tarihinin mümkün olabileceği kabul edilemez” diye ekliyordu.[6]
İbn-i Sina’nın bilgi, akıl ve mantık teorilerinin Kant’ta ve Leibniz’de de olduğu görülmektedir.[7] Fransa’da tıp araştırmalarının merkezi olarak Montpellier Üniversitesinde, tıp tahsilinde akademik unvan almak isteyen adaylara ait 1340 tarihli bir programda İbn-i Sina’nın Kanun adlı eserinin 1. ve 4. kısımlarının yer aldığı görülmektedir.[8]
Ahmed ibn-i Rüşd, 1126 yılında Kurtuba’da dünyaya gelmiştir. Dedesi Kurtuba Ulucamii’nin imamıydı. Aristoteles’in eserlerine yazdığı şerhlerden dolayı İslam aleminde şarih ve Latin dünyasında Commentator unvanıyla tanınmıştır. Halife Mansur’un davetiyle Marrakeş’e giden filozof burada fazla yaşayamayarak 1198’de vefat eder. Tespit edilebildiği kadarıyla mantık, tıp, tabiat, metafizik, din, astronomi, politika ve ahlak üzerine 125 adet eser kaleme almıştır.[9] Batı İbn Rüşd’ü tanımakla akılcılık ve Rönesans devrinin kilise düşmanlığı çağını başlatmıştır.[10]
İbn Rüşd, Orta Çağ’da İslam dünyasında bilindiğinden ve tanındığından daha çok, Batı dünyasında bilinip tanındı. Onun İslam dünyasındaki etkileri çok sınırlı iken, Batı dünyasındaki etkileri hem çok yönlü olmuş hem de uzun asırlar devam etmiştir. Hatta günümüzde birçok araştırmacı onun fikirlerinin modern bilim ve düşüncenin oluşumunda çok önemli roller üstlendiğini belirtmekten geri durmazlar. Bu nedenle İbn Rüşd’ün, hem evrensel düşüncenin hem İslam düşüncesinin olduğu kadar, modern Batı düşüncesinin de en önemli düşünürlerinden biri olduğunu bildirirler.[11]
Horasan’ın Tus kentinde dünyaya gelen Gazzali (1058-1111) İslam düşüncesinin en büyük ilahiyatçılarından biridir. İlahiyatla ilgili doktrinleri Avrupa’ya nüfuz etmiş, Yahudi ve Hristiyan skolastisizmini etkilemiştir. Yaşadığı yüzyıl siyasi bakımdan çalkantılı, fakat ilmi ve dini hayat bakımından İslam dünyasının ve hatta o günkü dünyanın en parlak dönemini teşkil etmektedir. Ayrıca Gazali, yalnız döneminin değil, bütün İslam düşünce tarihinin en önde gelen düşünürlerindendir.[12]
Düşünce dünyası son derece zengin olan Gazzali’nin adına nispet edilen 400’ün üzerinde eserden yaklaşık 75 tanesinin onun kaleminden çıktığı Abdurrahman Bedevi tarafından tespit edilmiştir. Onun bu zengin çalışmalarını Batı dünyası ancak geç dönemde tanıma imkânı buldu. Bazı eserlerini doğrudan tercümeyle bazılarını da onlara yapılan atıflarla öğrendi.[13]
Harezmî, Bağdat Şemmasiye’de ve Suriye Kassiyon dağında (Salihiye) ilk defa rasathane tesis etti. Endülüs’te İşbiliye’de (Sevilla) 1190 senesinde rasathane yapıldı. Avrupa’da ilk rasathane Almanya’da Nünberg’te kuruldu.[14] Yahya İbn-i Mansur ve Muhammed bin Musa el Harezmî gündönümü (solstice) gözlemleri de yapmışlardır. El-Harezmî’nin hazırladığı gezegen yerleri ve dolanım süreleri ile ilgili cetveller iki yüz yıl elden ele dolaşmıştır.[15]
Batı dünyasında Abu Bacer diye tanınan ibn-i Tufeyl el Kaysi, muhtemelen 12.asrın başlarında Endülüs’te Granada (Gırnata) yakınlarında dünyaya geldi. İbn-i Rüşd’ü el-Muvahhidün hanedanının hükümdarına takdim etmiş ve onu Aristoteles’in eserlerinin şerhi ile görevlendirilmesini sağlamıştır. 1184 yılında burada vefat etmiştir.[16] Batı tarafından taklit de edilen ve aynı zamanda en iyi bilinen eseri Hayy ibn Yakzan’dır.
İbn-i Tufeyl’in Hayy bin Yakzan hikâyesi John Locke’ın düşüncesi üzerinde etki bırakır. Kısaca ifade etmek gerekirse Locke, Tanrı’nın insana bahşettiği doğal haklar hakkındaki fikirlerini İbn-i Tufeyl’in eseri hakkında bilgi sahibi olduktan sonra olgunlaştırmıştır.[17]
Coğrafya bilginlerinin en meşhuru olup Sicilya Kralı Roger’in sarayına davet edilen İspanya Arabı İdrisi bu kral için gümüşten bir gökyüzü küresi imal etti. Latinceye tercüme edilen altmış dokuz haritalı eserleri 300 yıl boyunca Avrupa’da coğrafya öğreniminde baş eser olarak yarar sağladı.
Modern tarihçiliğin, sosyolojinin ve iktisat ilminin kurucularından olan 14.yüzyılda yaşayan İbni Haldun bu alanlarda kendinden sonra gelen birçok Batılı ilim insanını etkilemiş Müslüman düşünürlerden birisidir.
Ayrıca Muhammed bin Cafer el Bettani İslam âleminin en büyük astronomlarından biri olmuştur. Latinceye çevrilen meşhur Zic cetvelinde tanjant ve sinüslere ait ilk malumatlar bulunmaktadır. Fransız astronomi bilgini Bailly de Bettani’yi Batlamyos’tan beri yeryüzüne gelmiş en büyük astronom olarak kabul ettiğini söyler.[18]
Batı’nın İslam Düşünürlerinden Yaptığı Taklit ve Kopyalamalar
Jack Goody, ‘Tarih Hırsızlığı’ kitabında tarihin Batı tarafından ele geçirildiğini vurgulayarak ciddi bir eleştiri getirmektedir. Bunu da geçmişin Avrupa’sının çoğu zamanda Batı Avrupa ölçeğinde olup bitenlere göre kavramsallaştırılıp sunulmasını, ardından da dünyanın geri kalanına dayatılmasını ifade ettiğini söyler.[19] Goody Batı’nın yaptığı tarih hırsızlığının birçok alanda olduğunu söyler. Bunlar; Bilim, medeniyet, kentler, üniversiteler, hümanizm, demokrasi ve bireycilik gibi kavramlardır.
Avrupalılar 11.yüzyılın sonuna doğru İtalya’da 25 tane çok mühim Arapça tıp kitabını tercüme edip bunları da kendilerine ve Yunanlılara nispet ettiler. İbn-i Sina’nın taşlara dair kitabını Aristo’ya mal etmeleri gibi. Yine Huneyn bin İshak’ın kitabını Galen’e nispet ettikleri gibi.[20]
Doğal teoloji türünün ilk örneği olarak kabul edilen İbn-i Tufeyl’in Hayy ibn Yakzan adlı romanı, Hobbes gibi filozofları etkilediği gibi Daniel Defoe’nun ünlü romanı Robinson Cruzo’ya da ilham kaynağı verir. Bazı tarihçilere göre Robinson Cruzo, büyük oranda Hayy ibn Yakzan’dan uyarlanmıştır.
Ortaçağların en önemli edebiyat ve teoloji eserlerinden biri olarak kabul edilen Dante’nin İlahi Komedya’sı, Hz. Muhammed’in miracını anlatan ‘miracname’ literatürünün izlerini yansıtır. İspanyol rahip ve İslam araştırmacısı Miguel Asin Palacios’un 1919’da yayımladığı eseri İslam ve İlahi Komedya, Dante’nin bu büyük eserini doğrudan İslam kaynaklarından esinlenerek kaleme aldığını savunur.[21]
Güney Avrupa’da İslam medreseleri taklit ederek ilk üniversitelerin kurulduğu görülmektedir. Binaların mimari özelliği, ders programları, eğitim usulleri tamamen İslam medreselerinin taklidi idi. İlk defa Napoli Krallığı’nda Salerno medresesini kurdular. Artık İslam ilmi İtalya medreseleri vasıtasıyla Fransa’ya ve diğer Batı ülkelerine sokulmaya başlamıştı. 13.yüzyıl başlarında Bolonya ve Montpellier Üniversiteleri kuruldu.[22]
SONUÇ
İslam kültürünün Batı üzerinde özellikle 10.yüzyıldan başlayan etkisinin 15.yüzyıla kadar güçlü bir şekilde devam ettiği görülmektedir. Bu etki sadece kültür, edebiyat, ilim ve felsefe alanında değil ticaret, tıp, mimari, teknoloji, sanat, matematik, astronomi, el sanatları ve daha birçok alanda görülmektedir.
Müslümanlar kendinden önce var olan Doğu kültürünün medeniyetlerinden öğrendiklerini ve Antik Yunan’dan yapılan çevirilerle korunmasına vesile oldukları eserlerin Batı’ya ulaşmasında önemli rol almışlardır. Özellikle İbn-i Rüşd ve İbn-i Sina gibi ilim adamları Batı’da çok önemli izler bırakmışlardır. İbn-i Rüşd’ün Latin dünyasındaki takipçileri kilise tarafından aforoz edilmiş ve fikirleri yasaklanmıştır. Ayrıca Harezmî, Gazzali, İbn-i Haldun, Muhyiddin Arabi, Farabi, El Kindi, Biruni, El Bettani ve İbn-i Tufeyl gibi İslam âlim ve ilim adamları da Batı’ya önemli fikir ve ilimler aktarmışlardır.
Batı’nın Doğu kültürü ile etkileşime girmesinde önemli olan üç süreç var. Bunlar İber Yarımadasına yönelik fetihlerden sonra İspanya’nın güneyinde kurulan Endülüs Devleti, İtalya’nın güney ucunda yer alan Sicilya Adası ve Batı Avrupa’da Katolik Kilisesi’nin kutsal toprakları ele geçirmeye yönelik düzenlediği Haçlı Saldırılarıdır. Bu üç süreç ile Batı, İslam medeniyetinin birçok alanda üstün olduğunu fark etmiş ve gerek medreselerinde aldığı eğitimlerle gerek tercümeler yolu ile gerekse de taklitler ile kendi kültürüne yönelik katkılar edinmiştir.