Tarih: 31.08.2019 10:37

AYAKKABIMA BASMA, BABANIN BİR YILLIK MAAŞI BİLE BUNU ALMANA YETMEZ´ DİYEN KIZIN İBRETLİK HİKAYESİ?

Facebook Twitter Linked-in

Kızım ilkokul dördüncü sınıftaydı, bir gün eve geldiğinde seninle bir şey konuşmak istiyorum dedi. Tamam dedim ve o gün sınıfta sırasına doğru ilerlerken arkadaşının ayağına çarptığını bunun üzerine arkadaşının ?babanın bir yıllık maaşı bile bu ayakkabıyı ödeyemez, ben sizler gibi pazardan giyinmiyorum?? dediğini, sınıftaki arkadaşlarını küçümsediğini ifade etti. O zamanlar muhafazakarların bitleri bugünkü gibi kanlanmış değildi, onlar vaktin çoğunu dini sohbetlerde, ilmi ortamlarda geçirir ve dünya malının kıymetsiz olduğunu her fırsatta dile getirirlerdi. Hatta öyle arkadaşlarım vardı ki, elbiselerini yamayarak giyer,  takva ve tevazua vurgu yaparlardı. O yüzden on yaşındaki kızımın anlattığı olay beni hayli şaşkına çevirmişti.  Belli ki bazı insanlar perdenin önünde tevazudan bahsederken perdenin arkasına geçince farklı bir dünyaya açılıyor ve komplekslerine yenik düşüyorlardı. Kızımı teskin etmek için uzun uzun konuştum ve insanların giyim kuşamları ile değil örnek şahsiyetleri ile değer elde edebileceklerini izah ettim. Ama bir çocuğun ailenin sahip olduğu variyete yaslanarak diğerleri üzerinde tahakküm kurmaya çalışması ve kibri bir meziyet olarak görüp arkadaşlarını aşağılaması beni hayli düşündürmüştü. İstediği her şeyi elde edebilen bu çocuk adına endişelenmiş ve onu bekleyen tehlikeleri görür gibi olmuştum. Aradan epey zaman geçti ve genç kız yirmi yaşında okulu bırakıp evi terk etti, madde bağımlısı oldu ve ailenin kör kibri onun bütün hayatını mahvetti. Aile her istediğini yerine getirdik, onu hiçbir konuda mahrum bırakmadık deyip şaşkınlıklarını ifade ederken, sevgisizliğe, ilgisizliğe terk edilen bir genç kız onların aktardığı kibir ve büyüklenmeci tavırlarının kurbanı olmuştu.

ÖTEKİ MAHALLENİN YOKSULLUK ALGISI

Yoksul deyince temel ihtiyaçlarını karşılamakta güçlük çeken muhtaç kişiler akla gelir öyle değil mi? Ancak küresel yoksulluk sizin bildiğiniz yoksulluktan çok farklı bir şey. Buna göre eğer ötekilerin sahip olduğu imkanlara ulaşamamışsanız kendinizi yoksul ve mahrum hissediyorsunuz. Eğer telefonunuzun markası arkadaşınızınkinden daha düşükse, markalı giysiler alamıyorsanız, eviniz aracınız dikkatleri celbetmiyorsa kendinizi yoksullar kategorisinde görmeye başlıyorsunuz.

Geçen hafta bir hanım kardeşimle tanıştım. Bir yaşındaki bebeğine kalitesiz bez kullanmak zorunda kaldığını ve tatile gidemediği için gergin olduğunu söylüyordu. Hanımefendi konuşurken hayallerim beni çok ötelere, otuz yıl öncesine götürdü. O dönem anneler,   hazır bez alacak güçleri yoksa özel kumaştan dikilmiş bezler alır ve çocuk büyüyünceye kadar bu bezleri kullanırlardı. O zamanlar imkanları elvermeyen aileler çocuklarını tatil yerine yılda bir kere köye götürür ve hem sıla-i rahim yapar hem de onların burada hoşça vakit geçirmelerini sağlarlardı. Fakat küresel kültür bu kadar kısa bir sürede algılarımızı o kadar değiştirdi ki, ihtiyaçlarımız ve özlemlerimiz büyük bir dönüşüme uğradı. Artık çocuğuna hazır bez alamayan, onları tatile götürüp eğlendiremeyen, özel okullara, kurslara gönderemeyen, onlara diğerlerinin sahip olduğu bütün imkanları sunamayan anne babalar kendilerini yoksun ve yoksul hissediyorlar.

Küresel ekonomik düzen baskıcı rejimleri destekler ve tüketime öncülük edecek elit bir kesimin oluşmasını sağlar. Bu durum hem yolsuzluğun artmasına ve gelir dağılımındaki dengesizliğin büyümesine hem de yaşam standartları ile ilgili algıların değişimine neden olur. Daha evvel asli ihtiyaçları ile iktifa eden fertler, artık yeni yeni ihtiyaçlardan söz etmeye başlarlar,  bu ihtiyaçların karşılanmaması durumunda ise yoksunluk duygusuna kapılırlar. Bu kişiler kendilerine dayatılan şeylere sahip olmadıklarında çevrede sevilen ve değer verilen biri olarak görülemeyeceklerini düşünürler. Ne yazık ki, sekülerleşen Müslümanlar da bu durumdan fazlasıyla etkilendiler ve Resulullahın örnek hayatını değil Karunlaşanların israf kokan yaşamlarını model almaya başladılar. Anlayacağınız balık baştan koktu. O yüzden İslam toplumları batan bir geminin yolcularına dönüştüler. Kendilerini öncü kurtarıcı olarak görenler ise gemiyi kurtarmak yerine daha da batırmaya devam ediyorlar.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —