BERRİN KALSIN
İslam´ın Batı medyasındaki yeri yıllardır tartışılıyor. Genel olarak uluslararası medya çalışmalarında haber akışının Batı kaynaklı oluşu ve birkaç köklü haber ajansının ve medya kuruluşunun tüm dünya üzerinde hâkimiyet kurduğu gerçeği her defasında altı çizilen bir konu. Özellikle üçüncü dünya ülkelerine bu kuruluşların haber sağladığı ve halkları bu doğrultuda yönlendirdiği görülüyor. Bununla birlikte, özellikle Müslümanların Batı kaynaklı haber medyasında olumsuz gösterildiği ve Müslümanlara dair haberlerin rutin olarak basmakalıp biçimlerle çerçevelendiği açıkça biliniyor.
Batı medyasının Müslümanları olumsuz işlemesi ve bunun etkileri uluslararası araştırmalarla belgelenmiştir. Bazı yaygın basın yayın organlarının Müslümanları basmakalıp ele aldığı, İslam´ı ise terörizmle bağdaştırdığı görülmüştür. Müslümanların Batı medyasındaki temsilleri üzerine yapılan araştırmalar, özellikle 11 Eylül´den sonra çoğaldı; fakat 11 Eylül´den önce de bu anlamda sorunlar yaşandığına dair kanıtlar var. 11 Eylül sonrasında ise bu tip olumsuz haberlerde bir yoğunlaşma meydana geldiği gözlemlendi ve konu hakkındaki çalışmalar arttı. İncelenen haberlerde Müslümanlar ?ötekiler? olarak gösteriliyor; İslam, şiddet ve terör arasında kalıcı bir ilişki olduğu mesajı veriliyor. Batı medyasının Müslüman kimlikleri inşa etmedeki rolü üzerine yapılan kapsamlı bir çalışmada, İslam ile şiddet arasındaki ilişkinin haberlerde tekrar eden bir konu olduğunu ortaya çıkardı. Bu tavır en çok ABD, İngiltere ve Avustralya medyasında görülüyor.
Fakat konu üzerinde yapılan çalışmalar, sadece birkaç örnek göstererek bilinen gerçekleri ispatlama yoluna gidiyor. Asıl önemli olan nokta ise bilinen ve sorunlu yanları olan bir gerçeği ortaya koymaktan çok, bu soruna çözüm aramaktır. İşte bu yıl yayımlanan Reporting Islam: International Best Practice for Journalists [1] adlı kitabın yazarları Jacqui Ewart ve Kate O´Donnel, yaptıkları kapsamlı araştırmada gazetecilere çeşitli çözüm önerileri sunuyorlar. Sorunu ortaya koymanın yanı sıra, tüm uluslararası medya kuruluşlarının İslam ve Müslümanların işlendiği haberlerde nelere dikkat etmeleri gerektiğini, geliştirdikleri ?dönüşümcü gazetecilik modeli? ile ortaya koymaya çalışıyorlar.
Kitapta iki temel problemden bahsediliyor: Birincisi, Müslümanları Batı ülkelerinde ?diğerleri? olarak konumlayan haber medyası; ikincisi ise toplumsal gerginlikler doğurabilecek ve Müslümanları soyutlayan ?sorunlu? haber uygulamaları. Kitaba göre, Batı medyasında, özellikle Müslümanların Batılı toplumlarla uyumunu sorgulayan haberler yayımlanmış. Müslümanların inançları genellikle Batı değerleriyle ve demokrasi kavramlarıyla çelişkili konumlandırılmış. Müslümanların Batılı toplumlarla bütünleşme konusunda başarısız oldukları ve genellikle Batı değerlerine ve yaşam biçimlerine birer tehdit oldukları haberlerde sıkça işlenmiş. İngiliz medyasında çıkan bazı haberlerde, Batı ve İslam arasında hiçbir ortak zemin olmadığının altı çizilmiş ve ayrıca Müslümanlarla ilgili gerçekler sıklıkla çarpıtılmış, abartılmış veya aşırı basitleştirilmiş.
Bu durum sadece İngiltere ile sınırlı değil. Diğer ülkelerdeki araştırmalar da Müslümanlarla Müslüman olmayanlar arasındaki çatışmaların haberlerde ortak tema olduğunu ortaya koyuyor. Bu haberlerin birçoğu, Müslümanlara sığınmacı, mülteci ve göçmen olarak odaklanmış. Örneğin Danimarka´da bazı haberlerde ırkçılığın özellikle belirginleştiği görülmüş ve bu haberlerde Müslümanların asla Danimarkalı olmadığı ve hatta bu ülkeye ait olmadıklarına dair yaygın söylemler kullanılmış. Bu söylemlerin toplumda etnik gruplara ve Müslümanlara karşı bir çeşit kamuoyu algısı oluşturduğu ortaya çıkmış. Diğer bir örnek ise Hollanda´da yapılan bir araştırma. Hollanda´nın popüler bir gazetesinde yedi yıllık bir araştırma yapılmış ve haber içeriklerinde ?terör saldırıları ve din? konusunun en sık işlenen konu olduğu belirlenmiş.
Tüm bu örneklere bakıldığında, İslam hakkında olumsuz olaylara odaklanmış bir yayımcılık anlayışının benimsendiği görülüyor. Avustralyalı araştırmacıların bulguları ise diğer ülkelerdeki örneklerle benzerlik gösteriyor. Müslümanlara yönelik Avustralya´da yayın yapan haber medyasında, Müslümanların Avustralya´daki varlığını ülkenin egemen kültürüne karşı bir sorun olarak vurguladığı görülüyor. Avustralya´daki ana akım medyanın Müslüman karşıtı olduğu güçlü bir şekilde hissediliyor. Araştırmalarda İslam´ın liberal demokrasi ilkeleriyle çelişkili sunulduğu görülüyor.
Müslümanlar haber kaynakları olarak tercih edilmiyor
Diğer taraftan Müslümanlarla ilgili pek çok haberde haber kaynaklarının kullanılmadığı, terminolojinin yanlış kullanıldığı, gerçeklerin yanlış bildirildiği, hikâyelere eşlik eden görüntülerin bilinçli olarak ?yanlış? seçildiği, ?İslami inanç? ve ?terörizm? kelimelerinin çoğu kez bir arada kullanıldığı ortaya çıkıyor. Araştırmada, Batılı gazetecilerin Müslümanları haber kaynağı olarak kullanmadıkları belirtiliyor. Müslümanların sadece kendi eylemlerini ve kendi dinlerini eleştirdiği ölçüde kaynak olarak kullanıldığı ve bunun dışında neredeyse hiçbir haberde Müslüman seslerin yer almadığı ortaya konuluyor.
Diğer önemli bir mesele ise Müslümanların ana akım haber medyasında görüşlerini duyurmaya çalıştıklarında karşılaştıkları engeller. Bu durum, baskın medya yapıları nedeniyle özellikle Avustralya medyasında önemli bir sorun. Özellikle yerli Avustralyalılar ve etnik azınlıkların seslerinin yetersiz bir şekilde ele alındığı ana akım haber medyasında, etnik azınlıklarla ilgili haber kaynaklarının kullanımına ilişkin benzer bulgular ortaya çıkıyor.
Haberlerde kullanılan dil sorunu
Haberlerde yer alan Müslüman seslerin azlığı bir sorun olsa da, diğer önemli bir mesele, Müslümanlarla ilgili haber medyası metinlerinde kullanılan dil. Terminolojinin kötüye kullanılması, Müslümanlar için önemli zorluklara yol açıyor. Örneğin Avustralya´daki iki büyük günlük gazetede, 11 Eylül terörist saldırılarından 12 ay önce ve 12 ay sonra incelenen haberlerde kullanılan dilde önemli farklılıklar tespit edilmiş. Özellikle İsrail-Filistin çatışmalarında bu durum göze çarpıyor. Filistin direnişinde ?terörün? belirleyici bir terim olarak kullanılması, İsrail´in eylemlerini aktarmak için ise ?askeri harekât? tanımının kullanıldığı belirtiliyor.
Avustralya´nın Victoria eyaletindeki The Age ve The Herald Sun gazetelerinde Müslümanların ve İslam´ın temsil edilmesi üzerine yapılan bir analizde, her iki gazetede de İslam´ı ve Müslümanları terörle birleştiren bir tavır göze çarpıyor. Sıklıkla ?fanatik?, ?köktenci?, ?safkan?, ?terörist?, ?radikal?, ?aşırılıkçı?, ?militan?, ?radikal İslami grup? ve ?köktenci İslami teröristler? terimleri ve tanımlamaları kullanılmış. Haber metinlerinin yanı sıra, Müslümanlarla ilgili haberlere eşlik eden görüntüler de izleyicilere güçlü sinyaller veriyor. Araştırmalar, haber medyasının Müslümanlarla ilgili haberlerde basmakalıp görüntülere yer verdiğini söylüyor. Bu görseller arasında, Ayetullah Humeyni´nin yüzü, Mekke´de hac görevini yapan Müslümanlar, cami kubbeleri, Müslüman din bilginleri tarafından giyilen cüppe, başörtüsü ve türban yer alıyor. Aslında bu imgeler, kelimelere ihtiyaç duymadan okuyucuya çok miktarda bilgi iletiyor. Bununla birlikte, bu türden haberlerin Müslüman toplulukları nasıl etkilendiği hakkında az sayıda araştırma yapılmış. Konuya odaklanan az sayıdaki araştırmacı, bu tür yaygın medya haberlerinden dolayı Müslümanlar arasında da güvensizlik oluştuğunu ortaya koyuyor.
Bu noktada, İngiltere merkezli yapılan bir çalışmadan özellikle bahsetmek gerekiyor. Araştırmacılar, katılımcıların bu tür haberleri nasıl algıladığını ölçmek için çeşitli sorular sormuş ve elde edilen bilgilerle Müslümanların özellikle üç şekilde anımsandığını görmüşler: ?Müslümanlar teröristtir?, ?Müslüman ülkeler sıkı ve muhafazakârdır?, ?Müslüman ülkeler kirli, geri ve eğitimsizdir?.
Karışan Kimlikler: Müslüman, mülteci, göçmen?
?Avrupa göç krizi? olarak adlandırılan ve 2015 yılında Suriye, Irak ve Afganistan gibi çatışma bölgelerinden kaçan ve çoğu Müslüman olan insanların Avrupa Birliği (AB) ülkelerine göç etmesi benzeri görülmemiş bir insani krize yol açtı. AB ülkelerinin bu krize verdiği tepkiler, dayanışmadan yoksun olmakla beraber, politik ve milliyetçi çıkarların çatışması olarak cereyan etti. Diğer taraftan ise uluslararası yükümlülükler ve AB´ye yönelik yükümlülüklerin yarattığı gerilimlerle sürüp gitti. Tartışmalar daha çok insan güvenliği, sınır bütünlüğü sorunu ve ulusal güvenlik meselesi üzerine yoğunlaştı. Şiddet, düşmanlık, tutuklamalar, sürgünler, sınır kontrolleri, teknelerin geri dönüşü, kurtarma çabaları ve açlık gibi konular bu insanlara karşı olan farklı ulusal tepkileri tanımlıyor.
İnsanların insan kaçakçıları tarafından yönlendirilmesi ve küçük fakat kalabalık botlarla Akdeniz´e doğru yol almasıyla binlerce insan hayatını kaybetti. AB´ye girmeye çalışan bu insanlar arasında genç, yaşlı, erkek, kadın, refakatsiz çocuklar gibi, çoğu gerçekten çatışma bölgelerinden kaçan milyonlarca insan vardı ve bu insanlar ağırlıklı olarak Müslüman olduklarından, bu kriz daha çok İslam´a bağlanmıştı. AB´ye üye devletlerde, sığınmacı ve mültecilere karşı yükümlülüklerin tanınması ve riskli göçmen korkusu, ulusal ve ekonomik güvenlik alanında tehdit olarak değerlendirildi. Tüm sığınmacılar, mülteciler ve göçmenler potansiyel terörist olarak görüldü.
Bu dönemde Batı kökenli ana akım medya, çeşitli toplumların krizi nasıl algıladığı konusunda etkili oldu. Bazı haberlerde sığınmacılar ve mülteciler, çatışma bölgelerinden yasal olarak kaçan insanlar, bazı haberlerde ise doğal olarak sorunlu, yani ?ötekiler? olarak tanımlandılar. Haber medyası ?sığınmacı?, ?mülteci? ve ?göçmen? kavramlarını karıştırdı ve aralarındaki önemli farklılıkları bulanıklaştırarak kamuoyunun mültecileri ve diğer göçmenleri algılama şeklini etkiledi. Çok az sayıda haber medyası Suriye ihtilafının çözümü ve insan hakları ihlallerini ele aldı.
Eylül 2015´te Muğla´nın Bodrum ilçesinden Yunanistan´ın İstanköy adasına şişme botla geçmeye çalışırken annesi ve kardeşiyle birlikte boğularak hayatını kaybeden üç yaşındaki Suriyeli Alan Kurdi´nin cansız bedeninin görüntüleri tüm dünyayı sarsmış ve tartışmalar daha da körüklemişti. Sığınmacıların maruz kaldığı tehlikelere odaklanan imgeler ve öyküler, bir yerde sempati yaratmış olmasına rağmen, aşırı sağcı söylem, odak noktasında yine güçlü bir şekilde bu göçe karşı durdu.
Araştırmacılar, krizin Almanya, İspanya, İtalya, İsveç ve İngiliz haber medyası tarafından nasıl yansıtıldığı üzerine yoğunlaşmış ve özellikle İngiliz medyasının diğer AB ülkelerine nazaran daha kutuplaşmış ve saldırgan olduğunu tespit etmiş. İngiltere´deki sol eğilimli medya kuruluşları, bir dizi insani konuyu işlemiş ve mültecilere karşı daha sempatik içeriklere yer vermiş. Hatta krizin nedenleri ve çözümleriyle başa çıkma konusunda daha fazla analiz yayımlamış. Sağ eğilimli medya ise mültecilerin ve göçmenlerin İngiltere´nin refahına karşı oluşturdukları tehdit üzerine odaklanmış ve krizin sorun yaratacağına ilişkin söylemlerde bulunmuş. Bu noktada her üç İngiliz´den birinin Müslümanlar hakkında olumsuz görüşlere sahip olduğu ve ana akım medyada Müslümanların yanlış bir şekilde temsil edildiği ortaya çıkıyor. Dahası, geçtiğimiz on yıl boyunca İngiliz basınındaki sığınmacıların, mültecilerin ve göçmenlerin işlendiği haberlerin genellikle olumsuz olduğu ve üstelik ?ahlaki bir panik? yarattığı ortaya çıkmış.
İngiliz basınındaki haberlerde en dikkate değer şey, olguların ve insanların tasviri hakkında yaşadıkları kafa karışıklığı: Önemli farklılıklara rağmen, kullanılan haber metinlerinde sığınmacılar, mülteciler veya göçmenler arasında ayrım yapılmamış. Örneğin The Guardian´da ?mülteci krizi?, ?göçmen tartışması?, ?iltica politikası?, ?göçmen? terimleri, aralarında ayrım yapılmadan kullanılmış. The Telgraf haberlerinde ise ?göçmen krizi?, ?sığınmacı?, ?göçmen?, ?mülteci krizi?, ?gelenler? ve ?mülteciler? çoğunlukla kullanılan kelimeler.
Haber medyasında beş Avrupa ülkesindeki kriz hakkında geniş kapsamlı bir içerik analizinde bulunan araştırmacılar, İngiltere´de beş farklı gazetede değerlendirdikleri tüm haberlerin yaklaşık yarısının ?göçmen/göçmen ve mülteci/sığınmacı? terimlerini kendi aralarında ve hatta aynı haberde dönüşümlü olarak kullandıklarını ortaya koyuyor. Bu durum elbette İngiltere´deki sığınmacılar, mülteciler ve göçmenler arasındaki ayrımların sürekli olarak haber medyasında çarpıtıldığı soruna işaret ediyor.
Açık farklılıklarına rağmen göçmen, sığınmacı ve mülteci terimleri haber medyası tarafından birbirlerinin yerine ve başlarına ?Müslüman? ifadesi getirilerek kullanılmış. Bu terimlerdeki farklılıkları ortaya koyan sayısız kaynaklara ve sınırsız erişimlere rağmen, haber medyasının bu kilit terimleri karıştırması veya bilinçli olarak kullanması, algı yaratma hususunda sıkıntılı bir durum olarak karşımıza çıkıyor. Çünkü burada göz ardı edilmemesi gereken en önemli nokta, medyanın kamuoyundaki algıyı güçlü bir şekilde etkilediği ve toplumların azınlık gruplarına karşı bakış açılarını belirlemede büyük rol oynadığıdır.
?Dönüşümcü Gazetecilik Modeli?
Batı kökenli ana akım haber medyasının Müslümanlarla ilgili haberleri bildirme biçimlerindeki değişime ön ayak olmak ve yol göstermek için Ewart ve O´Donnel tarafından ortaya konulan model ise ?Dönüşümcü Gazetecilik Modeli? olarak adlandırılıyor. Model ?Doğru haber değerlerini tehdit eden ya da sorun yaratan medya haberciliğinin daha dönüşümcü bir vizyonu? benimsemesi gerektiği düşüncesiyle geliştirilmiş. Kitapta, haber içeriklerinin sorunlu yapısı hakkında, yukarıda belirtilen örnekler üzerinden analizler yapılmış ve Batı medyasında benimsenen bu geleneğin düzeltilmesi için detaylı bir yaklaşım belirlenmiş. Bir çeşit kontrol listesi görevi gören bu modelin uluslararası medyada ciddiyetle ele alınması gerekiyor.
[Doç. Dr. Berrin Kalsın İstanbul Medipol Üniversitesi Gazetecilik Bölümü öğretim üyesidir]
[1] ?Reporting Islam: International Best Practice for Journalists? Jacqui Ewart&Kate O´Donnel, Routledge, 2018.