Avrupa sarsılırken..

Süleyman Seyfi Öğün yazdı;

Avrupa sarsılırken..

Soğuk Savaş devrinin iki büyük oluşumunun NATO ve AB olduğunu söylemek mâlûmu îlâmdan başka bir şey olmasa gerektir. Bu iki oluşumu “Batı İttifâkı”nın iki açılımı olarak değerlendirmek ise kolaycılıktan beslenen fâhiş bir hatâdır. Eğer bir AB varsa, bu II. Genel Savaş’ın Kıt’a Avrupası’na kestiği faturayı göğüslemek gayretinden neş’et etmiştir. Hedefte baş Fâil Almanya ve onun hemen yanı başında Vichy Hükûmeti vasıtasıyla onunla işbirliği yapan Fransa vardır. NATO zannedildiği gibi “sâdece” Sovyet tehlikesinin bertaraf edilmesi için değil, Kıt’a Avrupası’nın baskılanması için vücûda getirilmiş bir yapıdır. AB ise bu baskıyı, başta ekonomik olarak Eurodolar baskısını göğüslemenin karşılığıdır. Siyâsal ve askerî baskıların bertaraf edilmesi ise daha uzun vâdeli hedeflerdir.

Bu köşede sıklıkla ifâde etmeye gayret ettiğimiz üzere, Batı yeknesak bir yapı değildir. Temel ayrım Ada Avrupası ve Kıt’a Avrupası arasındadır. Bu da yetmez; Ada Avrupası ve Kıt’a Avrupası da kendi içlerinde çok parçalıdır. Tekrara gitmek gibi bir niyetim yok. Sâdece hatırlatmak bâbından işâret ettim. Bu bölünmeleri dikkâte almaz isek, çok da gerçekçi olmayan hükümlere varabiliriz.

Trump devrinde bu çelişkilerin su yüzüne vurduğunu gördük. Trump açıkça Avrupa devletlerini ve liderlerini aşağılayan açıklamalar yaptı; diplomatik nezâket gelenek ve kâidelerini dümdüz eden davranışlar sergiledi. Trump’ın gözünde ABD’nin bütçesine yük getirmekten başka bir şey olmayan NATO çürümüş bir kuruluştu. Bu harcamalar verimli şekilde ABD ekonomisine akıtılmalıydı. Başat düşman Çin’di. Çin, NATO’nun uzağındaydı. NATO’yu dönüştürerek, yeniden yapılandırarak Pasifik coğrafyasına taşımak ise Trump’ın gözünde olamayacak bir işti. Hâsılı Trump NATO’yu boşluyordu. Şimdi akıllara şu soru takılabilir: O hâlde Avrupa’ya gün doğmuyor muydu? Buna düz bakışla “evet” denilebilir. Ama daha dikkâtli bir bakış tersini söyleyecektir. AB tecrübesi ekonomik alandaki başarılarını “siyâsal” düzleme taşıyamamış, AB Anayasası teşebbüsü akâmete uğramıştı. Kırılma noktası buydu. En başta gelen sebeplerden birisi, AB genişlemesinin çok farklı ve keskin siyâsal kültür farklılıklarını ortaya çıkarmasıydı. Doğu Avrupa ve PIGS olarak bilinen diğer hat, Avrupa idealinin değerler dünyâsına ârıza çıkarıyordu. Üçüncü halka, yâni “askerî” halkayı, ilk halkaya, yâni “ekonomik” halkaya bağlayacak ve zinciri tamamlayacak olan da bu “siyâsal” halkaydı. Ama bu olmamıştı. NATO’nun zayıflamasını fırsat bilen AB, bilhassa Fransa’nın gayretkeşliğiyle, mevcut “siyâsal” boşluğa rağmen üçüncü aşamaya geçmeyi telâffuz etmeye başladı. Macon’un ifâdesiyle mâdem ki “NATO’nun beyin ölümü” gerçekleşmişti; artık askerî açıdan da bir Avrupa Ordusu kurulabilirdi. Fransa’nın ileri geri açıklamaları Almanya’dan tam bir karşılık bulamadı. Bunda da, başta BND olmak üzere Almanya’daki “derin NATO” kaynaklarının fren koymasının çok tesirli olduğunu düşünüyorum.

Biden’ın gelmesi Avrupa’yı çelişik duygulara sürükledi. Bir taraftan Trump gibi bir belâdan kurtulduklarına sevindiler. Biden ABD-AB bağını kuvvetlendireceğine söz veriyordu. Söyleminde Çin ile meseleleri barışçıl yollarla hâlletmek, Rusya’yı ise birincil düşman kılmak vardı. Fransa hemen vaziyetini ayarladı ve NATO imkânlarını Afrika’da sarsılan gücünü tekrar kazanmak yolunda kullanmak umuduyla müspet açıklamalar yapmaya başladı. Rusya çok da umûrunda değildi. Almanya ise yine mütereddit kaldı. Enerji açısından muhtaç olduğu Rusya’nın yeniden hedefe konması fikrinden hoşlanmadığı ortadaydı. Evlere şenlik son NATO Zirvesi’nde resim berraklığa kavuştu. ABD’nin Avrupa’dan istediği esas olarak Çin’e karşı şartsız olarak yanında olmasıydı. Fransa Afrika konusunda istediğini elde edememişti. Almanya ise, çetin pazarlıklarla Kuzey Akımı’nı kurtarmıştı. Ama gerek Fransa gerek Almanya’nın Çin ile çok büyük çaplı ekonomik ilişkileri vardı. Hâsılı ABD’nin çağrısına onay vermediler. Netice fiyasko oldu. Buna bir de ABD’nin, Çin’den koparmak istediği Rusya’ya alan açması eklendi. Brexit sonrası Britanya ise gidişâtı tamamlayan adımı attı. Dominyonlarının en sert çekirdeğini oluşturan devletlerle berâber ABD’yi Pasifik’e çekti. UKUSA, NATO’nun uzantısı değil, tam tersine boşa düşürülmesinin karşılığıdır. Fransa’ya, Britanya-Avustralya ikilisinden atılan son çalım ise, jeneriklik, âdetâ belkıran cinsten bir çalımdır.

Avrupa artık büzüşme çağına girdi. Almanya’daki son seçimler bu hakikâtin gölgesinde yapıldı. Yakında Fransa’da yapılacak seçimler için de aynısı geçerli görünüyor. Ağır bir göçmen baskısı, battal alt yapıları ve bürokrasileriyle yeni ekonominin sektörlerine uyum sağlamakta yaşadıkları zorluklar, yüksek enerji bedelleri, enflasyon, İtalya başta olmak üzere PIGS’in yarattığı ârızalar, Macaristan ve Polonya’dan gelen aykırılıklar Avrupa’yı sarsıyor. Bir çıkış yolu bulmak zorundalar.. İzlemesi heyecan verici, ucu Türkiye’yi de tutan bir süreç bu.. Kapılarında çok bekledik.. Bakalım onlar bizim kapıyı ne zaman çalacaklar?..