Bugünlerde iktidarın reform olarak tanımladığı, muhalefetin ise umutsuzca izlediği süreç; demokratik standartlar açısından zaten eksik ve yetersiz olan Başkanlık Sistemi’nin de gerisine düşülmüş olmasına karşı göstermelik bir çareyi ifade ediyor. Göstermelik çünkü, kalıcı ve sahici bir girişimden söz edilemiyor. Ne sistemin işleyişini mümkün kılmak ve ne de yetkili ağızlardan neredeyse kerpetenle sökülen cümlelerden anlaşıldığı kadarıyla yargı üzerindeki yükü kaldırabilecek bir reform tasarlanıyor. Daha açık ifadeyle iktidarın ne yetkilerinden taviz vermeye niyeti ne de bir yumuşuma havası yaratıp muhalif seslerin cüret kazanmasına tahammülü var.
Başkanlık Sistemi’nin problemli olduğu aşikardır ve bu yüzden çok erken dönemde revizyon talepleri bizatihi iktidar kanadından yükselmişti. Nitekim, bu modelle iktidar ilk kez büyük belediyeleri kaybetti. Bu sonuç, yeni sistemin iktidar için arzettiği tehlikenin alarm sesiydi. Ki, bugünlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, kendisine gereken oy için çok erken vadede Saadet Partisi’ni kazanmaya çalışmak zorunda olması da bu alarmın daha yüksek ses çıkarmaya başlamasındandır. Sistemin iktidar için taşıdığı riskler öngörülemez değildi; öngörülmüş ve hatırlatılmıştı lakin bu ikazlar yerine MHP’nin altın tepsi içinde sunduğu sınırsız/sorumsuz yetki modeli daha cazip geldi. Şimdi o cazibenin kaçınılmaz faturası için sıkıcı ve yorucu bir mesai başlamış görünüyor.
Gayet tabii ki iktidarın ve bizatihi Erdoğan’ın sıkıntısı meselenin öncelikli yönü değildir. Öncelik, Başkanlık Sistemi’nin sorun çözemez ve hatta sorun üreten pratiğidir. Yeni sistemde geçen iki yılı aşkın sürede işsizlik artmış, Türk Lirası tarihte olmadığı kadar değersizleşmiş, enflasyon patlamış ve net yabancı yatırım miktarı eksiye düşmüştür. Ülke ya kur farkına çalışmak ya da yüksek faiz ödemekten başka çıkışı olmayan bir ekonomik modelsizliğe mahkum olmuştur.
Yine bu süre zarfında hukuk, eğitim, basın özgürlüğü, yargıya güven, üniversitelerin saygınlığı gibi alanların tamamında geriye gidiş durdurulamamaktadır.
Türkiye’nin bu dönemde kamu eliyle ürettiği ve yayınladığı hemen hemen bütün rakam ve istatistikler de güvenilmez hale gelmiştir.
Bölgede ve dünyada iyi ilişki kurulabilen ülkelerin sayısı bir elin parmaklarının altına inmiştir. Kötü ilişkiler listesi kabardıkça kabarmıştır.
İlaveten toplumdaki gerilim, kutuplaşma ve bilhassa umutsuzluk ileri düzeye taşınmıştır.
Başkanlık modelinin tabiatındaki geniş yetkiler ve Erdoğan’ın tabiatındaki sınırsız yetki kullanımı duygusu, ülkeyi gerçekte yürümeyen ve sorun çözemeyen bir modele kilitlemiştir. Sadece geleneksel sorun alanları değil, Kovid salgını gibi beklenmedik şekilde ortaya çıkan problemler bile başlangıçta iyi yönetilebilirken, sistemin malum tabiatı nedeniyle zaman içinde güvenilirliği azalan bir hikayeye dönüşmüştür.
Öte yandan, Türkiye sadece bugünü yitirmemekte, işler yolunda gidecek olsaydı küresel rekabet ve fırsatlardan elde edeceği imkan ve avantajları da kaybetmektedir. Fırsat maliyeti tarif edilemez boyuttadır.
Mesele böyle olduğu için, cimri değişim girişimleri, var gibi yapılıp aslında yok hükmünde olan reform kağıtları Türkiye için bir anlam ifade etmemektedir.
Bilelim ki hastalığı kabul etmeden tedavi olmaz, ülkenin mukadderatı da göstermelik hamlelere ve şansa bırakılamaz.