Tarih: 03.07.2018 11:50

Batı barbarları bekliyor

Facebook Twitter Linked-in

?Gerçekliğe ve Geleneğe Karşı´ kitabının yazarı Halil Turhanlı, Avrupa´da yükselen göçmen karşıtı dalganın konuşulduğu dönemde değerlendirmelerde bulunuyor.

Toplumbilimci, edebiyat kuramcısı ve eleştirmeni Tzvetan Todorov, Barbarlar Korkusu: Medeniyetler Çatışmasının Ötesinde başlıklı kitabında siyaset felsefesi, toplumbilim, tarih ve antropoloji gibi değişik disiplinlerden aldığı kavramlar ve analiz araçlarıyla Huntington´ın 1990´larda yeni bir soğuk savaşın haberciliğini yapan tezleriyle hesaplaşmaya girişmiş, kitlesel göçler çağında Batı ve İslam arasındaki gerilimli ilişkiyi ele almış, ?medeniyetler çatışması? adı altında sunulan karşıtlığın ardına gizlenen kültürler hiyerarşisini liberal bir perspektiften eleştirmişti. Todorov´a göre Batı duyduğu barbar korkuyla kendini barbarlaştırıyor. Bu korku Batının değerlerini tahrip ediyor. Hepsinden önemlisi ise ?barbarlar?dan duyulan korkunun barbarca uygulamalara yol açması. Gerçekten, Ebu Garib ve Guantanamo´da yapılan işkenceler bu korkunun yol açtığı insanlık dışı uygulamaların en uç örneklerini oluşturuyor.

Bugünkü Avrupa´nın eski imparatorluklar gibi bir çöküş süreci içinde olduğu söylenemez ama Avrupa yaşlı ve yorgun.

Huntington içinde yaşadığımız çağı ?medeniyetler çatışması? olarak resmederken aslında çok eskiden beri dile getirilen bir karşıtlığı yeniden önümüze sürüyordu. Bunu yaparken de Batının sömürgeci geçmişini bütünüyle siliyordu. Onun önyargılar üstüne inşa edilmiş sığ argümanlarını çürütmenin pek zahmetli bir entelektüel girişim olmadığı söylenebilir. Ancak unutmayalım ki, o derinliksiz argümanlar hayli etkili oldu, Amerika´nın yirmi birinci yüzyıldaki stratejik çıkarlarına gerekçe, Ortadoğu´daki yeni emperyalist politikalarına temel oluşturdu. Huntington beş kıtada çok farklı koşullarda yaşayan, İslamiyet´i kavrayış ve yaşayış biçimleri arasında farklılıklar bulunan milyonlarca Müslüman hakkında kabul edilemez genellemeler yapıyor, onları stereotipleştiriyordu. Bu genelleme 11 Eylül saldırılarından sonra ABD´nin öncülüğünde Batının yürüttüğü karşı-terör  politikalarını, Ortadoğu şehirlerinin havadan  bombalanmasını, Guantanamo´daki işkenceleri meşrulaştırmada kullanıldı.

Todorov´un da belirttiği gibi Huntington´ın tezleri aşırı basitleştirici. Ne Batı medeniyeti ne de onun dışındakiler monolitik değiller, bütünlük oluşturmuyorlar. Tam aksine, her biri kendi içinde farklılıklar, bölünmeler taşıyor. Belirli bir uygarlığın içinde doğan, doğduğu andan itibaren kendini belirli bir kültürün içinde bulan her insan yaşamı boyunca başka kültürlerle de temas kurar, onlardan etkilenir ve hatta değerlerini benimseyebilir. Bu kültürlerin bütünlüğünü bozucu bir etki yaratır. Ancak vurgulamak gerekir ki bu engellenmeye kalkılacak olumsuz bir şey değildir. Tam aksine kültürlerin yakınlaşmasını, aralarında köprü kurulmasını sağlar. Todorov´a göre Batıyı dünyanın geri kalanından ayıran kültürel kimlik değil, korku. Huntington´ın tezleri aslında bu korkunun dışavurumu. Bu noktada korku ve  kaygı arasındaki farkı çok kısaca belirtmek gerekiyor. Korku (fobi), kaygıdan (angst) farklı olarak belirli bir nesneye yönelmiştir ama temelsiz ve nedensiz olabilir. Bir başka deyişle, kimi kez gerçekte tehdit oluşturmayana, hatta korkunç ve kötücül olmayana karşı duyulur. Bu özelliğinden dolayı Deleuze ve Guattari´nin karşı-devrimci bir ruh hali olduğunu vurguladıkları paranoya ile bağlantılıdır. Beri yandan, Kierkegaard çok yerinde olarak kaygının varoluşunu tinsel olarak kavrayan, kendi hayatını kendisi yönlendirmek ve bununla ilgili kararlar alma zorunda olduğunu kavrayan insana özgü olduğunu belirtir. Belki de en önemlisi, Martha Nussbaum´un da vurguladığı gibi  korkunun ?ilkel? olmasıdır: ?Korku tüm omurgalıların paylaştığı ilkel beyin işlemlerine bağlıdır, insana özgü korku ise birçok bakımdan daha karmaşık olmakla birlikte bu ortak hayvansal kökenlere benzemeye devam eder.? Batıda Müslümanlara, göçmenlere karşı giderek yaygınlaşan ve kolektif bir duygu olarak büyüyen korkuda, Todorov´un deyişiyle ?barbarlar korkusu?nda yukarıda özetlediğim özellikler çok belirgin.

Gerçekten, Batı Antik dünyadan başlayarak kendini bir medeniyet olarak tanımlayabilmek ve öyle kabul ettirebilmek için hep barbarlara ihtiyaç duydu, bir barbar imgesi yarattı, bu konuda korku yaydı ve çoğu kez gelmeyecek olan barbarları bekledi. Denilebilir ki Batı kültürü medeniyet-barbarlık karşıtlığı üzerine inşa edildi. Barbar korkusu Batı medeniyetinin ve kültürünün olumsuz kurucusu. Emperyalist yayılmacılığını, işgalleri de barbar korkusuyla meşrulaştırdı. Ama barbarların sınırları gerçekten aştığı ve kapıya dayandığı zamanlarda oldu. Yunanlıların beklediği barbarlar Roma İmparatorluğu´nun kapılarını zorladılar, yıktılar.

1990´larda Batı açısından yeni bir düşman imgesi belirdi, 11 Eylül saldırıları bu imgeyi pekiştirdi. Daha açık bir anlatımla, İslam coğrafyasının insanları Batı´nın korktuğu barbarlar olarak öne çıktılar Barbar sıradan bir öteki değildir. İnsandan daha aşağı bir varlığı temsil eder. Müslümanların da daha aşağı bir kültüre ait oldukları tezi yayıldı. İnsanlıkları bütünüyle tanınmadı. Aslında bu bakış bütün kıyımların, zulümlerin de kaynağıdır. Tarih boyunca barbarlık elbette mevcuttu ve halen varlığını sürdürüyor. Ama barbarlığın kaynağı öncelikle Batı. Sömürgelerdeki yerli halkların kitleler halinde katledilmeleri, toplama kamplarındaki vahşet, Holokost, Hiroşima ve Nagazaki´ye atılan atom bombası, Mai Lai katliamı ve daha nicesi? Hepsi de birer barbarlık örneği, hepsi de barbarlığın Batıdan kaynaklandığını kanıtlıyor.

Todorov da barbarlığın varlığını inkar etmiyor. Barbarlığın kısmen ikna edici bir tanımını da veriyor. Todorov´a göre barbar ?çevresindeki insanların insanlığını inkar eden ?Uygar insan? ise ?başkalarının insanlığını bütünüyle tanıyan?, böylelikle empati duyan kişi. Son yıllarda Avrupa sağında milliyetçilik iyice yükseldi, buna bağlı olarak Müslüman göçmenler hedef alındılar, giderek nefret nesnelerine dönüştürüldüler. 1990´lardan itibaren Avrupa´da ekonomik, teknolojik değişimlere bağlı olarak toplumun bazı kesimlerinin, özellikle alt orta sınıfın ekonomik durumu kötüleşti, refah düzeyi düştü. Bulabildikleri her işte, her türlü güvenceden yoksun olarak çalışmayı göze alan göçmenler prekaryayı (postmodern proletaryayı da diyebiliriz) oluşturuyorlar. Yoksullaşan Avrupalılar ise ekonomik durumlarındaki kötüleşmeden onları sorumlu tutuyorlar. Avrupalılar, İkinci Dünya Savaşı´ndan beri ilk kez gelecek kaygısına kapıldılar. Refah devletinin getirdiği kazanımları kaybettiler. Bu kaygının doğurduğu öfke bir ölçüde  sosyo-ekonomik yönden ayrıcalıklı sınıflara ama çok daha yoğun olarak yoksul göçmenlere yansıtılıyor, çünkü onlara şiddet uygulamak ayrıcalıklı sınıflara muhalefet etmekten çok daha kolay. Kaybedenlerin nefret ve öfkesinden en büyük payı da Müslüman göçmenler alıyor.

Todorov, İslam coğrafyasından Batı´ya göç eden Müslümanlara karşı Avrupa´daki sağ kanat popülizminin nefretini hınç, tanımama, değer vermeme kavramlarıyla açıklamaya çalışıyor. Sağ popülist partilerin kitledeki bu hoşnutsuzluk ve göçmenlere yönelen nefret üzerine ?hınç politikaları? inşa ettiklerini belirtiyor. Bir başka deyişle, Todorov´a göre İslamcı şiddetin ardında da dinsel bir motivasyon yok, karşı-hınç var. Bu noktada vurgulanması gereken bir nokta da şu: Müslümanların büyük çoğunluğu bu tür sorunlara şiddetle tepki vermiyor, inançlarını barış içinde yaşamak istiyorlar. Yani, karşı-hınça başvuranlar çoğunluğun içinde sadece küçük bir azınlığı oluşturuyorlar. Todorov, İslam dünyasını derinden tanımamakla beraber liberal bir duyarlılıkla yaklaşıyor. İslam ve İslamcılığın birbirinden farklı olduğunu, bunlardan ikincisinin dini araçsallaştırdığını, dini politik bir ideolojiye dönüştürdüğünü ve dinin böylelikle liberalizm, sosyalizm gibi dinsel olmayan politik ideolojilerin yerine konulduğunu belirtiyor. Ancak pek çok Batılı liberal entelektüel gibi İslamiyet´in politik boyutunu eksik okuyor. Daha açık bir deyişle İslamiyet´in Batı´nın sömürgeciliğine direnen halkların inancı olarak da taşıdığı politik boyutu göremiyor. Todorov´un gözde kaçırdığı bir şey daha var: Batı´da da siyaset ve ilahiyatın birbirinden bütünüyle ayrılmadığı.

Avrupa politik düşüncesinin temelde teolojik olduğunu, politik alandaki pek çok kavramın esasen teolojik öz taşıdığını hatırlatan Derrida politik olanın teokratik olandan ayrılması gerektiği fikrini geliştirmenin önemine dikkat çeker ve bunu ?gelecek demokrasi? açısından zorunlu sayar. Esasen egemenlik kavramı başta olmak üzere Batının politik düşüncesindeki kavramların seçeresi hakkında sorular sormak, bunların teolojik özünü  gün ışığına çıkarmak yapısökümün  başlıca amaçları arasındadır. Todorov´un soruna  önerileri de tıpkı  teşhisleri gibi liberal bir yaklaşımın özelliklerini taşıyor. Avrupa´nın hoşgörü ve eşitlik gibi değerlerini yeniden öne çıkarılmasını, başka kültürlere eşit statü tanınmasını, Avrupa kolektif kimliğinin yeniden yapılandırılmasını öneriyor. Todorov´a göre bunlar yapıldığında Avrupa´da liberal demokrasinin idealleri yeniden canlılık kazanmış olacak. Liberal demokrasinin bütün ilkeleriyle işlemesini yeterli bir çözüm olarak görüyor. Aslında liberal demokrasiyi hak ve özgürlükler açısından idealleştiriyor. Ancak şu var: Batı´nın İslam dünyasıyla, Müslüman göçmenlerle kurduğu  ilişki, onlara karşı takındığı tavır aslında liberal demokrasilerin değer ve ilkelerinin sınandığı bir alan. Batının liberal demokrasileri yabancıların dışlanmasını önleyebilecek sağlam kurumlar oluşturamadığı için şimdiye değin bu sınavda başarılı olmadılar. Bulabildikleri en iyi çözüm asimilasyon.

Batı ve Doğu arasında geçmişi antik çağlara kadar uzanan bir etkileşim, kültürel alışveriş söz konusu. Doğu, Batı kültürüne inkar edilemeyecek katkılarda bulundu. Arap dünyasının Müslüman düşünürlerinin Sokrates, Platon ve Aristoteles yorumları Avrupa kültüründe kalıcı yer edindiler. Dahası, Avrupa´yı Doğu adlandırmıştı. Herodot, Avrupa adının esasen Ortadoğulu bir prenses olan Phoenician´dan geldiğini yazar. Herodot´a göre bugün Lübnan olan bilinen topraklarda yaşayan bu prenses Yunanlılar tarafından kaçırılmış ve Giritli bir aristokrat onunla evlenmişti. Todorov kıtaya yabancının, hem de iradesi dışında getirilen bir yabancının adının verilmesinin Batının kültürünü tahrip etmediğini, bugün yabancıdan duyulan yaygın tedirginliğin de yersiz ve temelsiz olduğunu vurguluyor. Todorov kültürel çoğulculuğu savunuyor, kültürlerin birbirleriyle temas ederek, birbirlerinden beslenerek canlı kalabileceklerini belirtiyor. Fakat yabancı öğeleri ayıklayarak, onları dışta bırakarak inşa edilen, dış etkilere karşı kendilerini koruyan ulusal kültürlerin böyle bir teması kabullenmeleri mümkün değil.

Kavafis´in  pek çok antolojiye de girmiş ?Barbarları Beklerken? başlıklı şiirinde şehir halkı barbarları korkuyla değil, onlardan medet umarak bekler, yollarını gözler. Kavafis kendini ?tarihsel şair? olarak tanımlamıştır, söz konusu şiiri de ?tarihsel şiir?leri arasında sayılır. Ömrünün büyük bir bölümünü İskenderiye´de geçirmiş olan şairin Mısır´ın tarihinden, şiiri yazdığı tarihteki politik olaylardan etkilendiği biliniyor. Uzun yıllar İngiliz sömürgeciliğinin uygarlaştırma politikaları tabi tutulan Mısır halkının barbarları bir alternatif olarak gördüklerini anlatmak istemiş olabilir. Medeniyet ihraç eden Batılı kolonyalistlerin tahakkümüne son verecek olan barbarlar.

Kavafis´in tarihçi Edward Gibbon´ın Roma İmparatorluğu´nun Çürüyüşü ve Düşüşü  başlıklı  çalışmasını okuduğu, Gibbon´dan etkilendiği ve şiirde barbarları bekleyenlerin Roma halkı olduğu da ileri sürülmüştür. Yine de Kavafis´in şiirini belirli bir tarihsel mekan ve zamanın ötesinde okumak gerekiyor. Onun olumlu bir gözle baktığı barbarlar günümüz açısından da anlam taşıyor. Anlatılmak istenen Batı´nın kendi dışındaki dünya ile ilişkisidir. İlginç olan ise barbarların bir umut olarak görülmesi ve o duyguyla beklenmeleri. Barbarlar yeni bir kültüre can vermek için gelecekler. Şehir halkı onları şifacıları olarak bekliyor. Barbarlar aşı yapmaya geliyorlar. Şimdi sorulması gereken şu: Barbarlar gerçekten günümüzün zihinsel olarak  yaşlı, yeni değerler yaratamayacak denli yorgun Avrupa´sına şifa verebilirler mi? Hikmet Kıvılcımlı´nın ?barbar aşısı? kavramından yararlanarak cevaplamaya çalışacağım.

Türkiye´de sol düşünce içinde İslamiyet´e yaklaşımı açısından benzersiz bir yere sahip olan Hikmet Kıvılcımlı hayli özgün bir tarih tezi de geliştirmişti. Bu tezin asli kavramlarından biri ?barbar aşısı?dır. İslamfobi´yi hem açıklamada hem de aşmada, Batının ruhunda kök salmış bu korkunun üstesinden gelmede Kıvılcımlı´nın bu kavramından faydalanmayı önereceğim. Kıvılcımlı´nın barbar aşısıyla anlatmak istediği iç dinamikleri tükenmiş, çöküşe doğru sürüklenen bir medeniyetin dışarıdan diri güçlerin  müdahalesiyle canlılık kazanabileceği. Bunun tarihsel örneklerini de veriyor. Öncelikle sunduğu örnek Roma İmparatorluğu´nun barbar istilaları sonucunda yıkılması ve Avrupa´da  derebeylik düzeninin doğması. Kıvılcımlı, Türklerin Bizans´a yaptıkları akınları da ?barbar aşısı? olarak niteler. Bizanslıların gözünde imparatorluğu yıkmaya çalışan Kayı boyu göçerleri barbardılar. Ama onlar akınlarıyla çürüme sürecindeki bir medeniyete aşı yapıyorlardı. Bu aşı sonuçta çürüyenin çökmesini, onun yerine evrensel bir imparatorluğun doğmasını sağladı. Barbar aşısı ?tarihin yolunu tıkayan trajik molozları? kaldırdı.

Kıvılcımlı´nın tarih tezinde tıpkı Kavafis´in şiirinde olduğu gibi barbarlığa olumlu bir anlam ve işlev atfediliyor. Onun kapitalizm öncesi toplumların evrimini açıklamak için bulduğu barbarlık aşısı kavramına günümüz dünyasında Batı´nın kendi dışındaki halklar, gelenek ve inançlar ile olan ilişkileri açısından da başvurabilir ve bu aşının Derrida´nın sözünü ettiği ?gelecek demokrasiyi? uzak bir geleceğe ait beklenti olmaktan çıkarıp yakına taşıyabileceğini ileri sürebiliriz. Kuşkusuz, bugünkü Avrupa´nın eski imparatorluklar gibi bir çöküş süreci içinde olduğu söylenemez. Ama Avrupa yaşlı ve yorgun. Değerleri aşınmış, vaatlerini yerine getiremeyen yaşlı Avrupa yabancıları tehdit addederek, onlara hoşgörüsüz davranarak içine kapanıyor, özgürlükleri törpülüyor. Yabancılara kapılarını kapatıyor,  içeri aldıklarına normlarını dayatıyor, onları asimile etmeye çalışıyor.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —