Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan, iktidarın en yüksek koltuklarına oturmuş siyasetçiler olarak, muhalefet saflarına geçtiler. AK Parti içinde bir hareket başlattılar.
Ardından iki parti kuruldu. Bu partiler, AK Parti için en önemli tehdit olarak görülüyor. İktidarın değişmesi için, bu partiye oy vermiş seçmenlerin bir kısmının fikir değiştirmesi gerekir. Çünkü muhalefetin yüzde 50 oranını aşabilmesi, yüzde birlik, yüzde ikilik bir seçmen kitlesinin tavrına bağlı.
Bu tablo içinde baktığınız zaman iktidarın değişmesini istiyorsanız AK Parti içinde çıkan bu muhalefeti önemsemeniz, değer vermeniz gerekiyor. Bu çıkışı en azından anlamlı bulmanız gerekiyor.
AK Parti yönetimi ve taraftarı yazarlar, bu tehdidi görerek Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan’a karşı öfkeli tepkiler gösteriyorlar. Neredeyse baş düşman olarak görüyorlar. Onları anlamak mümkün.
Garip olan: İktidarın tam karşıtı yerden, en fanatik sayılabilecek muhalefet kesimleri içinden de bu isimlere yönelik olarak benzer şekilde aşırı katı tepkilerin gelmesi. Özellikle ulusalcı çevrelerin bir kesiminde bu isimlere karşı iktidar yanlıları gibi bir öfke görülüyor. “Gül Cumhurbaşkanı adayı olsa, gider Erdoğan’a oy veririm” diyen muhaliflerin, en katı AK Parti karşıtlarının olması ilginç.
Babacan, Gül ve Davutoğlu, muhafazakar dünyanın laik dünyayla barış içinde bir arada yaşamasını savunan etkili isimleri. Onlar, çağdaş Türkiye’nin bir uzlaşmayla demokrasiye kavuşabileceğine inanıyorlar. Muhafazakar toplumun, evrensel hukuku, çoğulculuğu, farklı olanı, ötekini anlamaya çalışan bir anlayışı içselleştirmesine gayret ediyorlar.
Türkiye’de kutuplaşmadan beslenenler, intikamcı siyaseti tercih edenler, işte böyle bir uzlaşma ihtimalini sevmiyorlar.
Çünkü çatışmadan besleniyorlar. Barışçı çözümü, siyasetin çoğulculaşmasını, demokrasiyi kendi varlıkları için tehlikeli görüyorlar.
Muhalefet içindeki bu eğilimin en çok iktidarın ilgisini çektiğini ve sempatisine mazhar olduğunu görüyoruz.
Garip ama gerçek…