Ukrayna ile Rusya arasında süregelen savaş, Putin’in şahsı üzerinden başlatılan tartışmalar ile siyasette yeni senaryolara dikkat çekilmesini gerekli kılıyor.
Neyi kastediyorum?
Malum, Putin’in Batı üzerinden şeytanlaştırılması sürecini hep birlikte yaşıyoruz. Batı’da faaliyet gösteren medya organları, siyasetçiler, akademisyenler sanki Putin on yıldır Suriye’yi vurmuyormuş da Ukrayna savaşı ile birlikte değişmiş gibi bir yaklaşım sergiliyorlar.
Adeta eskiden çok demokrat olan Putin, bugün diktatör, otoriter lider haline gelmiş gibi davranıyorlar. Putin’in şiddeti yücelttiğini ve hukuka saygısızlık yaptığını dile getiriyorlar. Ve konuyu ilginç bir bağlama getirerek Putin üzerinden Avrupa’da muhtemel yeni Hitler, Mussolini, Salazar dönemlerine atıfta bulunuyorlar.
Bu öylesine bir benzetme mi, yoksa bilinçli bir hamle mi yapılıyor?
Bu köşeyi takip eden okurlarımız bilirler ki, yakın gelecekte Avrupa’da otoriter yönetimlere geçiş dalgasının yaşanacağı ile ilgili yayımlanan çeşitli makalelere bir yılı aşkın bir zamandır dikkatleri çekmeye çalışıyorduk.
Bunun bir öngörü olmaktan öte kapsamlı bir plan olabileceğini, olası böyle bir gelişmenin Türkiye’de 2023 seçimlerini de doğrudan etkileyebileceğini ifade ediyorduk.
Önümüzdeki birkaç ay boyunca bu tahminlerin test edilebileceği bir dönem yaşayacağız. Zira Avrupa’nın birçok ülkesinde parlamento ya da cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılacak.
Örneğin Ukrayna’nın yakın ve çevre komşuları Macaristan, Slovenya ve Sırbistan Nisan ayında seçime hazırlanıyor.
Yine Fransa’da da hem Nisan hem de Haziran ayında seçimler yapılacak.
Yeni Hitler dönemlerine doğru gidildiğine dair değerlendirme yapanlar, bu seçimlerde otoriter sağ partilerin iktidara geleceğini öngörüyor.
Hâlihazırda anketlere yansıyan sonuçlara bakılırsa böyle bir neticenin çıkma potansiyeli pek de uzak görünmüyor.
Örneğin 2018 yerel seçimlerinde altı muhalefet partisinin oluşturduğu ittifak karşısında partisi yenilgi yaşayan Macaristan Başbakanı Victor Orban’ın seçimlere son bir ay kala seçmen desteğini artırdığı ve totalde muhalefetin birkaç puan önüne geçtiği görünüyor.
Seçmenlere 1,8 trilyon forint (5,23 milyar dolar) değerinde vergi indirimi yapan ve sosyal yardımları en yüksek seviyeye çıkartan Orban’ın partisi daha çok yaşlılar, kırsal kesimler ve şehirlerde yaşayan yoksullardan oy alırken muhalefet ise gençler, kentsel nüfus ve zenginler tarafından tercih ediliyor.
Rusya’ya yakınlığı ile öne çıkan bir lider olan Orban’ın seçilmesi, Avrupa Birliği’nin bundan sonraki seyrini değiştirecek ciddi bir hamle olarak görülebilir.
Yine Fransa’da Macron’un karşısında alışılageldik sağcı aday Le Pen’in dışında Eric Zemmour ve Valerie Pecresse’nin de güçlü adaylar olarak belirmesi beklenmedik bir anda dengeleri değiştirebilme potansiyeli barındırıyor.
Sırbistan’da da ülkeyi otoriterce yönetmeye başlamakla eleştirilen Aleksendar Vucic’in yeniden kazanma ihtimali de yine yüksek görünüyor.
Bütün bu değerlendirmelerin seyri önümüzdeki ay belirginleşmiş olacak. Ancak seçim sonuçları ne olursa olsun, dikkate alınması gereken en önemli husus, içinde yaşadığımız dönemin bir gerçeği olarak dünya genelinde seçmenlerin kendisini güvende hissetmediği ve korku halinde hareket ettiği bir süreçten geçiyoruz.
Siyasetin korku ortamını dağıtıp seçmenlere güven telkin etmesine hem seçmenlerin hem de partilerin doğrudan ihtiyacı bulunuyor.
Aksi takdirde her ne kadar başımıza geleni tam anlamlandıramasak da yaşandığını bildiğimiz siyasetin yeniden formatlandığı bu yeni dönemde bilinçli bir sürecin pasif izleyicileri olarak kalma tehlikesi bulunuyor.