Tarih: 04.09.2018 07:07

BANKACILIĞIMIZIN HİKÂYESİ: PATRON GECEYARISI NEDEN ÇILDIRDI?

Facebook Twitter Linked-in

04. 09. 2018 Salı

Şuyuu vukuundan beter hadiseler vardır. Ekonomi alanında en çok bankacılık konusunda buna rastlarız. Çünkü bankacılık bir toplumun ürettiği varlığın cisim halidir. Türkiye dünyada ilk 20 ekonomi arasındadır ama tüm Türk bankacılık sistemini toplasanız dünyada ilk 50 banka arasına zor gireriz. Sermaye birikimi sağlamak ancak derin bankacılık yapısı ile mümkündür.

Türkiye bu alandaki eksikliğini telafi etmek bir yana bankacılık sektörünü popülist söylem ve tavırlar ile yıpratarak gelişmekten alıkoymaktadır. Oysa ülkemizde bankacılık sektörü AKP iktidarınin ekonomik gelişme döneminde sistemin büyümesine çok önemli katkılar vermiştir. AKParti özellikle ?İnşaat ya Resulullah? denilen dönemi bankacılık sektörünün tam bir adanmışlık içinde rol alması ile geçirmiş, buna rağmen, her fırsat ve imkanda popülist söylem ve istikrardan uzak siyaset döngüsü sistemi zedelemiştir. Algı operasyonu ve halkın bilgi eksikliğinin bir karması olarak ortaya çıkan bu dengesiz yapı, bankacılık gibi pamuklara sarılıp saklanması gereken bir sektörü züccaciye dükkanına giren filin insafına terk etmiştir.

Gelin buna dair örnekleri alt alta sıralayalım :

AKPartinin çelişkili iktisat politikası kendini en çok bankacılık alanında kamunun iştahlı pazar hakimiyeti iddiasında göstermektedir. AKParti hemen hiç bir alanda kamusal üretim ve faaliyeti sürdürmezken, bankacılıkta bırakın özelleştirilmeyi ilave iki katılım bankası kurdu. Kamu bankacılığı belirli alanlara destek ve sübvanse sağlamak için kullanılabilir ama Türkiye´de kamu bankaları kamu çalışanına promosyon verip maaş anlaşması yapmaktadır. Kredi kartını, bireysel krediyi kamu bankaları eliyle vermenin hangi toplumsal faydaya hizmet ettiği belirsizdir. Üstelik kamu bunu sektörde kendine sağladığı avantajlar ile haksız rekabet ortamında yapmaktadır. Kamu hazinedarlığı gibi düzenlemeler kamu bankalarını rekabet açısından son derece avantajlı bir konuma taşırken, bunun ülke ekonomisini ve özellikle gelir eşitliğini sağlayacak alanlarda kullanımı tercih edilmemektedir. Bu konuda en kötü örneklerden biri de batık bir AVM projesinin özel bir bankadan kamu bankasına aktarılmasında vücut bulmaktadır.

Bankacılık alanında yasaklanan örneğin kredi kartı ile cep telefonu satışı Telkoculara serbest bırakılmış, bankaların kredi sistemleri ile kurduğu altyapıları heba edecek şekilde bu ticaret bir kesime adreslenmiştir. Bu tercih piyasaya doğrudan müdahale anlamına gelmesine ilave olarak, bankacılık alanında ?know-how? ile yaratılan kredilendirme mekanizmasının dışlanmasını da ifade etmektedir.

Bankalara 10-15 sene önce aldıkları komisyonlar geriye dönük ödetilmiş adeta 15 sene önce içtiğiniz çorbanın; içinde kullanılan soğan yağ ve salçayı hesaplayıp siz fazla hesap aldınız demeye benzer biçimde geriye dönük hesap çıkarılmıştır. Bu komisyonların bireysel bütçelere katkısı son derece sınırlı iken toplu olarak bünyesinden çıktığı bankalara verdiği kayıp azami düzeyde olmuştur. Geriye dönük çıkarılan hesabın hakkaniyet içermemesi bir yana sadece asli olarak bankalara kamuoyunda popülerlik yaratma kaygısı taşıdığı aşikardır.

(Devlet kural ve kaideleri konusunda bu denli hassas olsa sanırım son seçimden önce neredeyse tüm telefon abonelerine kişisel verilerin korunması kanununu ihlal ederek sms yollayan siyasetçilere ceza kesilirdi.)

Tüm dünyada ve Türkiye´de yasak olduğu bilinen uluslararası parasal işlemlerin, riskler göz önüne alınarak, bir kamu bankasına yaptırıldığı iddiasına muhatap hale gelindiğini de unutmayalım.

Gezi olaylarının civcivli günlerinde gittikçe kaotikleşen süreçler içinde unutulmayan ifadelerden biri de #Bankalarda benim param yok# ifadesi olmuştu. Bu ifade ile ortaya konulan duruş bankalardaki kolektif sermaye birikimini aşağılayan tavır her zaman takip eden süreçler için endişe verici ve umut kırıcı olmuştu.

Son yaşanan ekonomik krizde dahi kurun inişleri ile yürütülen ?kriz bitti? algı operasyonu banka sermayelerini ve bankalarla iş yapan firmaları eriten faiz yükselmesini yokmuş gibi görmekte. Oysa kur artışından öte varlıkları eriten faiz artışı üzerinde konuşulması gerekmektedir. Kur yüksekliği öyle ya da böyle tolere edilir ancak faizin verdiği tahribat telafisi imkansız yaralar açmaktadır.

Bindiği Dalı Kesmek?
[Bütün bu altyapı üzerine geçtiğimiz Cuma gecesi geç vakitlerde yine bir kamu bankasının (Halkbank) maddi bir hata ile oluştuğu aşikar bir sistem hatası yaraya tuz biber oldu. Bankacılık hakkında en asgari bilgi sahibi olan bir kişinin bile, teknik bir hata olduğunu tespit ve teyit edeceği konu adeta bilinçli bir olay gibi ifade edildi. Allah yapısı olmayan sistemler her zaman hataya açıktır. Bazen bankamatikler fazla para verir vs. Ama sorun maddi hatadan ziyade yukarıda zikredilen yapısal vaziyet. Türkiye´de sistem o kadar müdahaleye maruz kaldı ve yapılan herşey işleri kötüye taşıdı ki, kimsede anlayış ve hoşgörü kalmadı. Bütün bu bozulan algının telafisi ancak yapılan hataların tespit ve düzeltilmesi ile olası. Bunun ise tek bir muhatabı var, o da siyasi iktidar.]

Bankalarda neredeyse 365 gün murakıp bulunur. Banka bilançoları bu ülkedeki en şeffaf ve açık dökümanlardır. Bir banka faaliyetinin belki de üçte birini denetime harcar. Bankalar hakkında alel usul ileri geri konuşulması herşeyden önce bu ülkede emeğe hakarettir.

Bir ülke bankaları ve bankacılık sistemi kadar varlığa haizdir. Bankaları yıpratmak bindiği dalı kesmek demektir. Bindiği dalı kesmeye yeltenen başına gelene katlanmak zorundadır.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —