Kolonyalist tarih boyunca, tahakküm ve şiddet üreten Batı uygarlığını daha güçlü, daha etkili kılabilmek için, önce emperyalizm/sömürgecilik ideolojileri, ardından da demokrasi ve insan hakları ideolojileri sınırsız bir biçimde araçsallaştırıldı. Modern tarih, siyasal rekabetlerin, çatışmaların, mücadelelerin hizmetine sokuldu. Herkesi, bütün insanlığı, bütün kültürleri içerisine alması gereken tarih, ırkçı-ideolojik ütopyaların ifadesi haline getirildi. Kolonyalist tarih boyunca, bütün ideolojik ve ırkçı kötülükler/felaketler, ?uygarlaştırma misyonu? söylemi tarafından/üzerinden haklılaştırıldı, haklılaştırılabildi. Üstün ırk yaklaşımı, başkalarını tahakküm altına alma ihtiraslarının ürünüdür.
Yine bu dönemde, Batı dışı dünyada, özellikle de İslam dünyası toplumlarında, sözünü ettiğimiz dil/söylem aracılığıyla, tahribatı halen ciddi boyutlarda devam eden entelektüel yok edilme süreçleri yaşandı, yaşanıyor. İslam dünyası toplumlarında, entelektüel yok edilme süreci sebebiyle, Batılı ufuk, aşılması mümkün olmayan bir ufuk gibi görüldü, bugün de görülüyor.
YENİ BİR DÜNYA ÖNERME CESARETİ YOK
Entelektüel anlamda yok edilmeye maruz kalan Müslüman zihin dünyası, içerisine girdiği anlam bunalımı, kavram bunalımı nedeniyle bugün de, yeni bir toplum fikri, yeni bir dünya görüşü çerçevesi öneremiyor, önermeye cesaret edemiyor, ya da bu tür bir çerçeve önerme ihtiyacı duymuyor. Tarihsel gelişmeleri, oluşumları, yapılanmaları, süreçleri, bir kader gibi algılamak, zihinsel bir tembelliğin/fosilleşmenin sonucudur. Rastlantılara dayalı bir tarih yorumu yapılamaz. Gerektiğinde eleştirel bir dikkatle değerlendirilmeyen, analiz edilmeyen tarih, zamanla geleneksel efsanelere dönüşebilir. Duygulara hitap eden popülist/hamasi tarih yaklaşımıyla, geçmişin nasıl bugüne dönüştüğünü kavrayamayız. Geçmişi doğru anlayamadığımız takdirde, bugünü doğru konumlandıramaz, doğru çözümlemeler yapamayız. Tarihsel gelişmeleri, süreçleri, tek nedene dayalı olarak değerlendiremeyiz. Sağlıklı/tutarlı yorumlar yapabilmek için, maddi ve manevi bütün nedenler üzerinde çalışmak gerekir; içsel ve dışsal nedenler etrafında bütünlüklü cevaplar üzerinde yoğunlaşmak gerekir.
Batı sonrasını, kapitalizm/sekülerizm/liberalizm sonrasını konuşmamak, tartışmamak, gündeme almamak, İslami bir modeli/sistemi/tarzı önerememek, ?sömürgeleştirilebilir? durumda olmayı içselleştirmek anlamı taşır. İslam dünyası toplumlarının, halklarının ve kültürlerinin maruz kaldıkları entelektüel yok edilme süreci, bütün kayıpların başladığı bir döneme işaret eder. Bütün kayıpların başladığı dönemle birlikte, kolonyalist zihin dünyası tarafından kontrol altına alınan, baskılanan, terörize edilen Müslüman zihin dünyası, hiç bir alanda, hiç bir konuda sözünü ettiğimiz baskıları/kontrolü aşarak bağımsız bir tercihte bulunamıyor, bağımsız seçimler yapamıyor; sadece sürükleniyor.
Sürüklenen ve savrulan bir bünye, hiç bir şekilde özgür olmadığını hissedemez, geçmişin nostaljik ve muhafazakâr ?milli? mirasıyla oyalanır. Antikacılığa düşkün gelenekler-kültürler, gerçek durumlarının hakikatine nüfuz edemezler. Statükoyla, gelenekçilik ve muhafazakârlıkla bütünleşen kültürler/toplumlar, hayatlarında neyin eksik olduğunu, neyin yanlış olduğunu fark edemezler. Statükoya, muhafazakârlığa tabi olmak, özgürlükten feragat etmek anlamı taşır. Özgürlükten feragat eden bir bünye, yeni bir seçenek üzerinde düşünemez. Antikacılıkları, sıradanlıkları, bayağılıkları, yozlaşmaları aşabilmek için, radikal eleştiriler yapmak gerekir. Radikal eleştiriler yapmadığımız için, içi boşaltılmış, iç zenginliklerini/niteliklerini kaybetmiş, adeta mumyalanmış geleneklerle bütünleşmiş bulunuyoruz. Radikal eleştiriler yapmadığımız, yapamadığımız için, Müslümanların politik iktidarlarını, ekonomik iktidarlarını, bürokratik iktidarlarını kaybetmemek uğruna İslam´ı kaybetmeyi göze aldıklarını, tam da bu nedenden dolayı çok ağır, çok büyük, çok derin toplumsal sorunları hiç mi hiç umursamadıklarını görmüyor, fark etmiyoruz. Dünyanın neresinde olursa olsun, toplumların sansasyonel politik gündemin/dilin/uğraşların sınırları içerisine hapsedilerek, düşünsel/kültürel/felsefi gündemden, dünya gündeminden uzaklaştırılmaları, bu toplumların gelecek ufuklarını bütünüyle kapatır.
İLKESEL DURUŞLAR TERK EDİLİYOR
Pragmatik siyaset adına, popülist amaçlar adına, İslam dünyası toplumlarında ilkesel duruşlar terk ediliyor. Hiç bir değer ve anlam sistemine hayat hakkı tanımayan realizmler tarafından kuşatılıyoruz. Devlet aklının mutlaklaştırılmış, dokunulmaz kılınmış olması sebebiyle, bütün İslami/ahlaki mutlaklar göreli hale geliyor. Milliyetçilikler ve mezhepçilikler adına, İslami ufuktan feragat edilebiliyor. İslamın bütünleştirici potansiyelinin yerine, milliyetçiliklerin/mezhepçiliklerin parçalayıcı potansiyeli konuluyor. İslam dünyası toplumları-ülkeleri, küresel kuralsızlık, keyfilik, düzensizlik karşısında, siyasal basiret yoksunluğu sergiliyor. Müslüman halklar, varoluşsal güvenlikten yoksun bulunuyor. Gerçek böyle olduğu halde, her toplum, her ülke, kendi önceliklerinin ardından koşuyor. İslami öncelikler, Müslümanların gündeminden çıkıyor, çıkarılıyor. Duyusallıklarla malûl gelenekler, her zaman güçlerini ve başarılarını ölçüsüz bir şekilde abartırlar; sembolik kazanımları gerçek kazanımlar gibi algılar ve alkışlarlar.
Müslüman olmak, evrensel bir ayrıcalığa sahip olmak anlamı taşır. Bu ayrıcalık, bütün insanlığa, bütün kültürlere hitap edebilecek bir birikime, bir sorumluluğa, ahlaka, vicdana sahip olmayı gerektirir. Evrensel ayrıcalığa sahip olmak, insanlığın bütününü anlamak, insanlığın bütünü tarafından anlaşılabilecek, saygı ve ilgi uyandırabilecek nitelikleri, fikirleri, davranış biçimlerini taşımak demektir. Sözünü ettiğimiz bu evrensel ayrıcalığa gölge düşüren bütün sınırlar ve sınırlandırmalar, gerekçesi ne olursa olsun, insanı her bakımdan yoksullaştırır. Hangi kültür ya da toplum olursa olsun, üretkenliğini ve özgünlüğünü kaybettiğinde, her tür dış etkiye açık hale gelir. Batı merkezci bir ufka maruz kalmaya devam ettiğimiz için, karşı karşıya bulunduğumuz entelektüel şiddet´le yüzleşemiyor, İslami ufku özgürleştiremiyoruz. Bu konuda susarak, sessiz kalarak, ahlaki olmayan bir işbirliğini sürdürüyoruz.