Batı Dünyasında Din Tartışmaları: Habermas-Ratzinger Buluşması

Kadir Canatan Yazd

Batı Dünyasında Din Tartışmaları: Habermas-Ratzinger Buluşması

Son iki hafta modern toplumda dinin rolü üzerine geliştirilmiş teorileri ve bu teorilerin Türkiye açısından anlamını konuştuk. Bu hafta teorik düzeyden entelektüel düzeye bir geçiş yapmak istiyoruz. Yani Batılı entellektüellerin din tartışmalarına eğilmek ve hangi konularda kafa yorduklarına bakmak istiyoruz. Başlarken, hemen şunu söylemek gerekiyor: Bazen Türkiye toplumunda yapılan din tartışmalarına bakarak, “Hala din konuşuyoruz, dünya başka bir yerde, biz hala bu anlamsız tartışmalarla zaman kaybediyoruz” şeklinde şikâyetlerle karşılaşıyoruz. Bu şikâyetleri yapanlar, Batı dünyasının bu sorunları çoktan aştığını da belirtmekten kaçınmıyorlar. Gerçekte bu insanlar dünyayı ne kadar tanıyorlar? Dünyadaki tartışmaları izleyerek mi bu sözleri söylüyorlar? Hiç sanmam. Çünkü gerçek, onların bildikleri gibi değil. Avrupa ve Amerika da dâhil olmak üzere dünya din eksenli tartışmalar yapıyor ve yapmaya da devam edecektir. Çünkü din üzerinde konuşmak “hayatın anlamı” üzerine konuşmaktır. Anlam sorunu, çağa ve mekâna bağlı bir sorun değil, bir insanlık sorunudur. Başından beri hayatın anlamı sorgulanmaktadır. Dünyanın doğusu bu sorunu “dinler” başlığı altında tartışırken, dünyanın batısı da “felsefe” başlığında tartışmıştır. Din ve felsefe, entelektüel hayatımızın iki önemli faaliyet alanıdır.

Türkiye’de son 20-25 yıldır neden din tartışmalarının yoğunlaştığını bir önce haftaki yazımızda belirtmiştik. Bunun sebebi, Cumhuriyet’in başından beri yeraltına itilen din olgusunun, demokratikleşme ve sınıfsal gelişmelerle birlikte yeryüzüne çıkmaya başlamış olmasıdır. “Görünmez din”, kamusal alanda görünür hale gelmiştir. Freud’ten aldığımız bir kavramla bunu “bastırılanın geri dönüşü” olarak tanımlamıştık. Bu süreci, sadece biz değil, özellikle Soğuk Savaş döneminde dinin ve dini faaliyetlerin bastırıldığı komünist ülkelerde de görüyoruz. Eğer insan ve toplumun çok asli gördüğü unsurlar, devlet ve rejimler tarafından bastırılırsa, bunlar yok olmazlar, sadece kılık değiştirerek varlıklarını sürdürürler. Ve bir gün özgür bir ortamı yakaladıkları zaman günyüzüne çıkarlar.

Peki, Batı dünyası neden dini tartışıyor? Din ve ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı “Hür Dünya”da insanlar hangi gerekçelerle din üzerine konuşmaktadırlar. Bu yazımda entelektüel düzlemde kalarak, iki Alman entelektüel arasında son yıllarda cereyan bir tartışma üzerinden, neyi, neden ve nasıl tartıştıklarını göstermeye çalışacağım. Bir sonraki yazımda da, -inşallah- sosyolojik düzeyde gelişmeleri özetlemeye ve böylece bu minvalde yazdığım yazıları tamamlayacağım.

2004 yılının başında (19 Ocak) ünlü Alman düşünürü Jurgen Habermas ile –daha sonra papa olacak olan- Joseph Ratzinger arasında Münih’teki Katolik akademide bir buluşma gerçekleşmiştir. Bu iki entelektüel arasında buluşmaya sebep olan şey, Habermas’ın 2001 yılında “Alman Kitapçıları Barış Ödülü”nü alırken yaptığı konuşmadır. Bu konuşma, İkiz Kulelere yapılan terörist saldırıların üç hafta sonrasında yapılmıştır. Din, bu olayla acı bir şekilde, sekülerleşmiş Batı’da yeniden gündeme gelmiştir. Bu konuşmasında Habermas, insanların din ve felsefe hakkında müzakere etmeleri gerektiğini beyan etmiştir. Ona göre modern seküler bir toplumda da din varlığını sürdürmeye devam etmekte ve seküler rasyonalite için bir ‘bilişsel meydan okuma’ anlamına gelmektedir.   

Bu iki entelektüel arasındaki buluşma, bu konuşmaya binaen gerçekleşmiştir. Seküler rasyonalitenin temsilcisi olarak Habermas, dini-hristiyani rasyonalitenin temsilcisi olarak da Ratzinger birbiriyle müzakere etmek üzere bir araya gelmiştir. Onlar aynı kuşaktan kişiler sayılır. Habermas 1929, Ratzinger ise 1927 yılında doğmuştur. Almanya’nın tarihini ve zaman içinde Alman toplumunun geçirdiği değişimleri (savaş sonrası yeniden inşa, sanayileşme, sekülerleşme ve kendi kültür ve dinlerini Almanya’ya getiren misafir işçilerin gelişini) birlikte paylaşmışlardırlar. Her iki entelektüel de çeşitli üniversitelerde profesör olarak bir kariyer yapmışlar, yurt içinde ve dışında çok talep edilen konuşmacılar olmuşlardır. Bu karşılaşmadan bir yıl sonra, Ratzinger papa olarak seçilmiş ve “XVI. Benedictus” adını almıştır. 2013 yılında bu görevinden çekilmiştir.

Bu karşılaşmada Habermas ve Ratzinger konuşmalarında iki konu üzerinde fikirlerini beyan etmişlerdir: Din-siyaset ilişkisi ve modern toplumda dinin anlamı. Siyaset ve devletin temelleri konusunda her iki düşünür de şu görüşlerde mutabık kalmışlardır: Devlet ve siyasetin temeli, demokrasi ve insan hakları olmalıdır. Bununla birlikte ayrıldıkları önemli bir ayrıntı var, o da hangisinin öncelik arz ettiği konusudur. Habermas’a göre her ikisinin de temeli akıldır. Akıl, demokrasi üzerinde karar verdikten sonra, demokratik uzlaşımlarla insan haklarını kurgulamıştır. İnsan hakları demokratik bir uzlaşımın sonudur. Ratzinger, bu düşünceye kesinlikle katılmaz. Ona göre insan hakları öncelikli bir konudur, çünkü Tanrı tarafından yaratılan insan, haklarıyla birlikte yaratılmıştır. İnsan hakları doğuştan ve dokunulmaz haklardır. Demokrasi, insan haklarını güvence altına alan bir sistem olduğu için tercih edilmiştir. Başka bir deyişle demokrasi insan hakları kavramından türetilmiştir.

Ratzinger, aklın statüsü ve rolü konusunda Habermas kadar iyimser değildir. Akıl, güvenilir bir kaynak değildir, aklın verileri hep şüpheli olmuştur. Tarihte ve çağımızda yapılan yanlışlıklar insan aklının rehberlik konusunda ne kadar yetersiz olduğunu göstermiştir.

Her iki düşünürün üzerinde mutabık kaldığı bir başka konu, demokrasinin özü olan özgürlük kavramının herkesin “istediğini yapması” olmadığıdır. Ratzinger, ahlaki değer ve normları özgürlüğün çerçevesi olarak görürken, Habermas özgürlüğün dayanışma ve insan haklarıyla anlamlı olduğunu vurgulamaktadır. Her iki düşünür için de “dayanışma” ulusal olmaktan öte evrensel bir değer taşımaktadır.

Peki, din; siyaset ve toplum için ne ifade etmektedir?

Habermas, dini bir dil ve anlam sistemi olarak değerlendirmektedir. Bu onun “İletişimsel Eylem Teorisi”yle uygunluk arz etmektedir. Bu çerçevede Habermas iki konunun altını çizmektedir. İlk olarak din, eğer modern seküler toplumda anlamlı olmak istiyorsa, kendi spesifik dilini genel seküler dile çevirmeli ve toplumun genel diliyle kendini ifade etmelidir. İkinci olarak dil engeli, dini kendine özgü görüşlerini ifade etmekten alıkoymamalıdır. Din bir yaşam görüşüdür ve bu yaşam görüşü, kamusal tartışmalara kendi kaynaklarından hareketle katılmalı ve kendi orjinalitesini ortaya koymalıdır.

Ratzinger, din ve toplum teorisini “diyalog” kavramı etrafında oluşturur. Ona göre diyalog “öteki”ni kendisi gibi görmek ve saygı duymaktır. Din dilinin seküler dile tercüme edilmesine de itiraz etmez.

Anlam sistemi olarak din, Habermas için sosyal bir tutkal olarak önemlidir. Ona göre din sosyal dayanışma ve bütünleşmeyi güçlendirmelidir. Ratzinger, dini her şeyden önce bir anlam sistemi olarak görmektedir. Dinin sosyal tutkal olması, onun için dinin ikincil bir işlevidir. Dinin esas işlevi, insan hayatına bir anlam katmasıdır. Bu olmadan ikinci işlevini de yerine getiremez.

Dinin rolü ve işlevi konusunda farklı düşünseler de her iki düşünür, dinin doğru öğretilmediğinde ya da toplumun dışında kaldığında patolojik sonuçlar doğuracaktır. Din iyi anlaşılmadığında fundamentalizmi doğurur ki, bu da hoşgörüsüzlüğün ve şiddetin nedenidir. Öte taraftan din, iyi özümsenmediği zaman kibir ve bencillik ortaya çıkmaktadır.

Bütün bunlar akılcılık ve din açısından ne ifade etmektedir?

Biri akılcılığın diğeri de Katolik geleneğin temsilcisi olan Habermas ve Ratzinger indirgemecilikten uzak bir görüş etrafında kenetleniyorlar. O da “tamamlayıcılık ilkesi”dir. Bu ilke, din ve akılcılık arasında diyaloğu öngörmektedir. Eğer akıl dini hayatı, din de aklı denetlemezse, birbirinden bağımsız iki töz ortaya çıkacak ve mutlakçılık zihniyeti hâkim olacaktır. Oysa tamamlayıcılık ilkesi, rölatif bir düşünme biçimini güvence altına almaktadır.

Devamı >>>