Hem bir coğrafya hem seküler düşünce ve sistemin adı olan “Batı, sorunlarını çözdü” yargısı, sürekli vurgulanmakta, çok kimse ve farklı kesimler tarafından yüzyıllardır çeşitli adlar altında hararetle savunulmaktadır. Islahatçılar, Tanzimatçılar, Osmanlıcılar, Jöntürkler, İttihatçılar, Cumhuriyetçiler, Kemalistler, Milliyetçiler, Solcular, Sağcılar, Liberaller, Demokratlar, Muhafazakârlar bu düşüncenin türevleri etrafında kümelenen gruplardır. Bundan dolayı tümü Batıcıdır.
Yaygın olarak kullanılan Modernleşme, Çağdaşlaşma, Uygarlaşma, İlerleme, Kalkınma, Gelişme, Özgürlükler, İnsan Hakları ve benzeri kavramlar da aynı eğilimi yansıtmaktadır. Öyle ki; temel farklara dayanan İslamcılık bile bir yönüyle Batıcı olmaktan kurtulamamıştır. “Batının ilmini ve teknolojisini alalım, ahlak ve kültürünü almayalım” yaklaşımının hala dillendiriliyor olması, bir yönüyle Batıcılığı çıkış yolu kabul etmektir.
Birbirinin uzantısı olan Sömürgecilik, Emperyalizm ve Küreselleşme süreçlerinde bilimsel kavramlar dahil üretilen ve dayatılan bütün düşünceler Batıcılığın dönemsel yüzünü ifade etmektedir. Avrupa Birliği (AB) de bu eğilimin çağdaş sürümü olarak ortaya çıkmıştır.
Islahat Hareketlerinin başladığı on yedinci yüzyıldan beri, “Batı sorunlarını çözdü, bizde aynı yoldan gidersek aynı sonucu elde ederiz” diyen bütün kesimler bu yolda yürümeyi ısrarla sürdürüyorlar. Üç yüzyılı aşkın bir süre geçti ama farklı şekillere bürünse de sorunlar hala çözülemedi, varlığını sürdürüyor.
Bu işte bir tersliğin bulunduğu son derece açık olduğu halde alternatiflere yönelmek konusundaki isteksizlik bir türlü aşılamamaktadır. Dahası, Batı’nın sorunlarını çözdüğü yargısının gerçeği yansıtmayabileceğinin ihtimal dışı tutulmasıdır. Göz ardı edilen önemli bir husus da dinamik bir süreç içinde ilerlemeyi sürdüren Batı’ya, hızını kesmediği sürece aynı kulvardan yetişmenin mümkün olmadığıdır.
Ancak çok az da olsa, bilgi ve tecrübeyi rehber edinen dikkatli gözler; meselelere farklı açılardan dikkat çekmektedirler:
Birincisi; Batı’nın, yani sekülerliğin tek seçenek sayılmasının dogmatik bir yanılgı, hatta bir dayatma olduğudur. İnsanın var olduğu günden beri iki temel düşünce alanı olarak Din ve Sekülerlik türevleri ile birlikte karşıt teori ve uygulama örnekleri sergileyerek tek seçenek iddiasını yanlışlamaktadır. Peygamberler ve onları yalanlayanların kadim mücadelesi de konuya açıklık kazandıran kanıtlardır. Sekülerliğin egemen olduğu günümüzde, dinî düşüncenin tüm olumsuzluklara rağmen dinamik yapısını koruması da aynı konuda kuşkuya yer bırakmayan bir göstergedir.
İkincisi; sorunsuz bir hayatın mümkün olduğu iddiasını barındıran yargının gerçeği yansıtmamasıdır.
İyi ile kötüyü aynı bünyede barındıran insanın yapısı, sorunsuz bir hayata, dolayısıyla sorunsuz bir toplumsal düzene imkân vermemektedir. Çünkü insan, birbirine taban tabana zıt duygu ve düşünceleri davranış olarak sergileyen bir yapıya sahiptir: Nankör, zalim, kavgacı, kibirli, cimri, kaba, yalancı, bencil, açgözlü olan insan; başka bir zaman diliminde vefalı, merhametli, adil, barışçı, alçakgönüllü, cömert, nazik, sözünde duran, fedakâr, kanaatkar olabilmektedir.
Bu tutarsızlıklar, sayısız örnekte görüleceği üzere ilkesizliği ve yozlaşmayı kaçınılmaz kılmaktadır. Dolayısıyla, sorunlarını çözdüğü iddia edilen Batı da bu olumsuzlukların etkisinden kurtulamamıştır.
Öyleyse, gerçekçi bir yaklaşımla sözkonusu iddia şöyle düzeltilebilir: Hiçbir toplum için sorunsuzluk mümkün olmadığına göre, sorunların ortadan kalkmasından değil, farklılığından söz edilebilir. Ekonomik, sosyal, hukuki, bilimsel, sınıfsal ve benzeri alanlarda ulaşılan düzeye göre sorunlar farklılaşarak şekillenir. Sözgelimi; Osmanlı’da hayvanları koruyan çeşitli vakıflar bulunmasına karşılık, mirasçısı olan Türkiye uzun süre hayvan katliamına duyarsız kalmıştır. Ya da yirminci yüzyılın ortalarına kadar vahşi bir uygulama olarak hayvanat bahçelerine benzer “İnsanat Bahçeleri” bulunduran Batı, günümüzde yaralanan balinaları özenle tedavi ettikten sonra denize salıvermektedir.