Gazete Duvar'dan Aydın Selcen Analiz Etti...
Rahmetli babamın televizyondan maç izlerken Galatasaray’a kızdığında kullandığı nitelemelerdendi “zebun.” Bana da öğrettiği, benim de Eylül sonunda 12 yaşına basacak kızım Alaz’a aktarmaya çabaladığım öğüt: “Ne olursa olsun, oyunun içinde kal. Yenilebilirsin. Yenil ama son düdük çalıncaya dek elinden gelenin en iyisini sahaya koy. Takım arkadaşlarınla hep yardımlaş. Takımı her zaman kendinin önünde tut. Yenileceksen, bir sonraki hafta kazanmak için yenil.”
Böyle demezdi belki ama işte benim anladığım böyle kalmış zihnimde demek. Onun için stoper olmasına ve ileri yaşına rağmen son dakikalara dek ileri-geri koşarak kaybedileceği zaten belli olmuş bir maçta kendini tüketen heybetli Stumpf sedyeyle eli kalbinde maçtan çıkarken babam “adam benim asker arkadaşım neredeyse gidecek kalpten” demişti gözleri dolu dolu. Babam da kalp hastasıydı. Neredeyse yerinden kalkmaya üşenen ve sporla ilgisi de olmayan biriydi.
Doğrulatmak için baktım, Farsça’dan dilimize gelme ve artık kullanılmayan eski “zebun” sözcüğünün anlamını şöyle vermiş TDK: “Güçsüz, zayıf, âciz: ‘İnsan gözünden ziyade, bu kafese konmuş vahşi, yırtıcı hayvanların, içleri hırs, haşinlik ve ürkeklikle dolu, heybetli fakat zebun gözlerine benziyordu.’ R. H. Karay.” Bence CHP’nin muhalefet tarzına uygun düşüyor bu niteleme: Anayasaya aykırı ama evet. Anayasaya uygun ama tuzak. Sabır kardeşim sabır. Her şey güzel olacak. Nasıl? Arkana yaslan ve bekle.
Herhalde sözkonusu yaklaşım seçmen nezdinde de ikna edici görülmüyor olacak ki güvenilir kamuoyu yoklama araştırmalarında kararsızlar yüzde 40’ı bulup geçerken, CHP yüzde 20-25 aralığında sıkışmış. Ya 2023’te ilk kez oy kullanacak yedi milyon “Z modeli” seçmene çekici gelir mi bu görünüm? “Yuvasını bozduğunuz kuşun ahı var”, “İzmir’in dağlarında çiçekler açar”, “bak dedin baktım Recep” ötesinde hiç bir öneri, tasarım ortaya koymayan ve seçim gecesi melodramatik biçimde ortadan kaybolan Muharrem İnce dahi önemli ölçüde tozunu silkelemişti toplumun.
Efendim yanlış yaptı, çünkü o ekonomi anlatacaktı, Kılıçdaroğlu polemik yürütecekti. İşte bakın belediye seçimleri ne güzel oldu. İyi de, naçizane daha önce de yazdım, Türkiye Cumhuriyeti bir devasa büyükşehir belediyesi değil. “Mecbursunuz kardeşim” kafasının, her kafasını çıkardığında “sen kimsin lan?” sorusuna maruz kalan mutsuz seçmen davranışını etkileyecek yaklaşım olmadığı gibi. Levent Gültekin yırtındı, “Finlandiya çözümü” dedi, “anayasaya (bkz. madde 34) CHP de sahip çıkmayacaksa, kim çıkacak?” diye sordu. Haksız mıydı?
Hep bir açıklama gereksinimi, hep bir gerekçelendirme, bahane bulma hali hazır CHP’de. Olmadı, “haklıyız ama anlatamadık” özrü de. Hep “akşam yemeği ağır geldi, hazmedemedim, uyku da bölündü, mevzu neydi” çağrışımlı ekşi, ağlamaklı çehreler çağrışımı. Laf ebelikleri, sözcük oyunları, belden aşağı köhne şakalar. Daimi bir “ne hakla, otuzbeşe bakla” havası.
Malûm, 27 Mayıs 1960 darbesinin ardından yapılan ilk gerçek seçimi Demirel TBMM’de zorlayıp, almıştı. Seçimden önce yapılan barajın kaldırılması ve milli bakiye sistemi değişikliğine de muhalefet etmişti. Hatta bir sonraki seçim öncesinde de eski sisteme döndürmüştü. O seçimde (’65) herkesin anımsadığı gibi bu sistem sayesinde TİP ülke genelinde yüzde 3 oyla mecliste 15 sandalye alabilmişti. 40 yaşındaki Demirel de görkemli bir yüzde 52.9 skoruyla AP için 400 sandalyenin 240’ını. “Ne günlerdi” diyemeyeceğim zira amadeniz henüz doğmamıştı.
CHP’nin bir an önce hem ıslık çalıp, hem merdiven inmeyi öğrenmesi gerekiyor. Libya, Suriye, Irak ne denli siyasi konu ise falanca vadiye, dağa, ırmağa yapılacak HES, kazılacak maden de o denli siyasi. Baro Başkanları’nın Ankara’ya yürümesi ne denli siyasi ise, AHL’nin pistlerini tahrip edip ortasına hastane dikmek de. Ankara’dan çıkamıyor CHP, halen kongrecilik, halen ulusalcılık peşinde, halen amacının iktidarı değil devleti geri almak olduğu izlenimi veriyor.
HDP’nin yanına gitme, “bana yaklaşma” diyen Baro Başkanları’na demeç vermek dışında destek olma, 10 Ekim Ankara Garı’nı, Ceylanpınar’ı, yakılan iki eri, tüm bunları unuttur, Man Adası’nı, Halkbank’ı, yeni başlayan MİT-Fidan davasını izleme, sonra dön “demokrasi getireceğiz” de. Eh ben de, anamın çeyiz sandığından Türk bayrağını çıkarıp, köyün başındaki çeşme önünde beklemeye çıkayım. Yalnız, çeşmeden homurtular yükseliyor, yer sarsılıyor. 2023’te veya ne zaman olacaksa gelecek seçimlerde o taşkın bir patlarsa, kurulacak yeni cumhuriyette korkarım CHP de ancak arşivlerde kendine yer arar. Örnekse 1965’te olduğu gibi.
Taşların tahtadaki verili konumunda, daha fazla milliyetçilik, islâmcılık, ulusalcılık pompalanarak bulunacak, ilerlenecek boş alan yok. Halk yoruldu. Bu ülkeyi kim kalkındıracak, kim huzur getirecekse, yarını kim bugün temsil edecekse, ona yönelecek. Hep de böyle olmadı mı? Yarının cumhuriyeti çoğulcu, ademimerkeziyetçi, katılımcı, laik, eşitlikçi, hukuk devleti, medya ve düşünceyi ifade özgürlüğü tam, rengarenk, tüm renkleri bir aradayken güzel bir ülke olmak zorunda. Zaman akıp giderken CHP’den beklenen cumhuriyetimizin geleceğine dair tasarımını anlatması ve oyunun içinde kalması, umut olması.
Son söz bakımından bir malum-u ilam görünen ek yapmak isterim: Başkanlık rejiminde, seçimde adaylar yarışacak, partiler değil. Bilmem zikredebildim mi?