Anlaşılan Bahçeli, Öcalan ve DEM Parti’nin aktör olduğu bir sahne kurmak istiyor. Sağdan istemezükçü girişimler başlarken Özgür Özel soldan eşit yurttaşlık/ortak egemenlik çıkışıyla el yükseltti: "Kürtlere devlet teklif ediyorum."
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yi anlamak zor, çok çok zor. İnsan kulaklarına inanamıyor. Umut hakkından bahsediyor mesela, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Öcalan davasında kullanması nedeniyle Türkiye’de bilinir hale gelen, sonra unutulan ve unutturulan bir hukuki terimden. Tecriti bırakın, insanları 25 yıldan fazla hapiste tutmayı zorlaştıran bir terimden. MHP’li ya da AK Partili olmayan birinin söylemeye girişmesi halinde başına hangi terör çorabının örüleceğini bilemeyeceği terimden. Dahası, “Öcalan’a tecritin kaldırılması”ndan bahsedenlerin aklından geçirmesinin bile zor olduğu, aklından geçirse dile getirmenin çok zor olduğu bir şey daha söylüyor: “(Öcalan) gelsin TBMM DEM Parti grup toplantısından konuşsun.”
‘GERÇEKÇİ OL, İMKANSIZI İSTE’
Konuşmanın tamamının “Kürt meselesi”yle bağlantılı iki yüzü var; bir yüzde gayet bildik MHP retoriği var öbür yüzde şaşırtıcı, inanılması çok güç, gerçekleşme koşulları mümkün görünmeyen çağrı ve öneriler manzumesi var; insanın aklına “gerçekçi ol imkansızı iste” duvar yazısı geliyor doğrusu. Gerçekleşme koşulları mümkün görünmeyen derken bunun önündeki en büyük engel bizzat Bahçeli ve yönettiği MHP ile ortak olduğu AK Parti ve onu yöneten Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan var, herkesin bildiği gibi. O halde? Gerçekleşmesini imkansızlaştıran talep ediyorsa, davet ediyorsa mümkün müdür? Risklerini almışlarsa elbette!
“Bildik” yüze kısaca değinelim önce: Milliyetçi bütün hitabet kalıplarını kullanarak çözüm filan yok, olmaz da diyor. Mesela, “Olması gerekir, altını doldurmak gerekir” minvalinde sözler eden Bülent Arınç’a (İrfan Aktan’a verdiği söyleşideki sözleri nedeniyle) sınır tanımayan güvenlikçi politika amiri olarak girişiyor. Sadece Arınç’a da değil, sürecin altı doldurulmalı, içi doldurulmalı, böyle lafla olmaz diyen herkese aynı tarifeyi uyguluyor. Bu yüze bakınca, özetle, “Herkes teslim olsun, sonrasına bakarız” türünden bir retorikten başka bir şey yokmuş gibi görünüyor.
ZAMANA ÖZEL VURGU
Konuşma bu öfkeli bölümlerin olduğu yere gelmeden önce, Tanpınar’dan bir alıntıyla süsleniyor, Aytmatov’la nutkun ince işçiliği devam ettiriliyor, Einstein ile seri tamamlanıyor, bu girizgah faslının ortak özelliği “zaman”a vurgu, zaten iç-dış tehditler, cephelerden bahsederken yine “kötü zaman”a vurgu var: "Tarihin, dönüm noktaları, keskin virajları, kritik eşikleri, geleceğe eklemlenmesi beklenen kırılgan bağlantı hatları vardır…"
Kürt meselesi “bin yıllık kardeşlik” retoriğiyle yer alıyor, sonra öyle bir mesele olmadığı söyleniyor, sonra “tek tek Kürt kardeşlerin sorunları” olabileceği kabulü ekleniyor. Bir de “ibra”dan bahsediyor ki sırf belagat güçlü görünsün diye mi yoksa bir tür helalleşmeden mi söz ediyor çıkarmak kolay değil. Şu söze bakarsak pek değil: "Türkiye Cumhuriyeti devleti asimilasyon politikasına hiçbir zaman teşne olmamış, tenezzül etmemiş, prim vermemiştir."
BİR EŞİK OLARAK BAHÇELİ’NİN SÖZÜ
Zaman vurgusu dedik, en vurgulu zaman bizzat Bahçeli’nin konuştuğu an, bir eşik olarak alıyor bunu, “belki bugünden sonra tarihin akışı daha farklı olacak”tır. Mutabakat ve muhassala, uzlaşma ve hasıla ya da fizik tabiriyle “bileşke” vektör, yani bir yüz tek taraflı bir nutuk, öbür yüz hep iki tarafı gerektiren terimler. Bahçeli’nin çok sevdiği Ötüken mitolojisine güncel bir atıf da içeriyor: Bir sıkışma, dağda ya da jeopolitik konumda mahsur kalma tehdidinden dem vuruyor sanki ve oradan yine bugüne geliyor:
“Ötüken’de demir dağları hürriyet hedefiyle eriten ecdadımız kadar diriyiz, dirençliyiz ve heyecanlıyız.”
Bu “heyecan” kendi sözlerinin yol açması gereken heyecan, konuşmanın iki yüzü arasındaki geçiş cümlesi şu: “Bugün kitabın ortasından ve hiçbir yoruma ihtiyaç bırakmayacak netlikte konuşacağım.”
‘TEK SİLAHLI MÜCADELE TERÖRÜ BİTİRMEZ’
Elbette, “kolektif kimlik ve etnik temelde çözüme atıf”a hiç taraftar olamayacağını belirttikten sonra, “terörün büyük maliyeti”ni de vurgulayarak, bir “tecrübeler manzumesi”ne geçiyor: “Tek başına silahlı mücadelenin hemen hiçbir zaman terörü sona erdiremeyeceği gibi, terörün silahsız çözümü de asla yoktur”, çünkü: “Esasen hiçbir taviz, hiçbir geri adım teröristi doyurmayacak, tatmin etmeyecektir.”
GİZLİ SÜRPRİZ: ‘DEMOKRATİK ADIM’LAR VURGUSU
Bu tecrübenin dökümünde ağırlık, “taviz yok, gevşeme yok” minvalinde giderken, şöyle bir cümleyle “iki yüz” arasında yeni bir bağlantı kuruluyor: “Ancak silah ve şiddet karşısında toplumun boyun eğdiğini göstermek ne kadar yanlış ise, terörü yaratan ortamın iyileştirilmesi amacıyla demokratik adımları atmaktan imtina edilmesi o ölçüde hatalıdır.”
Devamında, demokratik reformlar, sosyal ve ekonomik düzenlemeler yapılması gerektiği, “Kürt kardeşlerimizle terör örgütü arasında hiçbir ortak taraf yoktur” cümlesiyle haklılaştırılarak dile getiriliyor ve “hüküm cümleleri”ne geçiliyor:
‘TBMM MECBURİ’
"Birinci hüküm cümlesi: TBMM’de her meselenin ele alınıp milli ve müşterek akılla çözümü mümkün ve hatta mecburidir.
Eğer terörsüz bir siyaset, terörsüz bir ülke, terörsüz bir gelecek hususunda herkes ittifak halindeyse o halde değil elimizi taşın altına koymaya, gövdemizi koymaya varız ve buradayız."
Ve bomba “hüküm cümlesi” geliyor, geçen hafta Öcalan’a yaptığı çağırıya değinerek şöyle diyor: "Teröristbaşı işin içinde olmazsa bir şey çıkmaz diyenlere de sesleniyorum: Şayet teröristbaşının tecridi kaldırılırsa, gelsin TBMM DEM Parti grup toplantısında konuşsun. Terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini haykırsın."
Buraya kadar, “teslim olsunlar” anlayışının bir tekrarı gibi ama devamı yargının hükmüne boyun eğsinler türü eski tamamlayıcı cümlelerden biriyle gelmiyor: "Bu dirayet ve kararlılığı gösterirse, 'umut hakkı'nın kullanımıyla ilgili yasal düzenlemenin yapılması ve bundan yararlanmasının önü de ardına kadar açılsın."
İKİ FAİL (DEMİRTAŞ VE KANDİL) DEVRE DIŞI MI?
Devamı da çok çarpıcı ama burada az duralım: Dirayet ve kararlılık diyor buna, yani “teslim olma”, “boyun eğme” gibi küçültücü ifadelerden kaçınıyor. Dahası, “umut hakkı”nı kabul ediyor, “önünün ardına kadar açılması”nı söylüyor.
Bir sonraki cümle ise sahneyi tamamlıyor, iki “fail”i tamamen devre dışı bırakarak: “Ne Kandil, ne de Edirne; adres İmralı’dan DEM’e uzansın, bu ağır ve tarihi terör sorunu ülke gündeminden tamamen çıkarılsın.”
Hodri medyan dedikten sonra, bunları “tam bağımsızlık ve ortak gelecek” için sineye çekmeye hazır olduğunu belirtiyor.
Özete gelirsek: Bahçeli önerileriyle sadece Öcalan ve DEM Parti’nin aktör olduğu bir sahne kuruyor. Öneriye eşlik eden dil, milliyetçi-devletçi bir dil ve bu dil, (“demokratik adımlar”dan, ekonomik, sosyal düzenlemelerden söz edilse bile, umut hakkının önünün açılmasından bahsedilse bile, hatta “Diyarbakır anneleri” ile dağda bulunan evlatlarının, yani halen PKK içinde bulunan kişilerin buluşturulması gibi bir öneriyi açıkça yapsa bile) muhataplarının kendisine nasıl ve niçin güveneceğine dair boyutlara gölge düşüren bir yan da içeriyor. Elbette, bu dilin aynı zamanda böyle olağanüstü bir süreç işletilecek olursa, toplumsal rızayı üretmek, milliyetçi-devletçi duyguları son sekiz yılda iyice yükseltilmiş kesimlerin olurunu elde etmek için gerekli ya da işlevli olacağı da düşünülebilir. Nitekim “sağdan” (evet, bu iktidarın bile sağı var, Zafer Partisi mesela) “istemezük”çü öfkeyi kabartma girişimleri gelmeye başladı bile.
DAHA ÇOK ŞAŞIRABİLİRİZ!
Kürt meselesinin tarihsel seyrinde, hem Osmanlı hem Cumhuriyet dönemleri itibarıyla “iyi niyetli” görünüşlü çağrıların, davetlerin vahim sonuçlarını düşünecek olursak, Bahçeli’nin sözel düzlemde gerçekten tarihsel önemde ve hayli ileri noktada görünen çıkışının “güven” sorununu nasıl aşacağını kestirmek zor; Seyit Rıza öyküsü hâlâ meseleyle ilgili herkesin aklında mesela.
İyimser bakmaya çalışacak olursak, “demokratik adımları atmaktan imtina edilmesi o ölçüde hatalı” cümlesinin anahtarlardan birini içerdiğini kabul edebiliriz, fakat iyimserlik ancak “aranarak” bulunacak bir şey olamaz, o adımların inandırıcı biçimde görülmesi gerekli sayılacaktır. Yine “Diyarbakır anneleri”yle dağdaki evlatlarının buluşması gibi pratikte gerçekleşmesi gene bir dizi hukuki ve siyasi karara bağlı cümleden de iyimserliğe dair bir ipucu yakalamak belki mümkün olabilir, ne var ki daha önceki benzer adımların (Habur vs) akıbeti hatırlanacak olursa o kararların aynı zamanda çeşitli komplikasyonları davet ettiğini söylemek gerekli.
Bekleyip göreceğiz, çok olağanüstü bir öneriyle karşı karşıyayız, devamı gelecekse doğası gereği olağanüstü hamlelerle gelecek ki Bahçeli’nin Özgür Özel’in seyahatini kısa bir değinmeyle küçümsemesi de olağanüstülüğün devam edeceğinin bir başka işareti.
SÜRPRİZ SÜRPİZ ÜSTÜNE
Her şey çok hızlı ilerliyor. Çok çok hızlı. Parlamentonun açılmasının ardından Bahçeli’nin DEM Partililere uzattığı el ile başlayan bu yeni “açılım” aslında silahların değil siyasetin konuşmasının ne kadar heyecan verici olabileceğini gösterecek bir noktaya geldi bugün itibarıyla.
Bahçeli’nin Abdullah Öcalan’ı TBMM’ye davet etmesine yanıt gecikmeden geldi, ama ırkçı-dışlayıcı sağ kanattan itiraz değil, soldan, yani sosyal demokrasi iddiasındaki ana muhalefet partisinden ve üstelik el yükselterek. Bahçeli’nin söylediklerini sıradan bir yurttaşı bırakın, başka bir siyasi söylese şimdi hapisteydi muhtemelen ama Özgür Özel bir adım daha ileri gitme arzusunda görünüyor, “El yükseltiyorum” diyerek el yükseltti: "Ben de Kürtlere devlet teklif ediyorum."
MECLİS’İN İÇİ, DIŞI VE ÖCALAN’IN MECLİS VURGUSU
Gerçi Özgür Özel, Bahçeli’nin “Meclis’i dışladığını” söylerken muhtemelen pek haklı değildi, sorunun en önemli muhatabının bizzat TBMM çatısı altında konuşmaya davet edilmesi dışlamaktan çok Meclis’i sürecin göbeğine yerleştirmek anlamına da gelebilir. İhtimalli yazıyorum, çünkü Özgür Özel’in talep ettiği şey içinde CHP’nin de yer alacağı bir parlamento masası:
"Devlet beyin bugünkü açıklaması Meclis'i dışlamaktadır. Ne yapılacaksa TBMM'de yapılmalıdır. Tam bir toplumsal mutabakat olmadan sonuç olmayacak. Bu iş çözülecekse bütün partilerinin içinde olduğu bir masada konuşulmalı."
Özgür bey devamında Bahçeli’nin girişiminin “Türkiye’nin sorununu” değil, “Erdoğan’ın sorununu” çözme amaçlı olduğunu söylese bile getirdiği teklif, yani içinde CHP dahil herkesin yer alacağı bir parlamento masası teklifi, Bahçeli ile görünmeyen bir “ortaklaşma”yı içeriyor: Bahçeli, Öcalan’ı Meclis’e davet ederken, Özgür Özel de 2013-15 çözüm süreci boyunca Öcalan’ın ısrarla vurguladığı parlamento tabanlı bir çalışma ya da çözüm grubu önerisini paylaşmış oluyor.
ÖZEL’İN SÜRPRİZİ: EGEMENLİK ORTAKLIĞI
Özel, Bahçeli’yi, “Görünen o ki kapalı kapılar ardında sözler alınıyor” ifadesiyle eleştirse bile, ihtirazi kayıtlar dile getirse bile geçen haftanın grup toplantısındaki “çözüme hazır” Özgür Özel’i sahneden indirmiyor: “Türkiye'de bir daha şehit gelmeyecekse, bir daha kan akmayacaksa, bir daha anaların gözünden yaş gelmeyecekse, askere silah doğrulmayacaksa… bunun için söylenen her söze CHP olarak kıymet veriyoruz. Biz CHP olarak terörün bitmesine tam destek vereceğiz.”
Hem mevcut girişime desteğe hazır olduğunu söylüyor Özel, hem de “daha iyi bir çözüm”e hazır olduğunu söylüyor: “Kürtlerin Anayasa'ya uygun sorunlarını çözmeden bir kişiye uygun çözümle bu sorunu çözemezsiniz. 86 milyonu barıştırmak için atılacak her adımı önemsiyoruz.”
Özel’in vurgusunun Bahçeli’den farkı, ileri gidiyor görünen yanı, eşitlik konusunda attığı adım. Bahçeli, Kürtleri “Türk milleti”nin bir parçası olarak tanımlarken, Özel açıkça anayasal eşitlik yani egemenlik ortaklığını öne çıkardı: “Devlet Bey el yükseltiyorum. Ben de Kürtlere devlet teklif ediyorum. Tüm Kürtleri Türkiye Cumhuriyeti devletinin sahibi yapalım. Tüm Kürt’lere demokrasi kardeşlik, teklif ediyorum.”
Bahçeli’nin “Ergenekon ateşi”ni çözüm yolu olarak gören çıkışına, Kürtleri “eşit ortak” değil, “içerde bir unsur”a çeviren çıkışan karşılık Özel, “Newroz ateşi”ni de dahil ettiği bir ortak egemenlik yanıtıyla el yükseltiyor Özel.
Newroz ateşini 2013’te Abdullah Öcalan yakmıştı, o süreç hedefe ulaşmadı; şimdi Bahçeli bu kez “Ergenekon ateşi”ni yakması için Öcalan’ı davet ediyor. Özgür özel ise iki ateşi birden yakalım dercesine, eşit ve ortak egemenlik çıkışıyla eli gerçekten yüksek bir yere koymuş oluyor.