Afrika Çalışmaları konusunda araştırmalar yapan Eda Hamdun’un konu il ilgili analizi…
Dünyanın en zengin ülkeleriyle en yoksul ülkeleri arasındaki gelir ve yaşam standartlarındaki farkın sebebi nedir? Daron Acemoğlu ve James A. Robinson, Ulusların Düşüşü kitabının önsüzünde bu soruya cevap aradıklarını yazarlar. Soruyu Afrika kıtası özelinde daraltacak olursak neden bugün pek çok Sahra altı ülkesi Batı’ya göre bu kadar yoksuldur? Afrika kıtası ülkelerinin yoksullukları ortadan kaldırılabilir mi?
Aslında tarih boyunca bütün toplumlar bir şekilde farklı boyutlarda gelişme yaşarlar. Bazılarının neden “geri kaldığı” sorusuna ise tarihçi Walter Rodney bugün azgelişmiş olarak tanımlanan ülkelerin diğerleri tarafından sömürüldüğünü ve azgelişmişliğin kapitalist, emperyalist ve kolonyalist sömürünün sonucu olduğunu belirtiyor.
Avrupalı bazı uzmanlar ise kendi ülkelerinin gelişmişliğini insanlarının doğuştan gelen üstünlüğüne, Afrika’nın geriliğinin sorumlusunu da Afrika ırkının geriliğine bağlıyorlar. Irkçı teorileri yoksulluğu açıklayamadığında bu sefer azgelişmişliğin sonuçları olan bazı olguları gösteriyorlar. Örneğin yolları yapacak kalifiye mühendislerin olmaması geri kalmanın sebebidir onlara göre. Yeterli mühendis olmayınca baraj sistemleri de inşa edilemez. Rodney bunun sebebinin Afrika ile “gelişmiş ülkelerin” ilişkilerinde bugün ve geçmişte yaşanan sömürüde saklı olduğunu vurguluyor. Sömürge dönemi Afrika’da yaklaşık 80 yıl sürdü. Kıtanın uzun tarihi ile kıyaslandığında bir insan ömrü kadar olan bu kısa dönem kıtada her şeyi keskin bir şekilde değiştirdi.
AFRİKA SÖMÜRGECİLİĞİNİN ÇIKIŞI VE MEŞRUİYETİ
Modern anlamda kolonyalizm daha güçlü olan bir ülkenin başka bir ülkeyi ve bölgeyi kontrol edip yönetmesi olarak tanımlanıyor. Sömürgeciliğin Türk Dil Kurumu tarafından tanımlanması ise “bir devletin; başka ulusları, devletleri, toplulukları, siyasal ve ekonomik egemenliği altına alarak yayılması veya yayılmayı istemesi, müstemlekecilik, kolonyalizm” şeklinde.
Kolonyalizm kelimesi sıklıkla sömürgecilik olarak kullanılıyor. Geçmişten günümüze dünyada farklı sömürgeleştirme hareketleri oldu. Romalıların, Türklerin ve Arapların yaptıkları fetih hareketleriyle (çoğu zaman kutsal savaş amacıyla yaptıkları fetihler) kendi halklarını yeni toprakların üzerine yerleştirme de zaman zaman sömürgeleştirme olarak görülse de bunlar Avrupalıların sömürgecilik hareketinden çok farklıydı. İki sömürgecilik dönemi arasındaki en önemli fark, örneğin Roma, egemenliğine aldığı diğer toplumlarla eşit ya da ekonomik, askeri ve teknik olarak daha az farklılıklara sahip olurken, Avrupalı devletler sömürge altına aldıkları toplumlardan teknik olarak çok daha ilerideydi. Sömüren ve sömürgeci iki toplum arasındaki fark ne kadar büyükse sonuçlar o kadar yıkıcı oldu.
Avrupalı devletlerin Afrika’yı bu kadar hızlı sömürgeleştirmelerinin sebebi doğuştan sahip olduklarını düşündükleri çeşitli “üstünlükleri” değildi elbette. Avrupa’nın ilerlemesinde buharlı gemi ve demiryolu gibi yeni ulaşım araçları ile telgraf, modern ateşli silahların icadı gibi büyük teknolojik gelişmelerin etkisi olmuştu. Afrikalılar bu makineli ateşli tüfeklere cevap veremediler. Ateşli silahlara erişimlerinin uzun bir süre sadece Avrupalılarda olması güç dengesinin Avrupalılar lehine bozulması demekti. Ateşli silahların Afrikalılara hem satışları hem de onlar tarafından üretilmesi yasaktı. Dolayısıyla 1800’ler iç Afrika’da talanın başladığı yıllar oldu. Sömürgeci devletler tüm modern ekipmanlarla daha önce gidemedikleri Afrika’nın içlerine kadar ilerlerken uygarlığı veya uygarlığın Avrupa versiyonunu getirme misyonu edindiklerini söyleyerek talanlarını meşru bir zemine oturtmaya çalıştılar. Sömürgecilerin hedefleri ekonomik sömürü olsa da bunu açıktan göstermek, burada para için varız demek yerine orada bulunuş sebeplerini kutsallaştırıyorlardı. Dünyanın geri kalmış ırklarına medeniyet götürme misyonu sömürüyü meşrulaştıran kılıflarıydı.
RAKİPLER ARASINDAKİ REKABET
19. yüzyılda sömürgecilik endüstriyel devrimin bir sonucuydu. Devletler ihracat yapmak için yarış halindeydiler. Fransa ve İngiltere gibi büyük güçlerin rekabetleri ve mücadeleleri ile 20. yüzyılın başına kadar birkaç ülke hariç bir çok ülke işgal edilmiş veya sömürge haline getirilmişti. Burada etkili olan husus Avrupalı devletlerin mümkün olan en geniş toprakları elde etmede bir yarış halinde olmalarıydı. Kim diğer rakibin ilerisindeydi? Kanada’nın işgalinde Fransız rotacı Samuel de Chamlain 1615’te Kral’a yazdığı mektupta “Eğer buraya biz yerleşmezsek Quebec’e ya İngilizler ya da Hollandalılar gelecektir” yazar. Kimseye ait olmayan topraklara atik bir şekilde diğerlerinden önce sahip olunmalıydı.
Avrupa sömürgeciliğini önceki dönemlerdeki hareketlerden ayıran sebeplere detaylı bakacak olursak sömürgeciliğin başta gelen sebebi ekonomikti. Ana ülkeye kaynak aktarımı yapmayı perdelemek için ise kullanılan kelime “medeniyet” idi. Dışı süslenerek sunulan medeniyet, Avrupa ülkelerinin dünyanın geri kalanındaki güçsüz devletleri medenileştirmek, demokratikleştirmek ve tabii ki özgürleştirmek için gittiklerini gösteriyordu. Avrupalılar kendilerinin, bilimin ve tekniğin ete kemiğe bürümüş halinin tezahürü olarak görüyorlardı. Egemenlikleri altına aldıkları halkları da bu bilgiyle ilerletebileceklerdi.
İngilizler üst ırk olduklarına dair inançlarıyla daha alt ırklara kendi bilgilerini aktarmaları gerektiğini ve bunun adeta beyaz adamın omzundaki bir yük olduğunu düşünüyorlardı. Fransız kültürünün Afrika kültüründen özü itibarıyla üstün olduğu iddia ediliyordu. Fransızlar yerlileri “çocuk” yerine koyarak onları aşağı görüyorlardı. Oysa kıtaya Avrupalılar bir “sistem” getirmeden önce, Afrika’da iyi bir yönetim olmadığını hatta bir kültür de olmadığını söyleyen yazarlara karşın Ganalı gazeteci J.E Casely Hayford “İngilizler halkımızla ilişkiye geçtiklerinde bile biz kendi kurumlarına sahip ve yönetimle ilgili kendi fikirlerimiz olan, gelişmiş bir halktık” diyor. Bütün üstünlük iddialarına rağmen beyaz adamın omuzlarına yüklenmiş medeniyet götürme misyonundan önce de kıtada bir uygarlık ve gelişmişlik vardı.
Afrika’daki açlığın sebebini Avrupa sömürgeciliğinin sebep olduğu ekonomik bağımlılık olarak görmeden, kıta insanının tembelliği ve ilkelliğinden kaynaklandığı şeklinde bir okuma yapılıyor. Yıllar sonra bile sömürge tarihine bakan bazı yazarlar sömürgeciliğin Afrika’ya etkisini değerlendirirken olumlu tarafların daha ağır bastığını iddia ederler. Bu meşrulaştırma çabasının bugün bile değişmediği görülüyor. Batılı burjuva yazarlar “Her şeyin iki yüzü vardır” diyor. Sömürüye ve baskıya karşın sömürgeci devletlerin, Afrikalıların faydası için yaptıkları çok şey olduğunu ve Afrika’yı Avrupalıların geliştirdiğini söylüyorlar. Rodney ise bu iddiayı tamamen reddediyor. Kıta yararına yapılan demiryolu, okul, hastane gibi hizmetlerin oranlarının düşük olduğunu, bunların madenleri ülkeden çıkarmak ve beyaz yerleşimcilere hizmet sunmak amacıyla yapıldığını anlatıyor.
Örneğin Portekiz Mozambik’teki “Medenileştirme Misyonu” kapsamında aradan geçen onlarca yılda tek bir doktor bile yetiştirilememişken sömürgecilerin sömürge devletlerine ne seviyede bir katkı sunduğunu sorgulamak gerekiyor. Kenya asıllı Ali Mazrui Afrikalılar kitabında “Son üç yüz yıldır Afrika Batı’nın sanayi uygarlığının oluşumuna büyük ölçüde katkı sağlamıştır” der. Ancak Afrika, sanayileşmesinde Batı’ya çok borçlu değildir. Kenya asıllı diğer bir yazar Ngugi Thiongo da “Son dört yüzyıldır Avrupa ve Batı Afrika’nın cehennemi, Afrika ise Batı’nın cenneti olmuştur” ifadelerini kullanır.
Tarih incelendiğinde Avrupa medeniyetinin diğer medeniyetlerden üstün olmadığı, Avrupa’nın modernleşip gelişmesinde, Asya Afrika ve Latin Amerika’nın geri kalmasına yol açan temel sürecin sömürgecilik olduğu görülüyor.