Tarih: 14.10.2022 11:42

Başörtüsü Neden Sorun Oldu, Oluyor?

Facebook Twitter Linked-in

İran İslam Devrimi’nden sonra Ortadoğu’da İslami hareketlerin su yüzüne çıkmasıyla hem Müslüman ülkelerde hem de Batı dünyasında başörtüsü tartışmaya açıldı. Türkiye’de 12 Eylül sonrası dönemde başörtüsü meselesi aktüel bir biçimde gündeme geldi ve yasaklı bir dönem başladı. 28 Şubat sürecine giden yolda başörtüsü siyasal İslamın simgesi olarak ilan edildi. 2000’li yıllarda AKP’nin iktidara gelmesiyle bu sorun önemli oranda çözüldü. Hatta AKP beklentilerin üzerinde bir performansla kamu kurumlarında çalışan kadınlara da başörtüsü konusunda serbestlik getirdi.

Tam bu sorun çözüldü derken Türkiye ve İran’da yeniden başörtüsüyle ilgili sesler duymaya başladık ve halen de gündemde kalmaya devam etmektedir. İran ve Türkiye örnekleri birbirine zıt örnekler ve bu bakımdan da incelenmeye değerdir. İran’da İslami bir devrim yaşandı ve bu süreçte başörtüsü devrimin ve İslamlaşmanın simgesi olarak kabul gördü. Şimdi ise yıllar sonra İran’da bir kadının öldürülmesi üzerine başörtüsüne karşı tepkiler ortaya konuyor. Ülkede 80 il ve şehirde başörtüsüne ve iktidara karşı protestolar yükseliyor. Türkiye ise zor dönemeçlerden sonra başörtüsüne özgürlük tanımış bir ülke ve dört dönem başörtüsüne özgürlük getiren bir partinin iktidarında yaşıyor. Bununla birlikte son yıllarda giderek artan sıklıkta, daha önce başörtülü olan kadınların bir kısmının başörtülerini çıkarmaya başladıkları konuşuluyor. Bu konuda haberler yapılıyor ve hatta tezler yazılıyor.

Erzurum Atatürk Üniversitesinde yapılan bir doktora tezine göre, başörtüsünü terkeden kadınlar şu argümanlarla bu eylemlerini gerekçelendiriyorlar (Bakınız: Abdurrahman Yalçi, Gündelik hayat, bireysel kimlik ve din: Türkiye’de başörtüsünü çıkaran kadınlar örneği, 2021)

  1. Başörtüsü beni sınırlıyor, bir buyruk olarak beni rahatsız ediyor.
  2. Başörtüsü güzelliğimi sınırlandırıyor.
  3. Başörtüsünden dolayı mesleğimi icra edemiyorum.
  4. Bazı sosyal çevrelere giremiyorum.
  5. Sosyal medyadan etkilenerek başörtüsü emrinin tarihsel bir emir olduğu sonucuna vardım.
  6. Başörtüsü cinsiyet ayrımcılığına vesile oluyor.
  7. Cemaat ve tarikatlarla özdeşleştiriliyorum.

 Bu gerekçeleri analiz ettiğimizde başörtüsünü çıkartan kadınları üç gruba indirgeyebiliriz. Bir grup başörtüsünü özgürlüğü sınırlayıcı ve hatta ayrımcılığa vesile olan bir engel olarak görüyor. Burada özgürlük ve eşitlik temel değer olarak karşımıza çıkıyor. Burada sormak gerekir: Gerçekten de başörtüsü bir özgürlük sorunu mu, yoksa özgürlüğü kısıtlayıcı bir etken midir? Anlaşılan o ki, bir zamanlar din ve inanç özgürlüğü kapsamında serbest bırakılmasının gerekli olduğuna inanılan başörtüsü, bugünlerde kimileri için özgürlüğü sınırlayıcı bir anlam kazanmıştır. Bu Türkiye toplumunda ve özellikle muhafazakâr kesimlerde önemli bir değişime işaret ediyor. Bu değişim ilk etapta özgürlüğe yüklenen anlamla ilgilidir. “Giymek bir özgürlük ise çıkartmak da bir özgürlük olmalıdır” anlayışı öne çıkmaya başlamıştır.

İkinci bir grup kadın, dini emirler üzerinde düşünmeye başlamış ve dini emirlerin tarihsel ve toplumsal bağlamı kadar bağlayıcılığı üzerinde de kafa yorarak bir sonuca varmıştır. Bu bağlamda ulaşılan sonuç, başörtüsü emrinin tarihsel koşullarla alakalı olduğudur. Bu kesimler kabaca şöyle bir akıl yürütmektedir: Başörtüsü, daha çok özgür kadınların tanınması için işlev görmüş bir araçtır. Bugün toplumda köle ve özgür ayrımı kalmadığı için özgür kadınları belirtmek için bir simgeye ihtiyaç kalmamıştır. Öte yandan Kur’an başörtüsünü bizatihi emretmiyor. Zaten Arap toplumunda bilinen ve kullanılan başörtüsünün uçlarını göğüsler üzerine salınmasını emrediyor. Burada esas emir, başörtüsü değil, göğüslerin kapatılmasıyla ilgilidir.

Üçüncü bir grup kadın ise kendilerinin belirli cemaat ve tarikatlarla özdeşleştirilmesini istemiyorlar. Bu gerekçenin FETÖ kalkışmasından sonra önem kazandığını söyleyebiliriz. Bu olaydan sonra cemaatler mercek altına alınmış ve daha çok yaptıkları olumsuz işlerle anılmaya başlamışlardır. Cemaat ve tarikatların kamuoyunda negatif olarak algılanması, başörtülü kadınları da etkilemiş görünmektedir. Gerçek olup olmaması bir yana söz konusu grup ve cemaatlerle özdeşleştirilme algısı kadınları rahatsız etmekte ve bu rahatsızlık bazı kadınların başörtüsünden uzaklaşmasına vesile olmaktadır.

Özdeşleştirilmenin iktidarla da ilişkili olduğu aşikardır. AKP’nin son iki döneminde yaptığı hatalar ve bunların toplumda yarattığı hoşnutsuzluk kimi kesimlerde bu iktidarın arka çıktığı başörtüsüne de etki etmektedir. Şöyle ki, başörtüsü başından beri siyasal bir simge olarak görülmüş ve iktidarın yükseliş ve iniş süreçlerine bağlı olarak da olumlu ya da olumsuz olarak yargılanmaya başlamıştır.

Başörtüsünün iktidarla sınavının İran ve Türkiye’de farklı bir serüveni olsa da sonuç aynı olmuştur. Türkiye’de yasaklanmış ve bu yasağa karşı bir tepki olarak iktidar değişimi gerçekleşmiş, İran’da ise devrimle birlikte yükselen bir değer olmuş ve devlet bu konuda siyasal bir hassasiyet oluşmuştur. Ahlak polisleri vasıtasıyla İran başörtüsünü yerleştirmeye çalışmıştır. Bununla birlikte bu iki farklı örnek, aynı sonuçlara yol açmıştır. Bugün her iki ülkede de başörtüsünden kurtulma yönünde bir toplumsal eğilim baş göstermiş ve açıktır ki bu gelişme siyasal iktidara karşı da tutumları yansıtan bir göstergeye dönüşmüştür. Siyasal iktidarı baskıcı ve boğucu bulan kadınlar başörtülerini çıkartıyor ve yeni bir kimliğe bürünüyorlar.

Türkiye ile İran arasındaki fark şudur: İlk ülkede kadınlar “sessizce” bir eylem yaparken, ikinci ülkede görkemli sokak gösterileri ve protestolarıyla çarşaf ve başörtüsünden kurtulmaya çalışıyorlar.

Pekiyi sorun nedir? Başörtüsü neden sorun oldu veya oluyor?

Hem “eski” Türkiye’de hem de bugünün İran’ında olayı çözümlemek ve çözmek kolay görünüyor. Birincisinde başörtüsü yasaklanmış, ikincisinde ise emredilmiştir. Yani birinde negatif diğerinde pozitif bir emir söz konusudur. Bu sorun başörtüsünün hukuk alanından ahlak alanına kaydırılmasıyla çözülebilir. Yeniden başörtüsü emrinin hukuksal mı, yoksa ahlaki bir emir (norm mu) mi olduğunu tartışmak gerekiyor. Bildiğimiz kadarıyla Kur’an’da başörtüsünün giyilmemesi durumunda cezai bir yaptırım bulunmamaktadır. Bu durumda söz konusu emir hukuksal değil, ahlakidir.

Ahlaki ve hukuksal normlar arasındaki fark şudur: Ahlaki emirler yazılı olmayan ve yaptırımsız kurallardır. Hukuksal normlar ise, yazılı ve yaptırımlı kurallardır. Türkiye ve İran ahlaki bir emir olan başörtüsünü hukuksal bir norma dönüştürerek bunu bir sorun haline getirmişlerdir.

İslam’da “iyiliği emretmek, kötülükten neyh etmek” önemli bir ilkedir. Başörtüsüyle ilgili olarak bu ilke ne anlama gelmektedir? Eğer iyiliği emretme ve kötülükten sakındırma işini devletin bir görevi haline getirirseniz -ki İran bunu yapmıştır- o zaman bu işi yapmak için de bir ahlak polisi ihdas etmek gerekli hale gelmektedir. Eğer İran bu protestoların etkisiyle konuyu yeniden düşünür ve başörtüsü meselesini bir hukuksal ve siyasal iş olmaktan çıkarıp sivil-toplumsal alana bırakırsa sorunu çözmüş olacaktır. Burada inisiyatif sadece iktidara değil, ulema ve aydınlara da bağlıdır.   

Türkiye’deki başörtüsünü terk etme eylemi, zaten sivil bir alana bırakılmış olan bir davranışın sivil bir olay olarak kendini gösteriyor olmasıdır. Başörtüsünü açanların argümanlarına dayalı olarak bir çözüm bulmak gerekiyor. Bu konu üzerinde gelecek hafta devam etmek istiyoruz.

 

Kaynak: farklı bakış




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —