Süleyman Seyfi Öğün yazdı;
İnsan kendisi için tahammül fersâ olan ve müdahale etmesinin neticeyi değiştirmeyeceğini bildiği hâdiseler karşısında bir sevk-i tabiî olarak gözlerini kapatır. Bir nevi savunma gâyeli bir harekettir bu. Memleketimizi kasıp kavuran amansız yangın haberleri gelmeye başladığı anadan îtibâren bendenizin de yaptığı buydu. Meselenin boyutlarını kavradığım andan îtibâren, “fişi prizden çektim” diyemem, ama düşük akımlı bir tâkip başlattım. Senelerdir TV’den uzak bir hayât idâme ettirdiğim ve hiç bir şekilde sosyal medyada yer almadığım için çok da zor olmadı. Olacakları kestirebiliyordum. “Yanıyoruz”, ciğerlerimiz yanıyor” kabilinden o dil fukarası gazetecilerin klişe başlıklarından başlayarak, yangının pornografisine uzanan sayısız görüntü ve haberin içinde zihin ve ruh dünyâmı korumaya çalıştım.
Evet, o cânım ormanlar yok oldu gitti. Kaybımız büyük. Ama daha mühimi, millet olarak sınıfta kaldık. Felâket anları aslında bir çeşit imtihân gibidir. Türkçe’de “yangına körükle gitmek” diye bir tâbir vardır. Tam da bu oldu. Medya da bunun taşıyıcılığını yaptı. Yangınları maddî olarak büyüten, başta ters rüzgâr oyunları olmak üzere iklimin cilveleriydi. Ama millet olarak iç yangınlarımızla onu manevî olarak büyüttük. En büyük benzin ikmali de felâketin her seviyede “siyâsallaştırılması” üzerinden geldi.
Olgun bir millet, böyle bir felâket karşısında gündemini ve önceliklerini oluşturmayı bilir. Felâketler, millet içindeki bölünmelerin, farklılıkların rafa kaldırılmasını ve tam bir işbirliğini emreder. Meselâ, iktidarın çağrısına bile gerek kalmadan olgun bir muhalefet bunu yapar. Tartışmaları, gerilimleri erteler. Ama öyle olmadı. Muhalefet “mal bulmuş Mağribî” gibi felâketi bir fırsata çevirmeye yeltendi. Yaşanan aksaklıkları, eksiklikleri, ilk günden başlayarak birer “ateş topuna çevirerek” iktidâra fırlatmaya başladı. Evet herkes, bu tarz bir felâket ihtimâline karşı hazırlıklarımızın kifâyetkâr olmadığını gördü. İktidâr bunun için elbette eleştirilebilir. Ama zamanlamadır mühim olan. Bunun tartışılacağı yer yangın yeri olmasa gerekir.
Daha büyük bir yangın ise sosyal medya üzerinden toplumsal alanlarda çıktı. Dediğim gibi işin içinde değilim. Ama eşin dostun aktardığı kadarıyla buradaki yangın akıl almaz bir boyutta yaşanıyormuş. Bunu da anlamak zor değil. İmamın yaptığı bir yanlışın cemaat üzerindeki tesirini anlatan deyimlerimiz vardır. Siyâsetçilerin felâketi ucuz bir faydacılıkla büyüttüğü yerde kitleler neler yapmaz ki…
Ateş sâdece ısınmayı sağlayan bir enerji kaynağı değildir. Antropolojik, mitik olarak anlam katmanları çok derin olan bir simgeyi ifâde eder. Meselâ James George Frazer’ın “Ateşin Kökenine Dâir Mitler” başlıklı çok mühim bir çalışması olduğunu biliyoruz. Ateşin hikâyesini, Prometheus’dan Zerdüştiliğe, Herakleitos’dan İşrâkiyye’ye veyâ Aydınlanmaya; yâni efsâne, inanç, mistisizm ve felsefeye pek çok alanda tâkip edebiliyoruz. Sanat cabası… Ateşin doğurduğu duyguların çok çeşitli olduğunu görüyoruz. Yangın gibi bir felâketi arkasına alarak insanı yıkımıyla korkutuyor. Ama ateş aynı zamanda yaratıcılığı simgeliyor. Aşk gibi en soylu insan duygusunu anlatmakta da kullanıyoruz onu.. Ama dikkât edelim bunların hepsi birer dolayımlama, simge. Bugün, yâni “medeniyetimizin” geldiği aşamada bunların pek bir manâsı kalmadı. Baudillard’ın işâret etmiş olduğu gibi simgesel dünyâmız derinliğini kaybetti. Tüketim dünyâsında simgeler artık pek bir şeyi değil, bizzat kendisini simgeliyor. Simge araçsal anlamını kaybediyor, doğrudan amaç oluyor. Bu bir derinlik kaybı. Medeniyet anaforlaşıyor; içeride pek bir şey bırakmadan hızla dışbükeyleşiyor. İçeride ise giderek nefret odağında -çünkü en kolay uyarılan o- tek tipleşen “duygulanımlarımız var”. Bakmayın söylemlere. Kimsenin ciğerinin yandığı yok. Düşük zekâlı celebrity’nin ucuz kahramanlık showlarına da bakmayın… Çünkü aslında kimsenin bir şey hissettiği yok. Duygusal bir dünyâda yaşamıyoruz. Zihnî olarak bir farkındalık mânâsına gelen ve organize olan duygularımız (feelings-sentiments) kayboluyor; nöro-psişik olarak, çok defa dışarıdan tetiklenen duygulanımlarımız (emotions) kalıyor geride. Sosyal medyanın açığa çıkardıkları da bunlar. Bu birikmiş duygulanımlarımıza bir boşalım (catharsis) sağlıyor. Dış dünyâyı mânâlandırmak ve tepkilerimizi ona göre düzenlemek değil derdimiz. Dış dünyâ sâdece bir uyarıcı. Tepkilerimize mehâz oluşturacak araçsal bir değeri var sâdece.
Velhâsıl, orman yangınları içimizdeki yangınları açığa çıkarmamıza yarayan
bir tetikleme. Yangınlar söndürülür, kaybedilen orman varlıkları, mal kayıpları şöyle, böyle yerine konur. Evet zaman alır, ama önünde sonunda olur. Zor olan içimizdeki yangınları söndürmek.