Geçtiğimiz günlerde HDP’den istifa eden Ayhan Bilgen’e yeni parti kuracak mısınız diye sordum. “Ben artık partilerin amaçsallaştığını, politikayı daralttığını, toplumu kutuplaştırdığını ve politikanın seviyesini düşürdüğünü düşünüyorum. Artık partilerin amca hizmet edip etmediklerini tartışmak zorunda olduğumuzu düşünüyorum.” cevabını verdi.
Sunuş
Herkesin siyasete girmek istediği bu dönemde siyasetten çekilmek erdemli bir davranış. HDP’de milletvekilliği, Kars Belediye Başkanlığı yapmış Ayhan Bilgen geçtiğimiz günlerde partisinden istifa etti. Öncesinde istifasının işaretini veren pek çok söyleşi vermiş, yazılar yazmış, açıklamalar yapmıştı. Neden istifa ettiğini sorduğumda, her partide olduğu gibi HDP’de de benzer işleyiş sorunları olduğunu ifade etti. Meselenin sorunların farkında olmak değil, gereğini yapmak olduğunu söyleyen Bilgen, bunun HDP’de yapılamadığını söyledi.
Bilgen, Kürt milliyetçiliği üzerinden siyaseti yanlış bulduğunu da ifade ederek HDP’nin 7 Haziran’a kadar başarılı olduğunu ancak seçim gecesinden itibaren durumun değiştiğine dikkat çekti. Bilgen, “7 Haziran 2015 seçimi gecesi biz bu başarıyı, bu projeyi bizim başarısız olmamızı isteyenlerin eline altın tepside sunduk.” dedi
Parti kurmayacağını da ifade eden ve helalleşme çağrısına destek verilmesini gerektiğini ifade eden Bilgen, HDP’nin mağduruiyetin bir kimliği, partiyi, örgütü sürekli dokunulmaz kılmayacağını da ifade etti.
Milletvekilliği ve belediye başkanlığı yaptığınız HDP’den istifa ettiniz. Neden?
Öncelikle şöyle başlayalım, HDP Türkiye’deki temel sorunlar konusunda farkındalığı en yüksek partidir. Ancak sorun şu ki, farkında olup da bunun gerektirdiği büyümeyi, genişlemeyi gerçekleştiremiyor.
Yani soruna nasıl çözülür diye tersinden bakmaya başladığınızda; onu kendi imkanlarınızla, bakışınızla değil, ilgili koşullardan hareketle çözmeye kalkarsanız çözüm değil çözümsüzlük önermiş olursunuz. HDP’nin temel sorunu da bu, çözme kapasitesini kullanma yerine verili koşullardan hareketle bir anlamda çözümsüzlüğü kalıcılaştırıyor.
Buna yol açan ne?
Buna engel olanın o genişlemeyi, büyümeyi, çözümü frenleyen alışkanlıklar olduğunu, ezberler, önyargılar olduğunu düşünüyorum. Yani olması gerekenle olan arasındaki makas sürekli açıldığı için hızlı müdahale edemiyoruz ve olana teslim oluyoruz.
Olan kendini dayatıyor, dolayısıyla olması gereken için kimse itiraz etmiyor. Bunun anlamı, biz genişlemeyelim, biz büyümeyelim, biz farklı kesimlere hitap ederek bu sorunlara daha etkin müdahale etmeyelim demektir. Herkes tersini söylüyor ama bunun gereğini yapmaya geldiğinde kimse adım atmıyor.
Buna yol açan sadece içerideki alışkanlıklar değil. Elbette bunda HDP’ye yönelik baskıların, HDP’nin kriminalize edilmesinin de payı var.
HER PARTİDE BENZER SORUNLAR VAR
Parti içinde bahsettiğiniz sorunlar sadece HDP’ye özgü mü?
Hayır, sadece HDP’ye özgü değil. Kabul edelim ki, Türkiye siyasetinde yaygın alışkanlıklar, birbirine benzeyen okuma biçimleri var. Yani örneğin tarihin bir dönemini “kutsayarak” dogmatik hale getirme onunla ilgili farklı bakış açısı geliştirmeyi de ortadan kaldırmış oluyor.
Türkiye’de farklı kesimlerin farklı “kutsalları” var. Siyasette konu bu kutsallara gelince tıkanıyor. Oysa ne siyaset ne de tarih böyle bir alan değil. Mesele o kutsalı yok saymak ya da onu ötekileştirmek değil ama onun gölgesinde kalmamak, ona sığınmamak; yani onu aşmak ve onunla yaşamayı öğrenmek. Birini ya da bir dönemi toptan yok sayarak siyaset yapamazsınız ama onların gölgesinde de yapamazsınız…
Kürt siyaseti hareketi için nasıl bir kutsallık söz konusu?
Özgün olarak Kürtlerin hem kendi tarih okumalarıyla ilgili hem de bugün yaşadıkları ayrımcılık dışlanma ve buradan çıkaracakları dil, kuracakları siyasetle ilgili ciddi handikap olduğunu düşünüyorum. Yani kitle psikolojisi olarak mağdurluk, ezilmişlik sendromlarından ne yazık ki çıkmıyor, çıkamıyor.
Bunu yadırgadığım için söylemiyorum. Bunu anlamak gerekir. Ama bunu anlarken buna teslim olmamak gerektiğini söylüyorum. Sadece mağduriyet ve bundan kaynaklı bir siyaset diliyle yeni bir kuruluş süreci inşa edemezsiniz. Burada kurucu özne olmaktan, cumhuriyetin kurucu öznesi olmayı değil, geleceğin kuruculuğundan bahsediyorum.
HEP MAĞDURİYETTEN BESLENEMEYİZ
Neyi başaramıyor Kürt siyasi hareketi?
Kürt siyaseti belki de siyasetini, dilini ve söylemini çok cesur biçimde sadece etnik kimlik üzerinden değil, demokratik toplum kavramı üzerinden kurmayı denemelidir. Ne yazık ki, bugün iddia bu olsa da bu dili içselleştirmeyen geniş bir kesim var.
İkisi birlikte yürüsün derseniz, yani bir taraftan insanlar hayatı klasik Kürt milliyetçiliği ile okusunlar ama bir taraftan da bizim demokratik toplum önerimize oy versinler beklentiniz sorunlu bir durum.
Neden?
Çünkü, her birinin ifade ettiği başka anlamlar farklı.
Açalım mı biraz, mesela Kürt milliyetçiliği derken…
Ben bunu kimsenin milliyetçiliğini sorgulamak için söylemiyorum. Ama o siyaseti, kimlik üzerinden, yalnızlık duygusundan beslenen, biz bize yeteriz, bizim başka dostumuz yok psikolojisi üzerine kuracaksanız bunun varacağı yer, varması gereken yer ulus-devlettir, Kürt ulus devletidir. Birbirimizi kandırmanın gereği yok.
Ama siz bir taraftan ulus-devlet paradigmasını masaya yatırıyorsanız, bunu tartışıyorsanız birlikte yaşamı kolaylaştıracak, eşitlikçi, özgürlükçü bir bakışı önce kendi mahallenizde gerçekleşmesine olanak vermeniz, onun yolunu açmanız, kutsalları reddetmeniz gerekiyor. Partinin görevi bu olmalı ve parti bunun okulu olmalı.
Sadece Türkiye’nin değil, Kürtlerin de bu düşünsel dönüşümü cesaretle yapmalı gerekiyor.
HERKESİN MİLLİYETÇİLİĞİNİ ANLAMAK DURUMUNDAYIZ
Yani…
Parti sözcüleriniz Kürt kimliğine saygı beklerken farklı kimliklere de saygılı bir dil kullanmalı. Ama hayır kitle bunu istiyor diyerek ya da kitleyi harekete geçirmenin yolu bu söylemi ön plana çıkartmak olursa bu faydacılıktır.
Siz bunu yaptığınız zaman bir Türk milliyetçisinin de bunu yapmasını yadırgamayacaksınız. Sonuçta Türk milliyetçiliği büyük ölçüde Balkanların, Kafkasların kaybedilmesinden hareketle Anadolu’yu da kaybederiz, bölünürüz korkusuna dayanıyor ki, bunu da anlamak zorundayız.
Bu açıdan Türk milliyetçiliğinin de sahici travmaları var ve Kürtlerin de bunu anlaması gerekiyor.
Yani bir kez daha herkesin farklı kimliğe saygı duymasına geliyoruz…
Elbette. Yok eğer herkesin hassasiyetleri var, o zaman kimse kendi tabusuna dokunmasın ama Türkiye güllük gülistanlık olsun beklentisi fantastik, romantik olur.
Eğer Türkiye gerçekten demokratikleşecekse hepimizin önce kendinden başlayan bir tartışma yapmasını gerektiriyor, bunu zorunlu kılıyor. Burada ciddi bir sosyal arayışa ihtiyacımız var.
7 HAZİRAN’DA ÜZERİMİZE DÜŞENİ YAPAMADIK
HDP nerede eksik kaldı?
7 Haziran 2015 seçimlerine giden süreç HDP gerçekten çok önemli şey yaptı ve kuruluş hedefini gerçekleştirdi. Ama seçim gecesi dahil olmak üzere sonrasında bizim üzerimize düşeni yapmadığımız, yeterince risk almadığımız, yeterince tartışmalar açmadığımız kanaatindeyim.
Sonuç olarak istifa ettiniz ve bunu da HDP dahil olmak üzere siyaseti eleştirerek yaptınız…
Hayat bir yerde düğmeye basıp durduracağımız serinkanlı oturup tartışacağınız, karar verip sonra yeniden ayağa kalkıp yürüyeceğiniz bir sahne değil. Siyaset de öyle. Siyasi mücadelelerde her an tartışmak, hem de en zor zamanlarda tartışmak bile tartışmak zorunludur. Belki de tartışma en çok gerilimin yükseldiği dönemlerde olmalıdır.
Bunu sadece HDP için değil tüm siyasi partiler için söylüyorum. Kriminalize edilirken HDP’yi eleştirmeyelim ya da iktidar kaybetme aşamasında muhalefeti eleştirmeyelim tavrı siyaseten doğru değil. Bu tür yaklaşımlar korunmak istenen partilere zarar verir. İktidar açısından da benzer bir şey söyleyebilirsiniz.
HDP için konuşacaksak, evet HDP iktidar tarafından kriminalize ediliyor, kuşatma altında vs. diyebilirsiniz ve bunların hepsi de doğrudur ama bu HDP’deki sorunları tartışabilmemize engel olmamalı. Bunları şimdi tartışmayalım pozisyonu partiye iyilik değildir. Bu açıdan HDP, olağanüstü hali hiç bitmeyen bir partidir. Tersine bu olağanüstü hali tartışmayla, konuşmayla kaldırabiliriz. Benim yapmak istediğim de oydu ama olmadı.
PARTİ KURMAK İÇİN İSTİFA ETMEDİM
Bugün Türkiye’de siyaseten derin bir kutuplaşma var. HDP’den istifanız kaçınılmaz olarak acaba Cumhur İttifakı’yla mı hareket edecek gibi bir soruyu akla getirecek. Böyle bir endişeniz var mı ya da daha açık sorayım parti mi kuracaksınız?
Siyasal partiyle siyaset ilişkisi ya da politika ile parti ilişkisi temelde bardakla çay ya da mektupla zarf ilişkisine benzetebiliriz. Sonuçta parti dediğiniz şey mektubunuzun topluma ulaşmasına, toplum tarafından okunduktan sonra seçim süreçleriyle iktidar olmanıza yarayan bir araçtır. Önce çayı demlemeli ya da mektubu yazmalısınız. Çay yoksa bardağa ihtiyaç olmaz. Ya da mektup yazılmamışsa zarfa ihtiyaç olmaz. Parti de böyle. Partiyi kurmak önce fikir, düşünce ve sorunlara çözüm önerilerinizin olması ve topluma anlatma ihtiyacınızın olması gerekir. Benim öyle hazır formüllerim yok.
Ben artık partilerin amaçsallaştığını, politikayı daralttığını, toplumu kutuplaştırdığını ve politikanın seviyesini düşürdüğünü düşünüyorum. Artık partilerin amca hizmet edip etmediklerini tartışmak zorunda olduğumuzu düşünüyorum. Evet daha iyisi henüz yok ama olduğu gibi kabullenmek de bence yaptığımız işe ihanettir
131. PARTİYE GEREK YOK
Öncelik parti değil…
Benim önceliğim toplumla konuşmak, toplumun kendisiyle konuşmasını sağlamak. Yani bizim mektubu yazmaya ihtiyacımız var, zarfa değil. Şu anda 130 tane parti yani zarf var, 131. olmaya ihtiyaç yok.
Türkiye’de parti kurmak kişisel kariyer ve kazanç elde etmek için en kestirme yol gibi. Partiyi kuralım, pazarlık masasında olalım mantığı. Bu kutuplaşmaya teslim olmamalıyız, bunu kabullenmemeliyiz. İki, siyasetteki bu çürümeyi yozlaşmayı kaçınılmaz görmemeliyiz. Bunu kabullenen, bunu olağan gören bir şey yapmamalıyız.
Bu ikisini aşabilecek bu ikisiyle ilgili mesafe alabilecek her araç değerlidir. Bence Türkiye’nin yeni bir fikre ihtiyacı var. Yatay bir tartışma platformuna. Parti kurmak gibi düşüncem yok.
Biraz geriye gittiğimizde 2005-2006’da benzer görüşteydiniz. Ama siyasete girdiniz, vekil oldunuz, belediye başkanı oldunuz. Ve 15-16 yıl sonra aynı noktaya mı geldiniz?
Az gittik, uz gittik, dere tepe düz gittik diyorsunuz. Ama ben her şeyden önce çok şey öğrendim. Bu benim için son derece önemli. İlkesel ihtiyaçlar ekseninde aynı yerdeyiz, hala ihtiyacı, boşluğu görüyoruz.
BELKİ DAHA ERKEN BIRAKMALIYDIM
Doldurulamayan boşluk…
Belki de doldurulamayacak. Benimkisi 2005’te başlayan ve 2007’de “Bin umut aday”lığı ile siyasal role dönüştü. Sonrasında siyasetten koptum yani günlük pratik siyasetten geri çekildim. Sivil alanda Demokratik Anayasa Hareketi çalışmasına katkı sunmaya çalıştım. Alternatif toplum, alternatif siyaset gibi dergi çalışmalarına yoğunlaştım.
2007-2010 arasında aktif siyasette yaşadığım pratik bende hayal kırıklığı oluşturdu. Kürt sorunu ile dayanışmaya evet ama buradan ülkenin temel meselelerinde çözümsüzlüğe götüreceği yanlışların aktörü olursak bizim de bir toplumsal sorumluluğumuz doğar diye düşündüm. O yüzden ara verdim.
Sonra…
HDP kurulurken bir kez daha döndüm. HDP paradigması bence doğruydu. Türkiye’nin demokratikleşmesiyle ve farklı toplumsal kesimlerin buluşmasıyla sorunun çözümüydü. Bu özeti tamamlayan kadınların katılımı ekoloji duyarlılığı gibi ayakları da dikkate alırsanız bu proje Türkiye siyasetine dönüştürülebilirdi. Sadece Kürt sorununun çözümünü değil Türkiye siyasetini demokratikleştirecek bir role sahip olmalıydı. HDP, bu büyük rolden kısa süre içinde çekildi. Birileri belki bundan korktu.
Kim/ler?
Türkiye siyasetinden birilerini kast ediyorum. Eğer demokratikleşecekse onu biz kimle kimin eliyle, ne zaman, nasıl yapacağımıza biz karar veririz iradesinden bahsediyorum. O irade Kürtlerin bu rolü oynamasını istemedi. Bozmak için hazırlıklarını yaptı ve başarılı da oldular.
BAŞARIYI ALTIN TEPSİDE SUNDUK
Nasıl?
7 Haziran 2015 seçimi gecesi biz bu başarıyı, bu projeyi bizim başarısız olmamızı isteyenlerin eline altın tepside sunduk. O gece yaşananları salt AKP ile koalisyona girip girmemek gibi algılayanlar son derece dar bir yorum yapıyorlar.
Orada mesele HDP’nin Türkiye siyasetinde karar alma süreçlerine ortak olmasıydı. Bu başka bir şeydir, yeni bir deneyim olacaktı. Aktörlerinden bağımsız olarak söylüyorum hangi partiyle olursa olsun sonuç başarısız olacak olsa bile; HDP o gece oyunun parçası olacak bir söylem, davranış gösterebilseydi her şey farklı olabilirdi. Bu geldiğim nokta o gece ve sonrasında yaşananlardan çıkan sonuçtur.
Bugün evet yeniden 2005 noktasındayız. Buna mesafe alamamış diyorsak öyle de diyebiliriz ama benim açımdan son derece öğretici bir süreç oldu. En azından nasıl olmadığını öğrendim. Nasıl olacağını birlikte öğreneceğiz.
Peki 7 Haziran gecesi ve sonrası için bir iç tartışma olmadı mı?
Tabii ki oldu. Hangi aktör ne dedi bunu açıklamak şık olmaz. Ama sonuç itibarıyla bu tartışma bir kurumsal dönüşüme evrilmedi. Bu sonuç, bu tartışmanın tarafları olarak hepimizin başarısız olması demektir.
KATILIM ÖRGÜLE SINIRLANMAMALIYDI
Sizin beklediğiniz sonuç neydi?
Toplumun farklı kesimleri ile buluşma HDP’nin en önemli hedefiydi. Eksik olan bunun bileşenlerle sınırlandırılması oldu. Artık bir yerde durdun daha fazla genişlemeyelim, zorlamayalım şartları dediğiniz anda artık kuruluş değil duraklama başlamış demektir. Hedef farklı toplumsal kesimlerin siyasete katılımını sağlamak. Farklı yerlerde örgütlenmiş geçmişte farklı mücadeleler vermiş çevrelerin siyasete katılımıdır ama aktif bir bireyin aktif yurttaşın sadece bileşenler üzerinden katılımına imkan veren bir mekanizma sorunludur. Bu çok açık bir şey.
Türkiye toplumunun büyük kısmı bu bileşenler tarafından örgütlenmiş olsaydı bu çok anlamlı olabilirdi. Ama Türkiye toplumunun büyük kısmı örgütsüz, örgütlerden kopan uzak duran insanlar var. 1980’in bize bıraktığı en temel miraslardan birisi bu. Dolayısıyla bu gerçekliği görüp bu toplumsal gerçekliğe kapı açacak formüller, karar alma süreçleri yönetim organlarını oluşturma sistemlerini konuşmalıydık. Biz nasıl örgütsüz çevrelerin de siyasete katılımını sağlarız tartışmasına odaklanmalıydık. Ama buna çok yeterince önem vermedik.
Neden böyle oldu?
Hatamız şu oldu; örgütsüz insan zaten a politik insandır sandık. Oysa tam tersine daha politik farkında ama bu insanlarla olmuyor diyen insanlara bir yol açmalıydık. Kapıyı aday adaylık süreçlerinde, parti kongrelerinde ya da parti tabanında açmalıydık. Yani onların çalışabileceği zeminler kurabilmeliydik.
ÜÇÜNCÜ FORMÜLÜ ÜRETEMEDİK
Tartışmanın tarafı hangi fikirlerdi?
Bir görüş işimize bakalım, mümkünse tartışmayı erteleyelim yaklaşımıydı. Bu bence yüzleşmeyi, özeleştiriyi, gelişmeyi, ilerlemeyi durduruyor. İlk pozisyonu savunanların yani sürecin tıkanıklığını görenlerin kenara çekilmesiydi, biraz öyle oldu. Yani ilerleyemeyeceğinizi düşündüğünüzde tecrübenizle, deneyiminizle ben bir kenara çekileyim zarar vermeyeyim duygusudur. Bu iyi niyetli gibi gözüküyor ama aslında kaçış içeriyor. Dolayısıyla bu ikisi dışında bir formül bulmalıydık.
Benim bugüne kadar belki de istifa etmememin nedenlerinden biri de buydu. Üç dört yıldır bir takım tartışmaları kurullarda muhataplarıyla yapmaya çalışıyordum. Bir yıldır açık tartışmalar yapmaya başladım. Tutuklanmadan önce bir iki söyleşide bunu yapmaya çalıştım. Cezaevinde de bunu yapmaya çalıştım. Çıktıktan sonra da hem partideki arkadaşlarla hem farklı siyasi partilerle bazılarının liderleriyle, bazılarının üst yöneticileriyle görüşerek neden siyasette bir arayışımız olduğunu, neye ihtiyaç olduğuna dair duygularımı önerilerimi paylaştım. Burada bu iki seçeneğin dışında formülleri ben olmasam da arkadaşlarımız olmasa da bence partiler gerçekleştirmek zorundalar.
Neden?
Bu yapılmazsa ortaya şu profil çıkacak; kişisel pozisyonunu korumak için risk almayan, tartışmalara taraf olmayan, böylece bir daha nasıl milletvekili olurum, belediye başkanı olurum, MYK’ya girerim duygusundaki insanlar olacak. Bunlar tüm partilerde var. Onlar durumun farkında, felaketi görüyor ama tartışmaya hedef olmamak ya da dışlanmamak için susmayı tercih ediyor.
İkincisi de aslında bu çürüme ile eş zamanlı ve birbirini tamamlayan şekilde ajitasyon diline, hamasete sığınan siyasetçiler. Kutuplaştıran, o öfkeli kitleyi, en fanatik tabanı motive edecek siyaset diline teslim olmak. Bu kolay kazanma yöntemi siyasette. Öfkeli kitleye tercüman olduğunuzda çok alkış alırsınız ama bu sorunların çözümüne katkı sunmaz. Ben bu iki kısır döngünün de şu anda siyaseti kuşattığını düşünüyorum. O yüzden bizim daha yapıcı uzlaşmacı bir dile, siyasete ihtiyacımız var.
HELALLEŞME DESTEKLENMELİ
CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun helalleşme çıkışı bu söylediklerinizde nereye oturuyor?
Helalleşme daha toplumsal psikoloji ile ilgili kavram. Toplumsal psikolojik bariyerlerin aşılması için önemli bir adım. Toplumdaki korkuları önyargıları öfkeleri ezberleri aşmaya dair bir cesur reflekstir. İçselleşmesi ve pratiğe yansıması çok daha önemli. Bunu iktidar da ortaya koysa muhalefet de koysa bence buna ihtiyacımız var.
Bunu hangi niyetle yaptı, oy için mi yaptı, hakkıyla yapabilecek mi? Elbette bunlar tartışabilir ama yapıcı eleştiriler önemlidir. Bunu yapmaya cesaret edebilen herkesi desteklemeliyiz bence. Kim nerede yapıyorsa bunu kolaylaştırmalı toplumda karşılığı olduğunu hissettirmeliyiz.
Sivil alandaki arayışınız nasıl devam edecek? Örnek aldığınız bir sivil deneyim var mı?
Amerika’daki Sivil Haklar Hareketi. Milliyetçilik ve şiddetle ilgili gerçekleştirdiği iç hesaplaşması ile öyle güçlü bir dalga oluşturdu ki ABD’de, sadece Afrika kökenlilerin toplumsal hayattan siyasetten eğitimden hatta kiliseden dışlanmasına karşı kendisine müthiş bir meşruiyet alanı açtı. Yani ben sivil halklar hareketinin bu anlamda yeniden okunması tartışılması gerektiği kanaatindeyim.
SİYASET TOPLUMDAKİ SORUNLARI ANLAMIIYOR
Türkiye’ye gelelim. Nedir sizce temel eksiklik siyasette?
Ben sorunların büyüme, kangrenleşme hızıyla siyasetin değişim hızının birbirine denk olmadığını düşünüyorum. Yani eğer siyaset daha yüksek bir ivmeyle evriliyor olsaydı ülke içi sorunları da, Ortadoğu’daki sorunları çözme konusunda daha umutvar olabilirdik. Ama ben tersini düşünüyorum.
Türkiye’nin karşı karşıya olduğu yeni sorunlarla geçmişten kangrenleşmiş sorunların buluşma potansiyeli yüksek ki. Eğer siyaseten radikal bir müdahale yapamazsak ülkeye büyük kötülük yapmış oluruz.
Dolayısıyla da siyasetin bu anlamda özeleştiri cesaretinin ve yeni ihtiyaçlar yeni durumları dikkate alarak yeniden yapılanma yeniden kuruluş konseptinin yani çok daha hayati olduğunu düşünüyorum.
Yani sizin gördüğünüz eksiklik siyasetin sorun çözme kapasitesiyle Türkiye’deki sorunların ağırlaşması arasındaki makasın açılması…
Evet aynen öyle, en özet ifadeyle bu. Bunu başka şeyleri ekleyerek belki tamamlayalım. Küresel boyutta artan yoksulluk ve gelir dağılımındaki çarpıklık. Göç sorununun ve mülteci akınının ortaya çıkardığı yeni sosyal patlama riskleri. Kürt Sorunu’nun Suriye boyutunun yani çözümsüzlüğünün gün geçtikçe derinleşmesi. Bütün bu sorunlar karşısında açıkçası siyaset ne yazık ki çözüm üretmekten, çözüm önermekten hayli uzak. Sanki siyaset, bütün bu sorunların ciddiyetinin farkında bile olmayan bir rahatlık bir rehavet hali içinde.
Kaynak: Farklı Bakış