Aydını Olmayan İslam Dünyası

Şakir Diclehan Yazdı;

Aydını Olmayan İslam Dünyası

İnsanlık, dün derin bir buhran içindeydi bugün de aynı sıkıntı ve buhranı yaşamaktadır. 19. yüzyıldan başlayarak İslam ülkelerinde ortaya çıkan bazı düşünür ve şairler, bu düşüşün farkına vardılar ve bunun çaresini aramaya başladılar.

Birinci Dünya Savaşı’na kadar İslam dünyası, yeniden ayağa kalkmasını Osmanlı Devletinden bekliyordu. Çünkü Osmanlı Devleti, son dönemlerdeki tek büyük İslam devletiydi. Kültür, politika ve ideolojik hedefleriyle bütün İslam milletini temsil ediyordu.

Hint, Arap, Kafkas ve Orta Asya’daki devletler ile Afrika’daki Müslümanların yüzü hep ona dönüktü. Birinci Dünya savaşına kadar Türkiye toprakları hariç bütün İslam âlemi Avrupalıların eline geçmişti.

İkinci Cihan Savaşında hiç beklenmedik şekilde Avrupa’nın başına Almanları bir belâ olarak indiren İlâhî takdir,  İslam ülkelerine de uyanmak fırsatını bağışlamadı ve İslâm dünyası bundan azıcık yararlanmadı değil. Ama bunu gereği gibi değerlendirmediği de bir gerçek.

İkinci Dünya savaşı, Müslümanlara bağımsızlık için bir imkân verdi. Bu imkândan tam anlamıyla değilse de oldukça iyi bir ölçüde faydalanıldı. Birçok İslam ülkesi bağımsızlığa kavuştu.

Birinci dönemde siyasi bağımsızlık dönemini başarmış olmasına karşın, ikinci dönemde ekonomik bağımsızlık dönemi başlamış, fakat her ülke kendi ekonomik kaynaklarından yine kendisi faydalanmıştır. Ancak burada problem, birden bire derinleşmiş ve ekonomik kalkınmanın hangi sistemle ve nasıl başarılacağı konusu gündeme gelmişti. Kültür, ruh, ekonomik ve siyasi bağımsızlık idealini yapısında taşıyan bütün bir uyanış ve diriliş atılımının yokluğu, İslam dünyasının bugünkü buhranının gerçek nedeni olmuş ve hala devam etmektedir.

İslam dünyasındaki temel problem, insan problemi, hayat tarzı problemi, dünya görüşü ve kültür seçme problemidir. Batılıların, Müslümanların içine girmesiyle İslam’a olan güven ve inancın sarsıldığı hatta yıkıldığı görülmektedir. Yeni yetişen kadro, kurtuluşu, Batılılaşmakta görmeye başlamış ve tam anlamıyla Batıya teslim ve adapte olmuş, Batılılardan çok kendi kültürüne karşı koymuş, direnmiş ve savaş açmıştır.

Bütün mesele, kişilikli, deneyimli, bilgili ve donanımlı bir kadronun yetişmesinde yatmaktadır. Geçen uzun zaman dilimi içinde İslam ülkelerinde Batılıların kültürüyle ve onlar tarafından yetiştirilmiş ikinci, üçüncü, hatta dördüncü kalite Batılı bir kadro yapısı taşıdığından, yanlış ve basitçe yorumlanmış Batı doktrinlerinin dışına çıkacak bir kafa ve yürek sağlığından yoksun bulunduğundan, kritik ve reaksiyon, başkaldırma ve düşünme, direniş ve değişiş, yine Batı tipi doktrin ve ideolojiler arasında yer ve yön değiştirme şeklinde ortaya çıkmış ve içeriğini Batı kaynaklarından çekmiştir…

İslam halklarının yeniden kendilerine gelmeleri ve kendilerini bulmaları için inançta diriliş, her şeyden önce “bir aydın kitlesi”nin gelmesi, bu kitlenin gelmesi için de düşünce dirilişi şarttır. Çünkü düşüncede diriliş olmaksızın, duyuşta, duyarlıkta, sanat ve edebiyatta diriliş başlamaz.

Sorumlu aydınlar, toplumu, bir bina duvarını örer gibi örerler. Buna karşın sorumsuzlar, depreme uğramış bir yapıdan fırlayan taşlar gibi havaya savrulurlar. Sorumlu aydın yetiştirmek, bir toplum için birinci derecede ölüm kalım meselesidir.

Aydının sorumluluğu, dıştan gelen bir sorumluluk ya da empoze edilmiş bir sorumluluk değil, içten gelen, kendi toplum kültüründen, kişilik formasyonundan kaynaklanan bir sorumluluktur.

Bugün İslam dünyasının en büyük sıkıntısı ve en büyük derdi, gerçek anlamda aydınının olmamasıdır. Olanların da yarı aydın diyebileceğimiz bu kitleden oluşmaktadır. Bunlar, aydın olmayı, seçilmişlik şeklinde düşünmekte, egosunu şişirme ve topluma yabancılaşmasını artırmakta ve insanlıkta yaşayan evrensel gerçekleri görmezlikten gelme şeklinde anlamakta ve yorumlamaktadır.

 Çağımız bir ideoloji çağıdır. Demokrasi ve Asya ülkelerinde yürürlüğe konan sistemler karşısında, Müslümanların kendi tezleriyle ortaya çıkmaları gerekir. İslam ülkelerinde idealist bir gençlik ve yeni bir İslam toplumu örmek için çağın başında Türkiye coğrafyasında Bediüzzaman Said Nursi, Mehmet Akif, daha sonra Necip Fazıl ve Sezai Karakoç,  Mısır’da Seyit Kutup, Muhammed Kutup ve arkadaşları, Pakistan’da Mevdudi, Nedvi ve arkadaşları, Kuzey Afrika’da Malik Bin Nebi ve daha birçok yazar, düşünür ve şair, çağın İslam düşüncesi hareketini yürütmüşlerdir.

Bu düşünür ve şairler, İslam insanının kültür, politika ve ekonomide Batı köleliğinden kurtulması için bir düşünce hareketine, -buna düşünce cihadı da diyebiliriz- yer yer ve ülke ülke girişmiş ve oldukça mesafe de katetmişlerdir.

Müslüman babadan ve Müslüman anadan gelen, dünya kütüklerine Müslüman diye kayıtlı, birbirini Müslüman adıyla çağıran, ama İslâm hariç, kaç yol ve kaç yön varsa o yöne doğrulan ve yola dalan, kurt görmüş koyun sürüsü gibi bir Doğuya bir Batıya koşuşan Müslüman kütleyi, İslâm, yeni bir dirilişe çağırıyor. Bir paradoks dilini kullanarak diyelim, vakit gelsin görelim, Müslümanlar, İslâm’ın çağrısına kulak verecek mi?

Batılılaşırken veya Batılılaşmanın başka bir türü olan Sosyalizm yönüne saparken kendi gelenek ve dinlerinden de sıyrılan Doğulu birçok ülke, en geç önümüzdeki çağ içinde büyük ve onulmaz bir inanış kriziyle çalkalanacaktır.

Yetişkin İslâm öncüleri çıksaydı bu gerçeği hiç unutmayacaklardı. Hiç bir insan topluluğu dinsiz olamayacağına göre, ilerde bu ülkeler, yeni ve canlı bir din seçme durumuna geleceklerdir. Bu seçmede şüphe edilemez ki, İslâm ön plân alternatiflerinden olacaktır.

İslam aydınlarının çözeceği iç içe girmiş çağdaş bilmecelerin en büyüklerinden biri de zamanı okumak, anlamak, değerlendirmek ve sırrını çözecek çağ bulmacasıdır.

 

Kaynak: Farklı Bakış