Kâzım Keskin[*]
"Terör örgütlerine doğrudan veya dolaylı kucak açan ülkelere sesleniyorum. Koynunuzda yılan besliyorsunuz. Beslediğiniz o yılan her an sizi de sokabilir.´´ Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan´ın zaman zaman bu ve buna benzer cümlelerle dile getirdiği uyarıların muhatapları tarafından dinlenilmemesinin acı sonuçlarından birine geçtiğimiz haftalarda Avusturya´nın Vorarlberg eyaletinin Dornbirn şehrinde şahit olundu.
Avusturya medyasında yer alan bilgilere göre, poliste verdiği ifadelerde PKK´lı olduğunu söyleyen 34 yaşındaki Soner O. isimli bir kişi, Eyalet Sosyal Yardım Dairesi Başkanı 49 yaşındaki Andreas A.´yı çok sayıda bıçak darbesiyle öldürdü. Olayın akabinde yetkililerin yapmış olduğu açıklamalardan 1985 Avusturya doğumlu Soner O.´nun işlediği izinsiz silah ve uyuşturucu bulundurmak, hırsızlık ve şiddet eylemleri gibi çok sayıda suç nedeniyle 2010 yılında Avusturya´dan sınır dışı edildiği ve kendisine Avusturya´nın yanı sıra diğer Şengen ülkelerine de giriş yasağı konulduğu anlaşılıyor. Bununla birlikte bu yılın başında illegal olarak ülkeye yeniden giriş yapan Soner O. Türkiye´de girdiği silahlı çatışmalarda Türk askerlerini öldürdüğünü ve eğer iltica başvurusu kabul edilmeyecek olursa Türkiye´de kendisini idam cezasının beklediğini ifade ederek Avusturya´ya sığınma talebinde bulundu. İltica başvurusu Avusturya makamları tarafından değerlendirilmeye alınan Soner O.´nun Andreas A. ile kendisine yapılacak devlet desteği hakkında tartıştığı ifade ediliyor. Bununla birlikte bazı medya organlarında ise önceleri yabancılar polisinde görevli bir memur olan Andreas A.´nın Soner O.´yı Avusturya´dan sınır dışı eden kişi olduğu ve katilin bu nedenle saldırıda bulunmuş olabileceği ihtimali üzerinde duruluyor. Şu an göz altında bulunan Soner O. ile ilgili davanın nasıl bir seyir izleyeceği şimdilik çok açık değilse de işlediği cinayetin hatırlattığı bazı önemli hususlar var.
Olayın akabinde Avusturya´da gözlemlenen başlıca tepkilerden biri aşırı sağcı Avusturya Özgürlük Partisi (FPÖ) çevrelerinin yönlendirmesiyle iltica hukukunun askıya alınması talepleri oldu. FPÖ partisinin elinde bulunan İçişleri Bakanlığı yetkililerinin Türkiye´de idam cezasının olmadığını bilmemeleri ve Avusturya´nın Türkiye ile suçluların iadesi anlaşması gibi bir mekanizmaya sahip olduğunu unutmuş olmaları düşünülemez. Buna rağmen şimdiye kadar diğer terör örgütü mensuplarını iade etmedikleri gibi Soner O´.yu da Türkiye´ye iade etmeyerek meseleyi iltica hukukunu Avusturya´da işlevsiz kılma çabası içine girmeleri büyük bir saptırma çabası olarak görülmelidir. Bilindiği gibi daha önceki hükümetlerin PKK´lıları Türkiye´ye iade etmemelerine en iyi örnek Ağustos 2007 tarihinde PKK elebaşılarından Rıza Altun´un Avusturya´da yakalanmasına rağmen iade edilmemesi ve Erbil´e uçuşuna izin verilmesidir. Bu durumun ilerleyen zaman içerisinde hükümetler değişse de sabit kaldığı geçtiğimiz günlerde FPÖ´lü İçişleri Bakanı Herbert Kickl´ın ´´Ben politikanın hukuka değil hukukun politikaya uyması gerektiği şeklindeki temel ilkeden yanayım´´ cümlesinde en açık ifadesini bulmuştu. Bu çerçevede her fırsatta Türkiye´yi hukuk devleti ilkelerinden uzaklaşmakla itham eden Avusturyalı yetkililerin Kickl örneğindeki pervasızlıkları bir iç tutarsızlığı yansıttığı gibi aynı zamanda Cumhurbaşkanı Erdoğan´ın "koyunda beslenen yılanın bir gün besleyeni de sokması" durumunun da bir göstergesidir.
Bu çerçevede Avusturya´da hükümeti oluşturan Avusturya Halk Partisi (ÖVP) ile FPÖ´nün PKK konusunda çifte standart içinde hareket etmelerinin yeni olmadığını da belirtmek gerekiyor. Avusturya meclisinin geçmiş dönemlerdeki tutanaklarına göz attığımızda, gerek ÖVP ve gerekse FPÖ milletvekillerinin farklı zamanlarda PKK karşıtı açıklamaları dikkati çekiyor.
Örnek olarak 1 Mart 1996 tarihinde ÖVP Milletvekili Helmut Kukacka, PKK´lılara ?Yabancı bir devlete yönelik vatan hainliği´ suçunu düzenleyen Avusturya Ceza Yasası´nın §316 StGB maddesi uyarınca işlem yapılıp yapılmayacağı konulu bir soru önergesi vermişti. 23 Mayıs 1996 tarihli parlamento oturumunda ise bu defa FPÖ Milletvekili Martin Graf, aynı içerikli bir soru önergesi vermişti. Her iki öneri de PKK´nın Avusturya´daki geleneksel müttefikleri olarak görülen SPÖ ve Yeşiller Partisi tarafından reddedilmişti. Hatırlanacağı gibi Avusturya Yargıtayı tarafından 18 Ekim 1994 tarihinde alınan bir karar uyarınca PKK ve yan kuruluşlarının Avusturya Ceza Yasasının 278a. maddesi 1. paragrafına göre terör faaliyetleri yürüten örgütler olarak nitelendirilmişlerdi. Buna rağmen SPÖ, 15 Mart 1995 tarihinde PKK´nın siyasi kanadı olarak bilinen ERNK´nin Avusturya´da resmi temsilcilik anlamına gelecek bir ?siyasi bürosu´ SPÖ´lü İçişleri Bakanı Caspar Einem´in izni ve bir başka SPÖ´lü siyasetçi Karl Schramek´in katılımıyla açılabilmişti. Yine SPÖ´nün 26 Şubat 1999 tarihinde SPÖ Avrupa Parlamentosu fraksiyon lideri sıfatıyla Hannes Swoboda aracılığıyla, ERNK üyeleri ile birlikte parlamento binasında uluslararası kamuoyuna açık bir basın toplantısı düzenlemekten çekinmemiş olduğu hala hatırlardadır. SPÖ-PKK ilişkisine yakın zamandan bir örnek ise 2014 yılında Türkiye´nin kırmızı bültenle aradığı PKK´nın üst düzey sorumlularından Zübeyir Aydar´ın önderliğinde oluşturulan bir (FEYKOM-PKK´nın Avusturya´daki ´sivil´ uzantısı) heyetin SPÖ´lü politikacılar Andreas Schieder, Christine Muttonen ve Josef Cap ile görüşerek destek istemesidir.
Benzer şekilde Yeşiller Partisi eski milletvekili ve Şimdi (Jetzt) Partisinin lideri Peter Pilz´in de PKK elebaşısı Abdullah Öcalan ile çok samimi pozlarının dünya medyasına yansıdığı bilinmektedir. Bütün bu bilgiler bize Avusturya devletinin PKK söz konusu olduğunda bütün ideolojik farklılıkların bir kenara itildiğini ve Türkiye karşıtlığı temelinde PKK´nın eylemlerinin görmezden gelindiğini ifade ediyor. Bu resmi çok daha iyi ifade eden yakın zamanlı bir başka olay ise 8 Kasım 2016 tarihinde FEYKOM´un talebi üzerine parlamentoda temsil edilen siyasi partilerin tamamının temsilcileri Avusturya Parlamentosunda bir basın açıklaması yaparak, Türkiye´nin bir iç savaşa sürüklendiği iddiasını dillendirmeleri ve Türkiye´yi kınayan bir ortak bildiriyi imzalamalarıdır.
Burada gözden kaçırılmaması gereken olgu Batı dünyanın iki yüzlü, çifte standartlı pratikleridir. Yüzyıllardır bilinen gerçek canına kastedilenlerin kendilerinden olduğunda Batılıların büyük bir kısmının harekete geçtiği ve her türden güvenlik tedbirinin alınması için çaba harcadığıdır. Avusturya´daki olayda da gözlemlediğimiz gibi konu bir PKK´lının Türkiye´de güvenlik güçlerine saldırması sorun teşkil etmemektedir.
Avusturya makamları hukuk devleti olma ilkesini işletip suçluların iadesi anlaşması çerçevesinde Soner O.´yu Türkiye´ye iade etmiş olsalardı belki Andreas A. hayatta olmaya devam edecekti. Genel hatları ile aşırı sağcı ideolojik formattaki Avusturya hükümeti burada sorumluluğu üzerine almak yerine topu taca atarak iltica hukukunun altını oyacak hamleler yapmakla vakit geçirmemelidir. Bir terör örgütünün Türkiye´yi uluslararası arenada zora sokacak eylemlerinin kısa vadede Avusturya devleti için kârlı olduğu görünüyorsa da son tahlilde bu ülkeye de zarar vereceğini görmek ve buna uygun hareket etmek sadece Türkiye değil, Avusturya kamuoyunun da faydasına olacak bir tutumdur. Bu çerçevede Avusturya´da zor şartlar altında yaşamlarını sürdüren Türkiye diasporasına düşen en önemli görevlerden biri, PKK, FETÖ, DHKP-C ve benzeri terör örgütü mensuplarına kucak açmalarının sadece Avusturya´daki sosyal dokuya zarar vermekle kalmayacağı ve fakat masum insanların da canlarına sebep olacağını her fırsatta hatırlatmaktır.
_______________________
[*] Avusturya ve Almanya iç siyaseti alanında uzmanlaşan Kazım Keskin halen Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü´nde doktora çalışmasına devam etmektedir.