Babacan ve DEVA’nın istikbali hakkında ‘iri’ bir iddia

Alper Görmüş'ün yazısı;

Babacan ve DEVA’nın istikbali hakkında ‘iri’ bir iddia

Sezgilerime dayanarak yine “iri” bir iddia öne sürmek istiyorum (neden “yine” dediğimi aşağıda izah edeceğim): Kanaatimce, Ali Babacan 1983’ün Özal’ı ya da 2002’nin Erdoğan’ı tarzında bir dip dalgasıyla yükselmeye başladı. Seçimler zamanında ya da partinin örgütlenmesine izin verecek kadar uzak bir tarihte yapılırsa Babacan ve DEVA’nın oyları şaşırtıcı yükseklikte olacak. Bu sonuç ortaya çıktığında ise seçimleri erkene almaması AK Parti’nin büyük hatalarından biri olarak kayıtlara geçecek.

 

 

         Alper Görmüş

Bazen, ortada tespit yapmaya imkân verecek kadar maddi olgu olmasa da sezgilerime dayanarak tahminlerde bulunmayı, iddia öne sürmeyi seviyorum. Doğrusu çoğunda isabet de kaydettim; nispeten önemsiz, minör birkaç örnek dışında hiç mahçup olmadım.

Bunlardan en “iri” ikisini burada kısaca hatırlatmak isterim.

Nisan 2014: “Hükümet-Ergenekon işbirliği muhtemel”: 2014 yılının Nisan ayına girildiğinde, hükümetin iktidar ortağı Gülen Cemaati’nin 17-25 Aralık’ta (2013) giriştiği operasyonun üzerinden henüz üç ay geçmişti. Aradan geçen sürede Başbakan Erdoğan ile Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti) 17-25 Aralık’a karşı gösterdikleri sert tepki, AK Parti ile iktidar ortağı arasındaki bağların bir daha birleşmeyecek şekilde koptuğunu açık bir biçimde göstermişti. AK Parti – Cemaat savaşının yaklaştığı belliydi. Fakat bu savaşta AK Parti’nin, mücadele ortağı olarak üç-beş yıl önce kendisini yerin dibine gömmek isteyen güçlerle işbirliği yapabileceğini öne sürmek, hiçbir olgusal temele dayanmayan bir iddiayı dillendirmek, “işkembeden atmak” gibi eleştirilere açık olmak anlamına gelirdi.

Benim Aljazeera Turk’teki “Cemaat ile hesaplaşmada hükümet-Ergenekon işbirliği muhtemel” başlıklı yazım işte o koşullarda, 14 Nisan 2014’te yayımlandı. http://www.aljazeera.com.tr/gorus/cemaat-ile-hesaplasmada-hukumet-ergenekon-isbirligi-muhtemel

Böyle bir işbirliğinin muhtemel olduğunu öne sürerken sıraladığım maddi olgular gerçekten de bu kadar “iri” bir iddiayı taşıyabilecek sağlamlıkta değildi. Bu olgular, darbe davalarından mahkûm olmuş birkaç hükümlünün suç duyurularının soruşturmaya dönüştürülmesinden ve bunların hükümete yakın gazetelerde haberleştirilmesinden ibaretti.

Yazı şu cümlelerle bitiyordu:

“Bütün bunlar, Cemaat’e karşı hükümetin başlatacağını söylediği mücadelenin önemli bir parçasının da Ergenekon sanıklarının lojistik desteği üzerinden yürüyebileceğini gösteriyor.

“Şimdilik bölük pörçük bir görüntü arz ettiği için kamuoyunun dikkatini çekmeyen gelişme yakın bir zamanda sistemli bir biçime bürünebilir ve bu fazla şaşırtıcı olmaz.”

Bu kadar zayıf bir argüman demetinden bu kadar güçlü bir iddia devşirmek hiç akıl kârı görünmüyordu o zaman, fakat dediğim gibi sezgilerime güvendim ve yazdım.

İzleyen yıllarda bu işbirliği gerçekten de “sistemli” hale geldiğinde ben doğal olarak şaşıranların en az şaşıranları arasında yer aldım.

Şubat 2015: “HDP’nin oyları şaşırtıcı yükseklikte olabilir”: 2015’in ocak ayında Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP), o tarihe kadar bağımsız adaylarla girdiği seçimlere bundan böyle parti olarak katılacağını açıklaması herkes için çok şaşırtıcı olmuştu. Çünkü partinin yüzde 10 barajını aşabilmesi ilk anda neredeyse imkânsız görünüyordu, zaten HDP de o tarihe kadar seçimlere bu endişe nedeniyle bağımsız adaylarla girmişti.

İşte bu nedenle bazı çevreler o günlerde hayli gözde olan bir komplo teorisini dolaşıma soktular. Buna göre, HDP seçimlere girecek, barajı aşamayıp hiç milletvekili çıkaramayacak ve böylece o milletvekillerinin tamamı Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti) hanesine yazılacaktı.

Komplo teorisini inandırıcı kılmak için de devamı şöyle getiriliyordu: Böylece  AK Parti tek başına Anayasa’yı değiştirecek bir çoğunluğa ulaşacak, o da seçimlerden sonra Kürt sorununu HDP’yi tatmin edecek şekilde çözmek için radikal adımlar atacaktı.

HDP’nin seçimlere parti olarak girmesini akıl dışı bulup ‘delirdi mi bu HDP yönetimi’ diyenler, partinin böyle bir kararı neye güvenerek aldığını bir türlü anlayamıyorlardı..

İşte ben o şaşkınlık günlerinde, Şubat 2015’te Al Jazeera Turk’te kaleme aldığım bir makalede şaşıracak bir şey olmadığını, HDP yönetiminin siyasi atmosferi ve duyguları çok iyi tahlil edip böyle bir karara vardığını, kararın doğru olduğunu ve HDP’nin bırakın barajı aşmasını, alacağı oylarla herkesi şaşırtacağını savundum. (“HDP’nin oyları şaşırtıcı yükseklikte olabilir”, Al Jazeera Turk, 10 Şubat 2015). http://www.aljazeera.com.tr/gorus/hdpnin-oylari-sasirtici-yukseklikte-olabilir

Yine önemli ölçüde sezgilerime dayanarak büyük bir iddiada bulunmuş ve yine kaybetmemiştim: 7 Haziran seçimlerinde HDP oyların yüzde 13.1’ini aldı, 80 milletvekili çıkardı ve Türkiye’nin üçüncü büyük partisi oldu.

Seçimler erkene alınmazsa DEVA oyları şaşırtıcı yükseklikte olacak

Bu, Demokrasi ve Atılım Partisi’nin (DEVA) fiili (resmi) kuruluşundan sonraki ilk “Babacan ve DEVA” yazım. Kuruluştan önce iki yazı kaleme almıştım: Bunlardan birincisinde Babacan’ın AK Parti’den istifa mektubundan, İkincisinde ise basına verdiği ilk söyleşisinden yola çıkarak bazı değerlendirmelerde bulunmuştum.

Aslında her iki yazıda da benim sezgilere dayanarak iddia öne sürme refleksimin izleri vardı; her iki yazıdan sonra aldığım “henüz çok erken değil mi?” eleştirileri de bunu gösteriyordu zaten.

İstifa mektubu genel olarak “ürkek”, “silik” bulunmuş, yeni kurulacak parti hakkında pek bir şey ifade etmeyen bir metin olarak değerlendirilmişti.

Fakat ben, evet sezgilerimi de işin içine katarak ve mektuptaki tek bir cümleye dayanarak, mektubun yeni partinin en temel siyasetini açığa vurduğunu söylüyordum: Şimdiki AK Parti’nin yaptığı gibi “büyük dava”lara değil, “küçük” toplumsal taleplere odaklanan bir parti.

Zaten yazının sonunda da bundan sonrasının dava siyasetiyle toplumsal talep odaklı siyasetin maçı şeklinde tezahür edeceğini söylüyordum.

Sonra parti kuruldu, programı açıklandı ve başta Babacan olmak üzere parti sözcülerinin konuşmaları geldi. Ben şahsen, o mektuptaki tek cümleden çıkardığım “erken” sonucun tümüyle doğrulandığını düşünüyorum bugün.

Karar’da Ahmet Taşgetiren ve Yıldıray Oğur’un sorularına verdiği cevaplar üzerine kurduğum ikinci yazıda da yine “bir söyleşiye dayanarak bu kadar iri sözler edilir mi” dedirtecek sonuçlara varıyordum.

Oysa “yine bir şey söylemeyen bir çıkış” olarak değerlendirilmişti o söyleşi de… Türkiye’nin somut iç ve dış toplumsal-politik sorunlarına çözüm yolları hakkında bir fikir vermiyordu, kurucular hakkında hiçbir şey söylemiyordu, falan…

Bense, tıpkı mektup gibi bu söyleşinin de kurulacak partinin tarzı, üslubu, karakteri hakkında çok şey söylediğini öne sürmüş, bunların neler olduğunu anlatmıştım.

Yazı şu cümlelerle bitiyordu:

“Peki tarzı, üslubu, karakteri böylesine farklı bir parti Türkiye gibi bir ülkede iş görür mü? Benim bu soruya cevabım ‘evet…’“

Aradan geçen zaman zarfında parti hakkında biraz daha bilgi edindik ve ben bu aşamada yine sezgilerime dayanarak bir iddiada daha bulunmak istiyorum:

Kanaatimce, Ali Babacan 1983’ün Özal’ı ya da 2002’nin Erdoğan’ı tarzında bir dip dalgasıyla yükselmeye başladı. Seçimler zamanında ya da partinin örgütlenmesine izin verecek kadar uzak bir tarihte yapılırsa Babacan ve DEVA’nın oyları şaşırtıcı yükseklikte olacak. Bu sonuç ortaya çıktığında ise seçimleri erkene almaması AK Parti’nin büyük hatalarından biri olarak kayıtlara geçecek.