Ezan, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 1932’de yayınladığı bir genelge ile Türkçeleştirildi. Hem dinin kamusal alandaki rolünü küçültmek hem de dine daha modern ve milliyetçi bir biçim kazandırmak gayesini taşıyan Kemalist rejim, 1941’de Türk Ceza Kanunu’nda yapılan bir değişiklikle, ezanın Arapça okunması da yasaklandı.
1950’de yapılan genel seçimlerde Demokrat Parti (DP), tek parti iktidarını devirdi. Halkın, DP’den ve başındaki Menderes’ten en büyük beklentilerinden biri, Arapça ezan yasağının kaldırılmasıydı.
LAİKLİĞİN SEMBOLÜ
Zamanında bir zorunluluktan kaynaklansa da şimdi laiklik ve vicdan hürriyetine uygun olarak bu sorunun çözülmesi gerektiğini savunan Menderes, hemen kolları sıvadı ve hükümet olduktan sonra bir ay içinde Arapça yasağını kaldırdı. Yasak kaldırılmasıyla birlikte Türkçe ezan fiilen tarihe karıştı; bütün ezanlar Arapça okunmaya başlandı. Kanuni bir engel bulunmamasına karşın, Türkçe ezan ile namaz çağrısı yapan tek bir cami kalmadı.
Arapça ezan yasağı, nispeten erken bir dönemde son bulmasına rağmen, Ayasofya’nın tekrar camiye çevrilmesine dönük talepler uzun bir süre karşılanamadı. İki sebebi vardı bunun: Biri, meselenin dışarıyı da ilgilendiren bir boyutunun olmasıydı. Mesela, 1953’te, İstanbul’un fethinin 500. yılında Ayasofya’nın ibadethaneye çevrilmesi yönündeki taleplere, Yunanistan ile sürdürülen yakınlaşma siyaseti nedeniyle kulak kapatıldı. Arapça ezan yasağında son derece cevval bir tavır takınan DP, bu meseleye sıcak bakmadı.
Diğeri ve daha baskın olanı ise, içte askerin siyaset üzerindeki ağırlığıydı. Ayasofya, Atatürk tarafından müze yapıldığından laikliğin bir sembolü olarak görülüyor, askerler buranın statüsünü değiştirmeye yönelik girişimlere iyi gözle bakmıyorlardı. Dindar-milliyetçi kesimlerin en büyük özlemlerinden biri olan Ayasofya meselesi, bu nedenle, bir çözüme kavuşturulamadı.
“İSTİKAMETİ KAYBETMEK”
Sağ ve merkez sağ siyaset, arkalarında duran kitlelerin arzularını gözeterek, Ayasofya’yı her daim ajandasının en sıcak başlıklarından biri olarak tuttu. Demirel ve Özal zamanlarında Ayasofya’da ezan okunması ve Hünkâr Mahfilinde cuma namazlarının kılınmaya başlanması gibi birtakım adımlar atıldı. Ama bunlar, sağ tabanın Ayasofya’nın tamamen camiye dönüştürülmesini talebini kesmeye yetmedi.
AK Parti, “Zincirler kırılsın, Ayasofya açılsın” sloganıyla büyüyen ve bunun siyasetini yapan bir kuşak tarafından kurulan bir parti. Dolayısıyla Ayasofya’nın bu partinin gündeminde bulunması, işin tabiatı gereğiydi. Yine de AK Parti, yakın bir döneme kadar bu mevzuda oldukça temkinli davrandı. Daha bir yıl önce Cumhurbaşkanı Erdoğan, yerel seçimlere gidilirken, Tekirdağ’da “Ayasofya, cami olarak açılsın” diye seslenenlere “Önce Sultan Ahmet’i, Çamlıca Camii’ni doldurun” diyor ve taleplerini sert bir dille reddediyordu:
“Bunları aşmak bizim için sorun değil ama getirisi götürüsü nedir? Bunun bir götürüsü var. Onun faturası çok daha ağır. Dünyanın çeşitli yerlerinde bizim binlerce camimiz var. Ayasofya ibadete açılsın diyenler acaba o camilerin başına ne gelir diye düşünüyor mu? Bunları düşünmeden söylüyorlar… Bunlar dünyayı tanımıyorlar. Muhataplarını bilmiyorlar. Ben bir siyasi lider olarak bu oyuna gelecek kadar istikametimi kaybetmedim. Bu oyunlara gelmeyelim. Bunların hepsi tezgâh.”
TUTMASI ZOR BİR HESAP
Peki, bir yıl önce tabanına “tezgâha düşmeyin” uyarısında bulunan Erdoğan, Ayasofya kartını neden şimdi çıkardı? Bunun bir erken seçim kartı olduğunu zannetmiyorum. Bir baskın seçimde Ayasofya’nın seçmen üzerinde bir tesiri olabilirdi ama ben 2020 içinde sandık kurulacağına ihtimal vermiyorum. 2021 ve sonrasında yapılacak bir seçimde ise, Ayasofya’nın seçmen tercihlerinde belirleyici olacağını düşünmüyorum.
Sanırım, cevap, günü kurtarmaya odaklı Erdoğan’ın pragmatik siyaset tarzında aranmalı. Erdoğan ve Cumhur İttifakı, içeride çift yönlü bir sıkışmışlık hali yaşıyor. Bir yandan, her geçen gün ağırlaşan iktisadi ve hukuki problemlere çözüm üretemiyor, insanların itirazları artıyor. Diğer yandan muhalefetin, bilhassa da AK Parti içinden çıkan iki yeni partinin, adrese teslim eleştirilerine bir karşılık veremiyor. Bu durumda iktidar, “çare” diye, maliyeti düşük, gerçekleştirilmesi kolay ve halkta da bir karşılığı olan Ayasofya’ya yöneliyor.
Ayasofya’dan iktidar, dikkatleri asıl sorun alanlarından uzaklaştırmayı, şikâyetleri parantez içine almayı ve böylelikle tabanını tahkim etmeyi umuyor. Fakat gerek muhalefetin buna iktidarın beklediği gibi tepki vermemesi ve gerek Batı’dan bir-iki istisna dışında çatlak ses çıkmaması, oyunu bozar nitelikte. Dolayısıyla Ayasofya hesabının tutması zor gözüküyor.
*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.