“Tarihi genelde insanlar yapar(fail), fakat özgürce seçtikleri koşullarda değil(yapı)” *
Tarihsel sosyoloji içinde sosyologların farklı yorum yapmasına sebep olan konulardan biri de ‘Yapı-Fail İkiliğidir’. Salt mekânın insan üzerinde etkilerinden dolayı tarihsel gelişmelerin yaşandığını düşünen sosyologlara karşı, bireyin burada etkisiz olarak değil aksine aktif olarak hareket halinde olduğunu söyleyenler arasında bir ayrışma olmuştur. Micheal Löwy, ‘Dünyayı Değiştirmek Üzerine’ adlı kitabında aslında bu iki görüşü, kendilerinden sonraki sosyologların yüzleşmeleri gereken iki sosyoloğun ayrışmasını örnek göstererek bizlere anlatmıştır. Bunlar; Marx ve Weber’dir.
Marx, toplumsal değişimleri altyapı-üstyapı ikili formülüne uygulayarak, etkileyici faktörün altyapıda gelişen ekonomi faktörü üzerinde durmuştur. Kökenini Antik Felsefe de Demokritos ile bulduğumuz materyalist dünya görüşü üzerinden ve daha sonra Leibniz’in 17.yy’da Klasik Mantığın içine soktuğu yeter-sebep ilişkisi içinde incelenebilecek olan rasyonalist yaklaşım, Marx’ı, Hegel’in diyalektik metodunu kullanarak, kendisinden sonra felsefe ve sosyolojiye damgasını vuracak olan tarihsel materyalizm yorumunu ortaya çıkarmıştır.
Diğer bir bakış açısı ise Weber’in ‘Protestan Etiği’ ve ‘Kapitalizmin Ruhu’ adlı eseridir. Weber, modern dünyayı yorumlarken Bürokrasi ve Otorite gibi kavramların üzerinde durmuş, Marx’tan farklı olarak devletlerin ilerleyişini kendi içinde belirli bir sınıfı güçlendireceğini değil bürokrasinin gelişeceğini düşünmüştür. Yukarıdaki temel eserinde ise Kapitalizmin gelişmesini Protestan etiğine bağlaması aslında Katolik- Protestan- Kalvinist mezhepleri arasında yatan farklılaşmadaki iş hayatına ve çalışmaya bakışları üzerinden bir yorumu olmuştur. Kapitalizmin gelişmesini ise Marx’ın aşağıda bahsedeceğimiz iç veya dış etkenlerden ayırarak manevi bir iklim üzerinde değerlendirip Protestanlıktaki çalışmaya ve kazanca verilen değer üzerinden yorumlamıştır.[1]
Aslında toplumların morfolojik seviyeleri üzerinde yapılan incelemeler 20.yy’da bir nevi teoloji durumuna geldi… Yapılan tüm yorumları akademide ortodoksi hale getirme, üniversitenin ortaya çıktığı Orta Çağ’daki mantıksal zeminine bugün adeta kibrit suyu dökmüştür. Batılı sosyologların yaptıkları incelemede mutlak bir iktidar mantığının hâkim olduğu hakikati görülecektir ki yapılan her morfolojik yorum üzerinde etkisini göstermiştir.[2] Konu olarak seçilen Asya Tipi Üretim Tarzı, yine böyle iktisat sosyolojisindeki ortodoksi bir mantığın üzerine yapılan bir değişiklik sonucunda ortaya çıkmıştır. Engels ve Marx’ın uyguladıkları yorumlar Asya toplumlarında uygulanmayınca ATÜT’ (Asya tipi üretim tarzı) ün bulunması zorunlu hale gelmiştir…
Tarihsel materyalizm toplumların morfolojik seviyelerinde yaptığı incelemede bilindiği üzere, asıl etkileyici faktörün üretim araçlarının değişmesini kabul eder. Yani toplumsal bir değişim, toplumun kendi iç dinamiklerine bağlıdır veya dışarıdan bir müdahale sonucu farklı bir üretim toplumuna dönüşebilir. Tüm bunların yaşanmasında asıl etkileyici olan, emek sahibinin tarihte yine materyalist dünya görüşüne bağlı kalarak söylersek, üretimini yaparken kullandığı araçlarıdır.
Marx’a göre “ilkel komünal sistemden üç ya da dört çıkış yolu vardır ve bunlardan her biri önceden var olan ya da komünal sistemde zımnen bulunan bir toplumsal işbölümü biçimini temsil eder: Doğu, Antik, Cermen (Marx, bu Cermen biçimini tek bir halka özgü saymaz) ve pek belirli olmayan ve fazla incelenmeyen, ama Doğu sistemine yakınlıkları olan Slav biçimi.”[3] Dört toplumsal yapının özet olarak bir incelemesi yapıldığında hepsinin ilkel toplumun bir aşaması ve ardından gelenin ise çoğunlukla kendi iç aşamalarından ve yukarıda da değindiğimiz üretim ilişkilerinin değişmesi sonucu olduğu görülüyor Tarihsel Materyalizmde.[4] Ancak tüm bu toplumsal yapıların bir istisnası değişime kapalı olarak, bütün gereksinimini kendi içerisinde kurduğu komünal ilişki ile tamamlayan Asya Toplumlarıdır.[5]
Asya Toplumlarında köylünün, Batı toplumlarının aksine rant ödeyeceği sadece despot yöneticidir. Batı’da ise serf, mutlak olarak kimi zaman devletin bir temsilcisi halindeki beye, yukarıda belirlenen süre boyunca emeğini satar duruma gelmişti. Devlet ise serf ile olan iletişimini vergilendirme yoluyla yapıyordu. Tefeci – Tüccar sınıfının ortaya çıkışına kadar bu vergilendirme çoğunlukla ayni-vergi üzerinden yapılmaktaydı. Asya Tipi Üretim Tarzı ise; “özel toprak mülkiyetinin olmadığı, merkezi ve despotik bir devletin siyasal hegemonyası ile artı-ürüne doğrudan el koyduğu, buna karşılık ise önemli bayındırlık işlerini üstlendiği bir üretim tarzına tekabül eder.”[6]
Asya Toplumunda yönetici ile köylü arasında vergilendirme yolu ekilen toprağın kira bedelidir. Bunun dışında halkın Batı tipi toplumunda olduğu gibi Kilise, Serf, Yönetici gibi belirli tekel sermayelerinin ellerinde bulunan ve yalnızca kendileri için toprağın ekimi ve ürünün toplanma hakkının bulunduğu köylülerden farklı olarak toprağın mülkiyeti köy komünün elindedir. Yöneticinin yapmakta olduğu şey belirli bir koruyucu rolü üstlenmektir. Yani aslında yöneticinin yapmakta olduğu “çok sayıda küçük komünlerin babası rolünü üstlenmektir.”[7] Topluluğun üyesi, ortaklaşa da olsa mülk sahibidir ama bireyin kendisi de birliğin mülkü olduğu için mülksüzdür.
ATÜT’de görülen köylünün toprak üzerindeki sahipliği, yöneticinin istediği zaman toprağın satışıyla beraber halkın da aynı şekilde satın alan kişiyle beraber satıldığına izin vermez. Çünkü despotun böyle bir yaptırımı bulunmamaktadır. Oysa Batı ve Osmanlı toplumunda görülen toprağın el değiştirmesi uygulamasında köylü de toprağı gibi yeni efendisinin emrine girmesi gerekiyordu. Çünkü yukarı da söylendiği gibi köylünün toprak üzerinde herhangi bir zilyed hakkı bulunmamaktaydı. Sipahi gibi rant sahipleri de devletin onlara vermiş olduğu hakla köylü üzerinde tam anlamıyla efendilik hakkına sahip bulunmaktaydı. İlerleyen zamanlarda görülecek olan İltizam usulünde ise artık tam anlamıyla devletin toprak sahibi üzerinde hiçbir etkisi kalmayacak, İltizam sahibi yavaş yavaş köylüye çok az da olsa izin verilen artı-ürününe el koymaya başlayacaktır.
Ancak önemli olan bir nokta daha var: Köylü üzerinde ki bu baskı, basit iplik dokumları gibi manifaktür dükkânların varlığına büyük bir darbe indirmiştir. Çünkü büyüyen tefeci sınıfı, mültezimin baskılarına dayanamayan köylü ile ilişkiye başlayacak onların kendisinden para almalarını sağlayacaktır. Bunun sonucu olan tefecilerin (ve tüccar sınıfının) sermaye biriktirmesi köylü ailelerinin tarım ile el zanaatlarının birliğini parçalayarak, onları meta üreticileri ve meta tüketicileri durumuna getirecektir. Oysa köylünün artı ürünü Asya Toplumunda hiçbir zaman sermaye haline gelmez. İmalat ile tarımın komünlerde kendi kendine yeterliliği bulunmaktadır. Marx’ın ifadesiyle Hindistan (Doğu) köylüsü artı ürününü toprağa gömmektedir. Köylünün işte bu kendi kendine yeterliliği, Asya toplumunu ayrı bir araştırma konusu yapmıştır. Materyalist tarih anlayışında farklı bir boyutu bulunan bu toplumu iç dinamikler değil, dış dinamikler dönüştürecektir…
Marx, Engels’e yazmış olduğu mektubunda şunları söylemektedir: “ Hindistan’daki komünal yapının dağıtılması için; bu küçük kalıplaşmış toplumsal organizma biçimler, İngiliz vergi tahsildarlarının ve İngiliz askerinin sert müdahalesinden çok, İngiliz buharlı makinaları ve İngiliz serbest ticareti ile büyük çapta çözülmeler yaşamakta ve yok olmaktadırlar.”
Yukarıda kısaca değinilen tefeci ilişkileri aslında ticaret sınıfı ile beraber şehirleşmenin oluşmasında büyük rol oynamaktadır. Aynı zamanda bu iki sınıf, Kapitalizm öncesi bu tür üretim biçimlerinde ortaya çıkar, sanayi sermayesinin oluşumundan önce gelir ve doğası gereği bu oluşumun zorunlu bir öncülüdür. Bunlara ilaveten bir de vergilendirme çeşidinde ayni-vergi dışında nakdi-verginin de oluşması köylüyü para ile ilişki kurmasını sağlayacaktır. Paranın bu şekilde ticari ilişkilere sokulması kısa bir süre sonra bankaların kurulmasını sağlayacaktır.[8] Oysa Asya toplumlarında şehirler, yerin dış ticarete elverişli olduğu noktalarda hükümdarın ve adamlarının gelirlerini emekle değiştirdikleri yerlerde meydana gelmiştir. Burada kent kendi görevini köy de kendi görevini yapmaktadır. Köylünün lümpen proletarya haline gelip şehirlerde başıboş dolaştığı bir durum beklenmez. Çünkü Asya toplumlarında yukarıda da bahsedilen köylü üzerinde çeşitli vergiler ile emeğin dışında artı-ürüne de el konması beklenmez ki, zaten oluşacak artı-emek komünal yapı içinde erimektedir. Osmanlı’da görülen softalar ve Celali İsyanları tam anlamıyla vergilerden ve beyler eliyle gelen emeğe el konmanın sonucu oluşan Lümpen Proletarya haline gelen köylülerin eseridir.
Sonuç olarak Hikmet Kıvılcımlı’nın Tarih Tezinde yaptığı ayrım Tarihsel Devrim – Sosyal Devrim ayrımıdır. Tarihsel Devrim var olan medeniyetin yıkılıp, yerine yeni bir medeniyetin getirilmesidir. Marx’ın özellikle işçi sınıfı arasında gördüğü Proleter Devrim, Asya Toplumları üzerinde uygulama imkânı bulamamıştır. Bu farklılık Rus Devriminden önce Menşevik ve Bolşevikler arasında bir ayrışmaya sebep bile olmuştur. Daha sonra gelecek olan Çin Devrimi, Tarihsel Devrimin Batı Toplumların aksine köylü sınıfın elinde olan bir hareket sonucu kazanılmıştır. Asya’nın bu gibi farklı yapısı oluşturulan kurtuluş teolojilerine(!) hep ayrı bir yorumun ve incelemelerin yapılmasına vesile olmuştur.
[1] Micheal Löwy, Dünyayı Değiştirmek Üzerine, Ayrıntı Yayınları.
[2] Pierre Clastres, Devlete Karşı Toplum, Ayrıntı Yayınları.
[3] Karl Marx, Kapitalizm Öncesi Ekonomi Şekilleri, Sol Yayınları, s.32.
[4] Zubritski Mitropolski Kerov, İlkel Topluluk, Köleci Toplum, Feodal Toplum, Sol Yayınları.
[5] Marx, Asya Toplumları içinde özellkle Hindistan ve Rusya ile çok fazla araştırma içinde olmuştur. Engels’in bu konuda ki ısrarı Farsça öğrenme haline kadar varmıştır. (Marx, Kapitalizm Öncesi Ekonomi Şekilleri, s.21)
[6] Ümit Aktaş, Osmanlı Çağı ve Sonrası, Anka Yay., s. 117
[7] Muzaffer İlhan Erdost, Asya Tipi Üretim Tarzı ve Osmanlı İmparatorluğunda Mülkiyet İlişkileri, Sol Yay. , s.33
[8] Zubritski Mitropolski Kerov, İlkel Topluluk, Köleci Toplum, Feodal Toplum, Sol Yayınları.
*Marx
Kaynak: Özgün İrade Dergisi