Ayna ayna söyle bana…

Mustafa Kaya, yaşanılan ekonomik sorunların, iktidarın ilk yıllarında “babalar gibi satarım”cı mantığa dayalı ve neredeyse devletin elinde bulunan ekonomik ağırlıklı kurumların satılması ile başladığını belirtiyor.

Ayna ayna söyle bana…

Ekonomik zorlukların ayyuka çıktığı bu dönemde herkesin odaklandığı soru nasıl olacak da bu kriz aşılacak sorusuna verilen karşılık 2000’li yılların başından itibaren devleti ekonomiden çekme üzerine kurulu olan mevcut sistem, bu iktidarın “babalar gibi satarız” cümlesiyle anlamını bulan bir özelleştirme furyasına teslim olmuştu. Özelleştirilecek elde bir şey kalmayınca da kurulan Varlık Fonu ile özelleştirmenin farklı bir mantığı hayata geçirilmişti. Devlet denetleme vazifesini neredeyse tamamen ikinci plana atınca bu sefer de piyasa isteyenin istediği gibi at koşturduğu bir boyut kazandı. Adı konulmamış tröstler oluştu ve piyasa onların insafına teslim edildi. Aynı zamanda temel gıda maddelerinde bile dışa bağımlı hale gelmiş olmak Türkiye’yi gıda da bile ithalat cennetine çevirdi. Ekonomi yönetimi süreci yöneten değil, idare eden bir hüviyete büründü. Türkiye bu zamana kadar aldığı borçları inşaat yatırımlarına ayırdığı için şimdi o yatırımlar vatandaşın sırtına binen birer yük halini aldı. Sakat bir mantıkla kurgulanan YAP-İŞLET-DEVRET uygulamaları bir taraftan müteahhitlere yeni iş alanları oluştururken, diğer taraftan bazı projeler ise insanlarımızın hayatını kolaylaştıran kamu yatırımları olmaktan ziyade, verilen garantiler nedeniyle birer yüke dönüştü.

Geçtiğimiz hafta İstanbul Gaziosmanpaşa’da ziyaret ettiğimiz bir semt pazarında esnaf, genelde çıkış noktası olan Antalya’dan, sıfır maliyetle çıksalar dahi yakıt parası ve otoyol-köprü geçiş ücretleri nedeniyle ürünler yine son tüketici için cazip olmaz diyerek fotoğrafın farklı bir boyutunu anlatmışlardı. Şimdilerde pazarlarda, marketlerde etiket kontrolü yapılıyor. Belediye zabıtaları, vergi denetim uzmanları her yeri dolaşarak etiketleri kontrol etmeye çalışıyorlar. Yani taşıma suyla değirmen döndürmeye çalışıyoruz. Bunca zamandır doğru işleyen bir sistem kurulamadığı için şimdi el yordamıyla sorunla mücadele yoluna gidiliyor. Devleti küçültme söylemiyle kurgulanan ekonomik model, devlet bürokrasisini etiketleri kontrol ettirecek kadar müdahil bir noktaya getirdi. Herkes aslında bu şekilde bir mücadelenin başarılı olmayacağının farkında. Yapısal sorunlar yüzünden bunların başımıza geldiği de herkesin malumu. Ekonomi yönetimi bu yolla yaşanan ekonomik problemlerin kendi aldıkları kararlar sonucu olmadığına dair bir algı oluşturmak istiyorsa, vatandaş nezdinde bunun tutmayacağını bilmeleri gerekir. Yerel seçimler öncesi kurulan tanzim mağazaları nasıl vatandaşta bir karşılık bulmadıysa, bütün bu çabaların da bir çare olmayacağı ortadadır. Şimdi başka şeyler yapılmalı.

Üretime dönük projeler söylemde değil, eylemde ortaya konulmalı. İnsanlar doğduğu yerde doyabilmeli. Planlı üretim modeli hayata geçirilmeli. Anadolu’nun bir yerinde üretilen bir sebze, meyve kazanç getirmediği için çiftçi tarafından tarladan kaldırılmaya gerek duyulmadığı halde, büyük şehirlerdeki tüketici aynı ürünü fahiş fiyatla satın almak zorunda kalıyorsa bunun en önemli nedeni plansızlıktır. Türkiye bütün bu zenginliğine rağmen bu kadar ekonomik problemler yaşıyorsa, bunun suçlusunu şurada burada aramak zaman kaybı olacaktır. Ülkeyi yönetenlerin yapması gereken tek anlamlı şey aynaya bakmak ve başkalarının eleştirileri rahatsızlık veriyorsa kendi kendilerine bunun sebeplerini sormak olmalıdır.