CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ‘‘Türkiye’de bir ilk’’ demiş, ama maalesef görevini yerine getirmenin önüne geçilmesi için basına konulan yasaklar ülkemizde ilk kez uygulanmıyor.
‘‘Tarihte ilk’’ denilen, Cumhuriyet bayramı kutlamaları içerisinde devlet erkanının Anıtkabir’i ziyareti sırasında, bazı medya kuruluşlarının olayı izlemesine müsaade edilmemesi…
FOX-TV, Cumhuriyet gazetesi ve ANKA haber ajansı muhabirlerine dün uygulanmış bu kısıtlama.
Yalnız ülkemizde değil, bizimkine benzer yönetim anlayışına sahip başka ülkelerde de basın-iktidar ilişkileri sorunludur.
Aslında iki meslek insanının -siyasetçi ile basın mensubunun- birbirlerine bakışından kaynaklanan bir çelişkinin dışa vurması sayabiliriz bu durumu. Siyasetçi genel anlamda gazeteciyi sevmez; basın mensubu olanlar da, yine genellikle, kendilerine özel sebeplerle, siyasetçilerden fazla hoşlanmazlar.
Siyaset-medya ilişkileri müsamaha zemininde kurulur.
En hoşgörülü siyaset adamlarından sayılabilecek Turgut Özal’ın kendisine yönelik eleştirilerinden hiç hoşlanmadığı meslektaşlar olduğunu biliyorum. Bir sohbetimizde, ülke ekonomisine yeni bir hız kazandıracağını umduğu görüşlerini paylaşmak için İzmir’de bir konuşma yapacağından söz etmiş, bizleri de çağıracağını özellikle vurgulamıştı.
‘‘Bizler kim?’’ soruma da dönemin önemli bazı yazarlarını çağırmayacağı cevabını vermişti.
Etkiledim mi, bilmiyorum, ama konuşmasını izlemek için İzmir Ticaret Odası’nın Hilton Otel’deki toplantısına gittiğimde, özel sohbette ‘sakıncalı’ gördüğünü öğrendiğim isimlerin de çağrılı olduğunu görmüştüm.
Ayırmadan herkes davet edilmişti o toplantıya… [İsmini sevmedikleri arasında zikrettiği bir başyazar da oradaydı ve toplantıyı en güzel ve övücü sözlerle yansıtan yazıyı da o yazdı.]
Mesut Yılmaz ve Süleyman Demirel de devr-i hükümetlerinin son zamanlarında, beni de sakıncalı gördükleri basın mensupları arasına katmışlardı.
Askerler uzun 28 Şubat günlerinde ‘akreditasyon’ uygulaması başlatmış, bazı yayın kuruluşlarını etkinliklerine kapatmışlardı. O döneme kadar her etkinliğine çağrıldığım, bazı dar kapsamlı yemekli davetlerine de çağrılı olarak katıldığım Genelkurmay, o dönemde bana da yasak uygulamıştı.
Hiç unutmadığım olaylardan biri şudur:
Genelkurmay’ın basınla ilişkilerini yürüten kadrodan biri, nasıl ve neden olmuşsa bir gün telefonla arayıp o günden sonraki bir basın gezisine çağrılacağımı bana duyurma ihtiyacı duymuştu.
Ancak o davet yine de gelmedi.
‘‘Türkiye deneme kabı gibidir, burada başlatılan uygulamalar bir süre sonra başka ülkelerde de gündeme gelir’’ tezimi doğrulayan gelişmelerden biri, ABD’de Donald Trump’ın da ‘ülke tarihinde ilk’ olarak ‘akreditasyon’ uygulaması başlatmasıdır.
CNN’den hoşlanmazdı Trump, onun Beyaz Saray muhabiri Jim Acosta’nın ‘akreditasyonu’nu iptal edivermişti.
Jim Acosta’nın basın toplantılarında kendisine yönelttiği sorulardan hoşlanmamıştı çünkü.
[Trump’ın bu girişimine bütün medya isyan etti ve Acosta’nın akreditasyonu iade edildi.]
Başkanlığının son demlerinde, Trump, kendisini kendisinden fazla beğenen bir-iki kuruluş dışındaki medyayı ‘düşman’ bellemiş, verdikleri haberler ve yaptıkları yorumları ‘iğrenç’ bulduğunu söylemekten geri durmamıştı.
‘Fake news’ (çakma haber) kavramı dünya basın literatürüne Trump’la girdi.
Trump’ın son döneminde iyice belirginleşen medya ile çatışma eğilimi, medyanın dilinin de ona karşı sivrilmesine yol açtı.
Washington Post ve New York Times gibi gazeteler ile CNN kanalında Trump’a ve yönetimine yönelik en aşırı eleştiriler ‘‘Amerika’da ilk’’ olarak tanımlanmayı hak ediyor.
Müsamaha ortadan kalktığında, iki taraf için de zehirli bir ortam doğuyor.
Anıtkabir ziyaretinin bazı medya kuruluşları mensuplarına kapatılması ile ne hedefleniyor olabilir?
Hedeflenen, onların ziyareti haberleştirememeleri ise bunun gerçekleşmediği ortada. FOX-TV ve Cumhuriyet gazetesi ziyareti uzaktan da olsa haberleştirebildikleri gibi, abonesi oldukları haber ajanslarından da yararlanabildiler.
Günümüz dünyası bu tür yasakçı tutumlar için fazla elverişli değil. Herkes her şeyi her zaman ve bütün açıklığıyla öğrenebiliyor bugün. Yasaklamalar sadece yasaklayanı zor durumda bırakmaya yarıyor.
Acaba hedef bu yasaklamanın duyurulması mıydı?
Buysa hedef, kim/ler/in bu duyurmadan etkilenmesi düşünüldü?
İktidarın iki ortağının tabanlarının mı?
Onların bu yapılanı ‘‘Aman ne güzel’’ diye alkışlayacaklarını sanmam.
Ancak Türkiye’nin ilişkilerini düzeltmeyi, daha ileriye götürmeyi özellikle istediği ‘dış mihraklar’ yayın kuruluşlarına karşı girişilen bu yasaklayıcı tavrı not etmişlerdir.
Not etmeleri de gerekmiyor zaten, görevi bütün dünyada basın özgürlüğü ihlallerini takip eden bağımsız kurumlar aynı işi yapıyor. Onların her yıl yayınladıkları raporlarda, Türkiye, birlikte görünmeyi hiç arzulamayacağı bazı ülkelerle aynı ligte yer alıyor ve sıralamada her yıl biraz daha arkalara düşüyor.
Daha önceki yasaklamalar, akreditasyon uygulamaları, kısıtlamalar iktidarların işine yaradı mı?
Kendi hesabıma yaradığını söyleyemem.
Zamanında yaşanan ve yaşatılanları yazabiliyoruz.
Türkiye’de yazılıp söylenemeyenler yurtdışında yazılıp söylenebiliyor, bunun da önüne geçilse, yabancı medya ne güne duruyor…
Sağlıklı bir medya düzeni bu iktidar döneminde kurulur sanıyordum, olmadı, ama eminim bir gün mutlaka o düzene ulaşacağız.