Türkiye’nin toplumsal tutkalı nedir? Bizi birbirimize bağlayan ortak değerler, inançlar, ülküler nelerdir? Sanırım bu soruya cevap vermedik ki bugün (çeşitli takılarıyla) sol aydın kendi sınıfından olmayan aydını ya da bilim adamını görmüyor ya da aydın ihaneti ile suçlayıp dışlıyor. Aydınlar illa kendilerini bir mahalleye hapsetmek zorunda mı? “Bizler ve onlar” diskurundan çıkıp ülkeyi bir bütün olarak nasıl kucaklayabiliriz?
“Böyle bir bilim adamı Tayyip Erdoğan’ı nasıl destekler” başlığıyla Ersin Çelik’in çarşamba günü yayınlanan yazısı, programlarda uzun süredir konuştuğumuz “Türkiye’nin fikir tarihinin zaafları”na bir örnek olması hasebiyle dikkatimi çekti. Ersin Çelik yazısında Ekşi Sözlük’ün adeta bir edebi kamu olarak işlev gördüğünü, kurgusal bir otoriteye dönüştüğünü, dünya görüşlerine uymayan insanları karaladığını yazıyordu. Dünya çapında bilim insanı Prof. Dr. Çetin Kaya Koç için yazdıkları gibi pek çok örnek verilebilirdi. Bu tutum geçmişte de Yale’de kürsü sahibi efsane bilim adamı Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu’na yapılmıştı. Prof. Dr. İskender Öksüz de “milliyetçiyim” dediği için yok sayılanlar arasında olmuştu.
Sol çevrelerin içinde olup da dışlananlar da olurdu. Zekeriya Sertel, Milliyet gazetesinde “Nazım Hikmet bildiğiniz gibi birisi değildi, Moskova da cennet değil” diye bir yazı dizisi yayınladığında benzer akıbet onun da başına gelmişti. Geçmişte hükümran sol aydın bunu edebi kamunun aracı olan dergiler ve gazeteler vasıtasıyla yapardı. Bugün de dijitalleşen mecralarda yapıyor.
…
Türkiye’de aydınların tarihi sol ve sağ hat olmak üzere iki ana akım üzerinden akıp giderken, ortak bir duygu ile hareket edildiği zamanlara rastlamak neredeyse mümkün değil. Milli Mücadele yıllarında bile olmamış. Cumhuriyet kurulduğunda bunlardan bazıları 140 sürgünün içinde ülkeyi terk etmek zorunda kalmışlardı. Kıbrıs Harekatı’nda bir kesim Ecevit’i diğer kesim Erbakan’ı öne çıkartırken çok da ortak bir duygu yakalanmamıştı. “Yahu sağı solu fark etmez bu bizim insanımız, bizim değerimiz” dediğimiz bir an’a ise hiç rastlanmıyor. Türkiye tarihindeki bu fay hattını ortaya çıkaran kamplaşma ve kutuplaşmanın kökleri Tanzimat’a kadar uzanıyor. Murat Belge bu ayrışmayı şu sözle çok iyi özetler… “Tanzimat elek oldu…Cumhuriyet bıçak…”
Edebi kamu yerine geçen sosyal medya da bu arka plana yaslanıyor. Sol bir tarafa, milliyetçi, muhafazakâr ya da dindarlar diğer tarafa kümeleniyor. Bir orta noktaya ulaşmak, tarafgir olmayan bir edebi kamu ortaya çıkarmak ise giderek daha zorlaşıyor.
…
Eski tüfek sosyalistler Türkçü ve Batıcıydı, Cumhuriyeti tamamlamak, onu gitmesi gereken yere götürmek istiyorlardı. Kadro dergisi hareketi, Yön dergisi etrafında örgütlenmişlerdi. Akademide; Mülkiye, Dil-Tarih-Coğrafya, ODTÜ, Hacettepe hükümranlık sahalarıydı. Konu kültürel eliti yetiştirme meselesiydi ve sol daha öne geçmişti… 1960’larda sol-sosyalist aydınlar tarafından üretilen bir aydın prototipi bugün de hükümrandır. Türk fikir hayatında uzun süre “siyasi-askeri-entelektüel akıl” ile ortak çizgide olmayan entelektüeller yok sayıldı. Doğan Avcıoğlu ve Mihri Belli toplumu ayakta tutan zinde kuvvetlerin ordu ve bürokrasiden sonraki bir diğer bileşkesinin aydınlar olduğunu söyler. Soru ve cevaplar aydın olmanın kriterlerinde kitlenir…
Bu meselelere kafa yoran az sayıda bilim insanından birisi olan Şerif Mardin “Cumhuriyet’te iyi, güzel, doğru hakkında derine giden bir ortak düşünce bulamazsınız” diyor. “Oysa Batı’da iyi, güzel, doğru hakkında on binlerce sayfa eser verilmiştir”. Şerif Mardin bu sığlığı aydının entelektüel değil literati olmasına bağlar… Aynı noktaya dikkat çekenlerden birisi de Cemil Meriç’tir. Sağ ya da sol ile kategorize edilmeyecek bir yazar olan Cemil Meriç her iki tarafa “fikirleri fikir olarak konuşalım” diyen aydındır.
1950 ve sonrasında Atilla İlhan ve Kemal Tahir, Moskova taklidi olmayan bize özgü bir sol anlayışı savunurlar. Batı gibi bir sınıflı toplum olmadığımızı söylerler. Dışlanırlar.
1970’lerde Türk solu başka bir yol ayrımına girer. Eylemcidir, halkçıdır, sınıf mücadelesi verdiğine inanır. Tek yol devrimdir. Türk sağı ise bunu engellemeye adar kendini. Sol aydın ya da bilim anlayışı merkezdedir, milli aydın ya da bilim adamlarını kurduğu baskı mekanizmalarıyla gözden düşürmeye çalışır.
1980 sonrasında Türk solunun ön plana çıkardığı kavramlar değişir. Devrim, sınıflar, emperyalizm, yerini kültür, sivil toplum sözlerine bırakır. Türk sağı da değişir. İslamcıların entelektüel zeminde yükselmeleri “aydın” tartışmalarını farklı bir boyuta taşır. Entelektüel sol çevrelerin İslami aydınları kategorize ederken kullandıkları “köylü” gibi kavramlar da kültür eliti olarak hükümranlıklarını kaybetmeme mücadelesinin yanı sıra tam da Şerif Mardin’in sözünü ettiği derinlikli fikri tartışmalardan kaçışın tescilidir.
2000, bir başka değişim sürecine işaret eder. 2020 ise daha da başka. Birlikte tartışmakta fayda var… Fikri fikir olarak tartışan bir edebi kamuyu oluşturma temennisiyle…
Not: Bu yazı çerçevesinde zikrettiğim notlar için; Alev Alatlı, Kurtuluş Kayalı, Şerif Mardin, Murat Belge, İsmail Kara, Süleyman Seyfi Öğün, Fatma Barbarosoğlu gibi konuya dair yazan yazarlardan faydalandığımı söylemek isterim.