Arkadaşlar “Yol ne kadar sürer?” diye sorduğunda, “Sınırda hiç oyalanmazsak 6-7 saati geçmez. Ama malum, bugünlerde siyasî gerginlik var, sürprizler de olabilir” demiştim. Çok şükür ki olmadı. Tahminlerimizin aksine, İpsala’da hiç oyalanmadan Rumeli’ne adımımızı attık. Sabah namazından hemen sonra İstanbul’dan yola çıkmıştık, Selânik’e ulaştığımızda saatlerimiz 13.30’u gösteriyordu.
Tarihî kaynakların verdiği bilgiye göre, Selânik, ismini Makedonyalı Büyük İskender’in kız kardeşi Thessalonike’den almış. Bakışlarımızı denize doğru dikip uzakları hayal edince, karşı yakada, Akdeniz’in güney kıyısında İskenderiye var. Orası da adını kurucusu Büyük İskender’e borçlu. Tıpkı bizim İskenderun gibi. Öyküleri birbiriyle bağlantılı üç güzel şehir, aynı suya bakıyor bugün. Sakinleri aradaki irtibatların farkında mıdır, bilinmez…
Selânik, Sultan II. Murad döneminde, uzun ve zorlu bir kuşatmanın sonucunda Osmanlı hâkimiyeti altına girmiş (1430). Sonrasında, savaşta harabeye dönen şehrin imar çalışmalarına girişilmiş, çok sayıda cami, medrese ve imaret inşa edilmiş. Bir yandan da şehre Müslüman iskânına başlanmış. Buna rağmen, fethi takip eden yıllar boyunca Hristiyanlar hâlâ Selânik’te ciddi bir nüfusa sahip olmayı sürdürmüşler. Şehrin demografik dengelerindeki ani ve sürpriz değişim, 1492’den itibaren gerçekleşmiş: İspanya’dan sürgün edilen Yahudiler (“Seferadlar”), Sultan II. Bâyezid’in fermanı ve müsaadesiyle Selânik’e yerleşmeye başlayınca, kısa zaman içinde şehrin hâkim dokusu Yahudileşmiş. Ticaret, zanaat, mimarî, edebiyat ve diğer birçok dalda Selânik’in gündemini Yahudiler belirler olmuş. 1800’lü yıllarda şehre yolu düşen seyyahların dilden dile aktardığı tanım da şöhrete kavuşmuş böylece: “Balkanların Kudüs’ü”. Hatta İsrail’in müstakbel başbakanı David Ben-Gurion’un yolu 1910’da Selânik’e düştüğünde Yahudi kültürünün hâkimiyeti karşısında büyük bir şok geçirdiği ve şehre bu yönüyle hayran kaldığı anlatılır. Ancak Ben-Gurion’a “Aşkenaz” (Doğu Avrupa) Yahudisi olduğunu “çaktırmaması” da fısıldanmıştır. Zira Selânik Yahudileri, Seferad geleneğin dışındaki bütün Yahudi kollarını “sapkın” olarak nitelendirmektedir. Şehirde Ladino (İbranicenin İspanyol lehçesi) çok yaygındır, Yahudi seçkinler ise Fransızcayı da kullanmaktadır.
Selânik’teki ilk durağımız, meşhur Yahudi sanayici aile Allatiniler için İtalyan mimar Vitaliano Poselli tarafından 1898’de inşa edilen Allatini Köşkü oldu. Sultan II. Abdülhamid, 27 Nisan 1909’da tahttan indirildikten sonra Selânik’e sürgün edilmiş ve 1912’ye kadar son derece zor şartlar altında Allatini Köşkü’nde ev hapsinde tutulmuştu. Sultan’a hal’ini bildirmek üzere seçilen heyette yer alan Yahudi Emmanuel Karasu’nun, 1492 sürgünüyle Selânik’e yerleşen bir aileye mensup oluşu, ibretlik bir hikâyedir.
Allatini Köşkü’nden kuzeye doğru devam ederek, 1902 tarihli Yeni Cami’ye ulaştık. Yine Vitaliano Poselli’nin imzasını taşıyan bu modern mimarî eseri yapı, Selânik Dönmeleri tarafından Sultan II. Abdülhamid’in şerefine inşa ettirilmiş. Sahte Yahudi Mesih Sabatay Sevi’nin takipçilerine “Dönmeler” dendiği malum. İlginç olansa, camiye dair bütün resmî tanıtım metinlerinde “Dönmeler” kelimesinin de açıktan kullanılması.
Bugünkü görünümünü Kanunî Sultan Süleyman döneminde kazanan Beyaz Kule’nin etrafındaki modern Selânik, 1917’deki korkunç yangında açılan geniş alana kurulmuş. Şehrin 1912’de Yunanlarca ele geçirilmesinin hemen ardından çıkan yangının “kastî” bir eylem olduğu, Müslümanlara ve Yahudilere ait tarihî mekânlar böylece yok edildikten sonra, “Helen” unsuru baskın yeni bir Selânik’in tesis edildiği, bugün artık çok yaygın bir kanaat. Yeni Selânik’in en büyük meydanı da zaten Aristo’nun adını taşıyor. Minareleri tıraşlanmış mahzun camiler, sergi salonlarına dönüştürülmüş imaretler, alışveriş merkezi olmuş hamamlar ve daha nice eserler de cabası…
Yazın hâlâ hüküm sürdüğü ıslak ve nemli şehirden yukarılara, Yunanların “Ano Poli” dedikleri Kale İçi’ne çıkınca, sokak aralarında İslâm mahallelerinin bütün izlerini yakalayabildik. Yol üzerinde, yaptırdığı çeşmenin Osmanlıca kitabesinde adı hâlâ okunan Nâmike Hanım’ın mezarı, şimdi kim bilir nerededir? Ancak hatırası bizi muhabbetle ve sükûnetle selamladı. O selamı coşkuyla ve duayla aldık.
Selânik fotoğraflarından birini sosyal medyada paylaşıp üzerine “Güzel Selânik” notunu düşmüştüm. Bir arkadaşım, “Selânik güzel olabilir mi?” sorusunu sormuş. Onu şöyle cevapladım: “Nerden baktığımıza bağlı. Benim için Selânik, Sultan II. Murad’ın emaneti…”