Daily Mail´in aktardığına göre, 3 Ağustos 2014´te, İŞİD´li teröristler, Ezidiler için kutsal Şengal Dağlarını işgal edince 5.000 Ezidi´yi öldürüp, binlerce kadın ve çocuğu da esir almışlardı. Esir alınan kız çocuklarından biri de Ashwaq Ta´lo´dur. Diğer bütün Ezidiçocukları gibi Ashwaq da bir köle pazarında satılır. İŞİD´li terörist Ebu Humam, ya yaptığı bir katliamın mükafatı olarak ya da az bir ücret ödeyerek Ashwaq´ı köle olarak satın alır. Daha doğrusu el koyar. Abu Humam, 10 ay boyunca, Ashwaq´a her türlü istismar ve zulmü yapar.
Ama Ashwaq bir fırsatını bulup bir gece kaçmayı başarır. 14 saat yürüyerek Sincar´dakiailesine ulaşır. Ardından Almanya´ya taşınır. Annesi, Almanya´da artık kimsenin onu incitemeyeceğine ve İŞİD´lilerin Almanya´ya gelemeyeceğine, kızını ikna eder. Ta ki kızı eski kötü günlerini unutabilsin ve kendine yeni bir hayat kurabilsin. Ashwaq da psikolojik destek alır ve tedavi olmaya çalışır.
O tam da her şeyin yoluna girdiğini sandığı bir anda, eski kabusunu tekrar yaşamaya mecbur olur. Kendisini esir alan ve aylarca istismar eden Ebu Humam ile Stuttgart sokaklarında karşılaşır. Üstelik terörist onu tanımış ve onun nerede olduğunu bildiğini söylemiştir. Artık Ashwaq için Almanya da yaşanmaz bir ülke olmuştur. Zayıf omuzları bu durumun ağırlığını taşıyacak güç ve takatte değildir. Apar topar Almanya´dan Irak´a, babasının da kaldığı mülteci kampına döner.
Avrupa´nın ve en çok da Almanya´nın Suriye ve İdlib konusuna yaklaşımı daha çok bu zaviyedendir. Onlar İŞİD´li teröristlerin mülteci kılığında kendi ülkelerine girmelerinden endişe ediyorlar. Tıpkı Ebu Humam gibi.
Suriye iç savaşı başlayınca Türkiye; Esad, İran ve Rusya´ya karşı, iç savaşın tarafı gibi, sahadaki muhalif örgütlerin hemen hepsine destek vermiştir. Verilen silah, cephane, ilaç ve gıda desteği haber olmuş ve bu haberleri yapan gazetecilerin başlarına da dert açılmıştı. PYD de başlangıçta Türkiye´nin desteğine mazhar olan bir başka örgüttür. PYD lideri Salih Müslim defalarca Ankara´da kırmızı halılarla karşılanmış ve PYD´nin Suriye´ye yerleşmesi için Türkiye içinden bir koridor dahi açılmıştı. Suriye´deki cihatçı örgütleri bombalayan Rus uçağı dahi düşürülmüştü.
Pekala, Erdoğan Suriye iç savaşına neden bu denli müdahil olmuştur? Bunun cevabını Erdoğan´ın şu sözlerinde bulabiliriz: ??Biz en kısa zamanda Şam´a gidecek, Selahaddin-iEyyubi´nin kabri başında Fatiha okuyacak, Emevi Camiinde namazımızı da kılacağız...? Buifadeler Erdoğan´ın İslam dünyasının lideri olma niyetini yansıtmaktadır. Erdoğan, Suriye iç savaşını liderliğinin bir basamağı olarak görmüş ve bunun için sahadaki bütün örgütlere destek vermiştir. Selahaddin-i Eyyubi, Kudüs´ün Haçlılardan geri alınışını temsil eder. Emevi Camii de Hazreti Mesih´in kıyamete yakın geri geleceği mabed diye rivayet edilir. Dolayısı ile Erdoğan´ın hedeflediği bu ritüeller İslam dünyasında liderlik iddiası ile ilgilidir.
Suriye iç savaşında Türkiye´nin pozisyonunu iki olay değiştirmiştir. İlki, Can Dündar ve Erdem Gül´ün Cumhuriyet Gazetesi´nde 29 Mayıs 2015´te yayınladığı ?İşte Erdoğan´ın yok dediği silahlar? isimli haberidir. Bu haber, adeta, Erdoğan´a ?Uluslararası Ceza Mahkemesi´nde? (UCM) yargılanma yolunu açacak bir iddianamedir. Bundan dolayı Erdoğan bu haberi ve yapanları kovalamaya devam etmektedir.
İkinci olay ise cihatçı grupları bombalayan Rus savaş uçağının 24 Kasım 2015´te devrin sakıt Başbakanı Ahmet Dâvutoğlu´nun emri ile düşürülmesidir. Rus uçağının düşürülmesinden hemen sonra Rusya, Türkiye´nin İŞİD ile olan petrol ticaretini anlatan uydu görüntülerini yayınladı. Moskova´da gazetecilere brifing veren Rusya Savunma Bakan Yardımcısı Anatoly Antonov daha da ileri gidip, ?Elimizdeki bilgilere göre, ülkenin en üst düzey siyasi liderliği, Erdoğan ve ailesi bu suç faaliyetine karışmış durumda?diyerek, İŞİD ile olan ticari münasebetler iddiasını dünyaya duyurdu. Aslında UCM´ye suç duyurusunda bulundu demek daha isabetli olur.
2016 yılına gelindiğinde, Erdoğan, Suriye´de yörüngesini tamamen değiştirmişti. Artık İran, Rusya ve Esad ile birlikte İŞİD´e karşı savaşmaya başlamıştı. Rusya´nın Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov´un 19 Aralık 2016´da bir Türk polisi tarafından öldürülmesi ile Türkiye, Rusya´ya iyice bağlandı ve diyet daha doğrusu kan parası ödemeye başladı ve devam ediyor.
Erdoğan´ın, Suriye iç savaşının son üç yılında birlikte yürüdüğü güçlerin, ilk beş yılında çatıştığı güçler olması basit bir tesadüf veya Türkiye Cumhuriyeti´nin değişen dış politikaları ile ilgili olamaz. Astana ve Soçi Suriye Zirvelerinden sonra Erdoğan; Fransa, Almanya ve Rusya´nın katılımı ile İstanbul´da da bir Suriye Zirvesi tertip ederek, eski pozisyonunu unutturmaya ve yeni pozisyonunu dünyaya kabul ettirmeye çalışıyor.
Zirvede alınan en önemli karar, sayıları 100.000 civarında olan çoğu Türkiye tarafından da terörist ilan edilen cihatçı örgüt mensuplarının akıbeti ile ilgili olandı. Zirve´de Macron´un, Rusya ile Türkiye arasında varılan İdlib Mutabakatına bütün dünyanın uymasını istemesi İstanbul Zirvesi´ni de özetlemektedir. İdlib Mutabakatına göre Suriye ile bu gruplar arasında 15-20 km tampon bölge oluşturulacak, ağır silahlar teslim edilecek ve terörist gruplar buradan çekilecek.
Burada asıl tartışılan, 100.000 kadar teröristin akıbetinin ne olacağıdır. Bunların denize dökülmesinden bahsedilmediğine göre bunların akıbeti Türkiye´ye havale edilmiş durumda. Anladığım kadarı ile Avrupa ve Rusya bu teröristlerin kendi ülkelerine girişlerini engellemek üzere Erdoğan ile anlaşmaya çalışıyorlar. Daha önce Suriyeli mültecilerin Türkiye´de kalmalarını sağlayan anlaşmanın bir benzerini kotarmaya çalışıyorlar. Erdoğan da makul bir karşılık mukabilinde buna razı olacağa benziyor. Tıpkı Suriyeli mülteciler konusunda olduğu gibi.
Avrupa ve Rusya kendi güvenliklerini sağlayacakları mülahazası ile razı olabilirler. Eğer böyle bir durum olursa, bu durumun Türkiye ve Avrupa için sonuçları olacaktır. Türkiye´nin bu yolla Pakistan´a dönüşmesi ihtimali büyüktür. Öyle bir durumda, Avrupa da dibinde Pakistan gibi bir ülke bulundurmanın sürekli tehditlerine maruz kalacaktır.