Türkiye Aile Meclisi, 25 Haziran´da Birleşmiş Milletler Kadın Birimi´nin "Değişen Dünyada Aile" başlığıyla kamuoyu ile paylaştığı ve "kadın için en tehlikeli yer evidir" şeklindeki skandal ifadenin kullanıldığı rapora düzenledikleri basın açıklamasıyla tepki gösterdi.
Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul şubesinde düzenlenen basın açıklamasına, Türkiye Aile Meclisi Başkanı Âdem Çevik, HÜDA PAR İstanbul İl Başkanı Erdal Elibüyük, Köklü Değişim Dergisi yazarlarından Mahmut Kar, Türkiye ULAŞ-İŞ Sendikası Başkanı Abdürrahim Barın, Aile Hakları Başkan Yardımcısı Mustafa Aslan ve Memur ve Emekli Sendikası Konfederasyonu Genel Başkan Yardımcısı Nail Sarıkaya katıldı.
Basın açıklamasını okuyan Türkiye Aile Meclisi Başkanı Âdem Çevik, "Birleşmiş Milletler Kadın Birimi tarafından yıllık olarak hazırlanan ve 2019 yılı başlığı, ´Değişen Dünyada Aile´ olan Dünya Kadın İlerleme Raporu geçtiğimiz salı günü yayımlandı. Araştırmalar sonucu yazıldığı iddia edilen raporda, kadınlar için en tehlikeli yerlerden birinin kendi evleri olduğu belirtildi. Bu rapora göre kadınların yüzde 60´ı kendi yakınları tarafından öldürülüyormuş. Birleşmiş Milletler Kadın Biriminin bu raporunu, 28-29 Haziran´da yapılacak, ana başlıklarından biri ´Kadının Güçlendirilmesi´ olan G20 Liderler Zirvesi´nin hemen arifesinde yayınlanması hasebiyle, egemenlere atılmış ´derin pas´ olarak değerlendiriyoruz." dedi.
"Egemenler bu zırvalar ile topluma yön vermeyi kafalarına koymuş görünüyor"
Darrel Huff´ın "İstatistik ve Yalan" eserinde "İyi ambalajlanmış bir istatistik, Hitler´in ´Büyük Yalan´ından daha etkilidir. Hem yanlış yöne götürür hem de sizi kimse suçlayamaz." dediğini aktaran Çevik, şöyle devam etti:
"Egemenler yine kocaman bir istatistikî yalan ile toplumları manipüle ediyor ve yönlendirmeye çalışıyorlar. Kadınların, olmadıkları mekânlarda, muhatap olmadıkları insanlardan zarar göremeyeceklerini gizleyen bu istatistik, iyi ambalajlanmış kocaman, manipülatif bir yalandan ibaret. Kadınların, ömürlerinin en büyük kısmını harcadıkları kendi evlerinde en çok öldürülüyor ya da yaralanıyor olmaları sanki bir tesadüfmüş ya da en çok tanıdıkları, en çok görüştükleri, beraber olup zaman geçirdikleri, insani ilişkileri paylaştıkları insanlardan zarar görüyor olmaları sanki bir rastlantıymış gibi sunan bu raporun mantığından hareket edersek; En çok hastalarla hastanelerde karşılaşıyoruz; hastaneler insanları hasta ediyor, kapatılmalıdır. En çok kanserliler, onkoloji doktorlarına gidenler arasından çıkıyor; onkoloji doktorları kanser ediyor, onkoloji yasaklanmalıdır. En çok, suçlu hâkimlerin önünde duranlar arasından çıkıyor; hâkimler suça özendiriyor, hâkimlik yasaklanmalıdır. En çok trafik kazasına yollarda rastlanıyor; kazaların sebebi yollar, yol yapımı yasaklanmalıdır. En çok düşen uçak, uçan uçaklar arasından çıkıyor, uçakların uçması yasaklanmalıdır. En çok gemi, denizlerde batıyor, gemilerin denize çıkması yasaklanmalıdır, gibi saçma sapan sonuçlara ulaşmak pekâlâ mümkün. Zira zırva tevil götürmüyor. Ancak egemenler bu zırvalar ile topluma yön vermeyi kafalarına koymuş görünüyorlar. "
Çevik, "Egemenler kadınlar için en tehlikeli yerin kendi evleri olduğunu söylerken onlara güvenli yer olarak nereyi işaret ediyorlar? Kadınlar, ´kendi evlerine´ gitmezlerse nereye gidecekler? Raporda bu konuda açık bir ifade yok. Ancak alternatifler de çok fazla değil: Eğer ekonomik imkânları geniş, zengin bir kadın iseniz yalnız yaşayabileceğiniz güvenlikli siteler, oteller, huzur ve bakım evleri hizmetinizdedir. Eğlence, turizm sektörü ve egemenlerin sahadaki lejyonerleri feminist örgütlerin söylemlerinin psikolojik avuntusu da hayatınızdaki boşlukları doldurmada imdadınıza yetişecektir. Ancak eğer fakir bir kadın iseniz seçeneğiniz daha da çoktur; iş yerleri, iş yeri lojmanları, toplu yaşam kampları, kadın sığınma evleri, arka sokaklar, köprü altları, umumhaneler, 40 yaşından sonra erkek ziyaretçisi kalmayan (?) kenar semtlerde dört tarafı yalnızlık duvarı ile örülmüş kiralık evler? Var mı başka bir teklifleri? Duydunuz mu başka bir önerilerini? ´Fransa´da sokağa düşen kadınların 3´te 1´i her gün tecavüze uğruyor, bedava seks işçisi olarak kullanılıyorlar´ gibi haberler onların umurlarında değil. ´En yakınlarınız; kocalarınız, babalarınız, oğullarınız size düşman! Evlenmeyin, yuva kurmayın, çocuk yapmayın! Ne olacağınız umurumuzda değil!´, demeye getiriyorlar." şeklinde konuştu.
"Bu proje, ´Ailesiz toplum´a geçiş hazırlığı olarak başlatılan projelerin devamı"
Bu projeyi, egemenlerin hala nüfuz edemediği mahrem alanlar var eden, kontrol edemedikleri nüfus artışına neden olan ´aile´nin bitirilmesi ve ´ailesiz toplum´a geçiş hazırlığı olarak başlatılan Toplumsal Cinsiyet Eşitliği, Queer Teori, İnsan Sonrası ve bunların uluslararası hukuki alt yapısı olan Cedaw ve İstanbul Sözleşmeleri gibi projelerin devamı olarak gördüklerini dile getiren Çevik, şöyle devam etti:
"NATO´dan İngiliz kraliyet ailesine, İngiliz Lezbiyenler Birliğinden Birleşmiş Milletlere, devasa holdinglerden spor kulüplerine, sanal medyadan akademik çevrelere kadar egemenlerin tüm unsurları ile yüklendikleri ´Ailesiz Toplum Projesi´ni: insana, insanlığa, ahlaka, erdeme, erkeğe, kadına, çocuğa, aileye açılmış bir savaş olarak görüyor ve bu savaşa karşı bir şuur, bir direniş ekseni inşa edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bunu beceremezsek gelecek, özellikle fakir, mazlum erkek, kadın ve çocuklar için çok daha zor olacak."
"Toplumu, sivil inisiyatif örgütlerini, partileri, hükümeti tepki vermeye ve önlem almaya çağırıyoruz"
Çevik, son olarak, "Toplumu, sivil inisiyatif örgütlerini, partileri, hükümeti ve devleti çok geç olmadan tepki vermeye ve önlem almaya çağırıyoruz. Bu, gelecek nesillere karşı borcumuzdur. Bu, sokaklara düşecek her kadın, erkek ve çocuğa karşı borcumuzdur. Bu, huzur evlerinde ölüme terk edilmiş yaşlılara karşı borcumuzdur. Bu, yalnızlık içinde depresyon hapı, uyuşturucu, alkol bağımlısı olacak her ferde karşı borcumuzdur. Bu, böyle bir hayata tahammül edemeyip intiharı seçeceklere karşı borcumuzdur. Bu, Allah´a verilemeyecek hesabımızdır." ifadelerini kullandı.
"Bu rapor aileye vurulacak son darbedir"
"BM kadın biriminin yayınlamış olduğu rapor içler acısıdır" diyen HÜDA PAR İstanbul İl Başkanı Erdal Elibüyük, "Dünyada savaş vb. sebeplerle en çok mağdur olanlar kadın ve çocuklardır. Irak, Suriye gibi birçok ülkede tecavüze uğrayan kadınlarla ilgili çalışma yapmak yerine bunun tam tersi çalışmalar yapılıyor. Aile kadınların en sağlam kalesidir. Bu kaleyi yıktığınızda bin bir türlü sorunla karşı karşıya olan kadınlar ile ilgili attığınız her bir adım aileyi yıkmanın başka yollarını açıyor. O yüzden bu raporu iyi niyetli görmüyoruz. Bu rapor aileye vurulacak son darbedir." şeklinde konuştu.
"Kadın dernekleri ve bakanlık, BM raporuna fazlasıyla katkı sundular"
"Bu durum bir sorundur ama bizim için değil, kapitalistler, batılılar için sorundur" diyen Köklü Değişim Dergisi yazarlarından Mahmut Kar ise, "Aile sorunu kadın ve erkek arasındaki aile içi meselelerin halledilmesi İslam tarihinde hiçbir zaman kronik sorun haline gelmemiştir. Ancak bu sorunu üreten kapitalistler çözüm olarak bize ailenin en önemli bireyi olan kadını evin dışına çıkarmakla sunuyor. Kapitalistler önce evin içerisine feminist düşünceyi soktular. Burada kadın ile erkek eşitliği meselesini tartıştırdılar. Sanki İslam kadını ikinci sınıf insanmış gibi gördüğünü düşündürerek kadını erkeğe karşı kışkırttılar. Bu tartışmalar sonrasında BM raporu, kadının yerinin ev olmadığını söylüyor. Maalesef Türkiye´de bu çalışmaları yapan bakanlıklar, kadın dernekleri feministlerden etkilenerek batılıların yaptığı bu çalışmaya fazlasıyla katkı sunduğunu söylemek istiyorum. Aslında bizim mücadele edeceğimiz nokta burası olmalıdır." dedi.
"İnancımızı öğrenip gerektiği gibi yaşarsak ortada sorun kalmaz"
İslam dünyasının çok farklı baskılar altıda olduğunu vurgulayan Türkiye ULAŞ-İŞ Sendikası Başkanı Abdürrahim Barın da "Aile ile ilgili saldırılarda gördüğümüz şu ki, doğruya yakın olan ambalajlar var. Fakat uygulamada çıkan sonuç ailenin yok edilmesine neden oluyor. Ülkemiz ve İslam âlemi şu anda çok yönlü saldırılar altında. Askeri, siyasi, ekonomik ve kültürel saldırılarla iş en can alıcı nokta olan aileye kadar gelmiştir. Eğer aile de çökerse işin en zor noktasına gelmiş oluruz." Diye konuştu.
Batılı araştırmacıların çokça İslam´ı hedef seçtiklerini aktaran Barın, "Bizim inancımız her soruya cevap veriyor. Biz inancımızı öğrenip gerektiği gibi yaşarsak ortada sorun kalmaz." diye konuştu.
"Bunun çözümü öncelikle Allah´ın adaletine inanmaktır"
Ailenin sığınağının yuvası olduğunu belirten Aile Hakları Başkan Yardımcısı Mustafa Aslan, ise şu ifadeleri kullandı:
"Bir ailenin sığınağı yuvasıdır. Siz bunu yıkmak için uğraşır ve uygulamanın doğru olduğunu iddia ederek gündeme getirirseniz artık yapacak bir şey kalmaz. Bunun ne Allah indinde ne kanun tarafında tutar yönü var. Kadına yaklaşmayacaksın! Diye konunlar çıkarmışlar. Kadının beyanı esas da erkeğin beyanı neden esas değildir. Erkek erkekle evlenirse özgürlük, kadın erkekle evlenirse özgürlük olmuyormuş. Kadına yaklaşmayacaksın deniliyor. Ben nerede ailemle bir araya geleceğim? Ailemle çocuklarımla evimde bir araya gelmeliyim. Feminist derneklerin yürüyüşlerine kimse tepki vermiyor. Maalesef ülkemiz bu hale geldi. Bunun çözümü öncelikle Allah´ın adaletine inanmaktır. Türkiye´deki kanunlarım maalesef aileyi yıkan yasalar. Ben 7 sene içinde hâkimin tedbirini çiğnedim diye katillerle hapis yattım."
"Dikkatli bir şekilde onlara karşı durmak gerekir"
Söz konusu soruna Müslümanların daha fazla eğilmesi gerektiğini hatırlatan Memur ve Emekli Sendikası Konfederasyonu (MESK) Genel Başkan Yardımcısı Nail Sarıkaya, "Bizim toplumumuzda aileyi yıkmaya yönelik çabalar inşallah karşılıksız bulmaz. Fakat emperyalist güçler, İslam´a kafayı takmış olanlar, Müslümanların sıkıntıya düşmesine aileyi parçalamakta buluyorlar. Bunun için saldırıyorlar. Bugün üzerinde durduğumuz raporu küçük şeylerle buraya kadar getirdiler. Toplumdaki gönüllü STK´lar bu hususa biraz daha fazla eğilmeleri gerekiyor. Dikkatli bir şekilde onlara karşı durmak gerekir. Evlilikler zorlaştırılıyor ve bunu başarmışlar. Bugün İslami bir toplumda maalesef evlilikler çok zorlaştırılmış durumda. Boşanma halinde erkek kendisine nafaka gibi sorumlulukların üzerine yük olacağını düşünerek evlilikten kaçıyor. Şiddet konuşulunca hep kadınların tarafından bakılıyor. Hâlbuki bu işi akademik olarak inceleyenlerin yorumlarına baktığımızda bunun böyle olmadığını görüyoruz. Kadınlar psikolojik şiddeti erkeklere oranla yüzde 90 daha fazla kullanıyorlar. Bunları güzelce masaya yatırmalıyız. Siyasi iradedeki kardeşlerimiz de gönüllü kuruluşların kendilerini yönlendirmelerini fırsat bilmelidirler." dedi.